27 Aralık 2016
Türkiye`de devlet nasıl iş görür? Tarihçi, sosyolog, iktisatçı, 18 yazar bu soruya yüz yıllara yayılan bir dönemin barındırdığı sayısız zengin uygulamanın incelenmesi ve yeniden yorumlanması zemininden yanıt veriyor. Devlet Olma Zanaatı adlı kitapta fethedilecek bir yer olarak görülen devletin, politik, ekonomik, bürokratik, partili, legal ve illegal kesimlerle iç içe geçişi anlatılıyor.
İletişim Yayınları`ndan çıkan Devlet Olma Zanaatı, Türkiye`de devletin Osmanlı`dan bugüne nasıl "iş gördüğünü" ele alıyor. Kitapta yer alan makalelerde Türkiye`de kamusal icraat yani devletin politika ve faaliyetlerini hangi zeminde ve şartlarda oluşturduğu ele alınıyor. Derleme, Türkiye`de hükümet etmeye ilişkin bugüne kadarki hakim anlatının aksine devleti, gerçek yaşamdaki ilişkilerin doğası içinde kavramaya çalışıyor.
TRANSTUR kapsamında
Marc Aymes, Benjamin Gourisse ve Elise Massicard`ın derlediği 16 makaleden oluşan Devlet Olma Zanaatı`na kaynaklık eden inceleme ve araştırmalar, 2008-2012 yılları arasında Elise Massicard`ın eşgüdümünde Fransız Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi`nin desteğiyle yapılan "Emretmek/Nizam Vermek ve Uzlaşmak: Türkiye`de ve Osmanlı İmparatorluğu`nda Hükümet ve İdare Tarzları, 19. Yüzyıldan Günümüze" (TRANSTUR) programı çerçevesinde yapıldı.
Kitapta Osmanlı`dan bugüne kamusal icraatı, modernleşme ve kurumlar çerçevesinde anlatan TDK, laiklik ve din eğitimi, anayasa yazım süreci, polis ve adliye teşkilatı, ordu, kadın sığınma evleri, TOKİ gibi somut örnekler üzerinden ele alan makaleler bulunuyor. Ayrıca sivil toplum, Avrupa politikalarının etkileri, devletle halk arasında bir aracı pozisyonundaki muhtarların konumu ve hatta bir kamusal icra kategorisi olarak kültür mirası meselesi bile makalelerde konu ediliyor.
Devlet Zanaatı`ndaki makalelerin yazarlası ise şu isimler: Benjamin Gourisse, Marc Aymes, Olivier Bouquet, Emmanuel Szurek, Nathalie Clayer, Nicolas Camelio, Noémi Lévy-Aksu, Jean-François Pérouse, Muriel Girard, Clémence Scalbert Yücel, Claire Visier, Élise Massicard, Anouck Gabriela Corte, Réal Pinto, Berna Ekal, Sümbül Kaya, Benoît Fliche, Marc Aymes.
İki hakim analiz geleneğine karşı çıkıyor
Ali Berktay`ın Türkçeye çevirdiği derlemedeki makalelerde, Türkiye`de devlete ilişkin analizlere hakim olan iki analiz geleneğinin perspektifleri yadsınıyor. Bunlardan ilki, Türkiye`de devletin toplum üzerindeki mutlak hakimiyetini sorgulamaksızın bir ön gerçek olarak kabul eden anlayış. Diğeri ise, modern devleti, Batılılaşmış elitlerin yurt dışından aldığı uygulamalarla oluşturduğu.
Devlet ve elitler iç içe
Devlet Olma Zanaatı`ndaki makalelerin ortak yaklaşımı ise, devlet ve toplumu politikaların ve icraatların oluşturulmasında karşı karşıya koymanın gerçeği yansıtmadığı yönünde. Makale yazarları, inceleme ve araştırmalarının bunun tam tersini ortaya koyduğunu ve Türkiye`de devletin, toplumdan net bir şekilde ayrılmış ve farklılaşmış bir şekilde, toplumla çatışma içinde faaliyet göstermediğini anlatıyor. Burada tabii ki, "toplum"dan kastettiklerinin sınırlarını da net olarak çiziyorlar: yerel, politik, ekonomik ve dini elitler. Devlet Olma Zanaatı`nda Türkiye`de devletin Osmanlı`dan bu yana bir karar alıp bunu tepeden dayatmaktan çok, sözü edilen bu elitlerle ilişki içinde olduğu bir süreç içinde politikalarını şekillendirdiği anlatılıyor. Devlet ve elitler arasındaki bu ilişki de direniş, uzlaşma ve işbirliği gitgelleri içindeki bir süreçte çoğul bir nitelik kazanıyor.
Fethedilmesi gereken devlet
Yazarlardan Benjamin Gourisse, bunu şöyle anlatıyor: "Türkiye Cumhuriyeti`nin tarihinde devlet kesimleri, politik ve ekonomik kesimler, bürokratik ve partili kesimler, legal ve illegal kesimler arasında iç içe geçişler ve üst üste binmelerden oluşan akışkan bir manzara göze çarptığında, devleti fethedilmesi gereken bir yer ve başka arenalarda kullanılabilecek kaynakları biriktirme olanağı veren bir mevkiler bütünü olarak gören paylaşılmış çıkarlar ve çoğul konumlanışlar gözler önüne serilir. O zaman devlet yapısı, toplumdan görece bağımsızlaşmış bürokratik bir örgütten çok, bir iktidar sahası görünümüne bürünür. Ülkedeki kamusal icraat tarzlarını anlayabilmek için devleti bu görünümü içinde tahlil etmek gerekir."
Toplumsal ilişkiler arenası olarak kurumlar
Devlet Olma Zanaatı, Türkiye`deki hükümet ve idare tarzlarını tarihselliği içinde inceliyor. Bunu da devletin kendine ilişkin anlatısının dışına çıkarak yapıyorlar. Makalelerde devlet dışındaki farklı aktörler de incelenerek, kurumlar birer toplumsal ilişkiler arenası olarak ortaya konuluyor ve ortaya çıkan kamusal icraat da bunun ürünü olarak niteleniyor.
`Muteberan politikası`
Örneğin Marc Aymes, 19. yüzyılda Osmanlı`nın taşra ile ilişkisini ele alıyor ve merkezin kendi kanununu hiçbir şeye kulak asmaksızın dayatacak bir hakimiyete sahip olmadığına işaret ediyor. Aymes bunu, tarihçi Albert Hourani ve Philip Khoury`nin Osmanlı rejiminin işleyişinde toplumsal elitlerin belirleyici rolünü anlatmak için geliştirdikleri "muteberan (ileri gelenler) politikası" paradigmasına başvuruyor. Buna göre toplumsal elitler, hükümet ile ahali arasında bir arabuluculuk rolü de üstlenmiş oluyor.
Pay almak isteyenlerin rekabet alanı
Yazarlar Osmanlı`daki bu hükümet etme geleneğinin Cumhuriyet döneminde de devam ettiğine işaret ediyor. Makalelerde, Cumhuriyetin ilk döneminde kamusal kaynakların elinde yoğunlaşmasının devleti, Osmanlı`daki gibi en mükemmel birikim alanı haline getirmeyi sürdürdüğüne işaret ediliyor. Bu da devlet kurumlarını toplumsal, ekonomik ve politik kaynaklara erişmenin vazgeçilmez yolu haline getiriyor. Kamu kaynaklarının yeniden dağılımından pay almak isteyen toplumsal güçler de bu kurumların çevresinde mevzileniyor. Bu da devleti, her şeyin üzerinde ve her şeyden uzak, boşlukta ve tepeden hükmeden bir yapı olmaktan çok, kaynaklardan pay almak isteyenlerin rekabet alanı haline getiriyor.
`Dayatma ve uzlaşma arasında bir laiklik`
Nathalie Clayer`ın "Dayatma ve Uzlaşma Arasında Bir Laiklik? Tek Parti Türkiye’sinde Din Eğitiminin İdaresi" başlıklı makalesi tam da bu durumu örnekleyen incelemelerden biri. Makale, Türkiye`de hep güncelliğini koruyan din eğitimi meselesine ilişkin özellikle popülist sağ siyasetin anlatısını boşa çıkaran bir uygulamayı ortaya koyuyor. Clayer, din eğitimine ilişkin Cumhuriyet`in ilk yıllarında tek bir izlek olmadığını, uygulamaların çeşitlilikler gösterdiğini anlatıyor. Ne kurumlarda ne de bürokratlarda din eğitimine ilişkin tek görüşün hakim olmadığını anlatan yazar, tarikatların da yeni döneme uyum sağladıkları yeni biçimler altında bu politikaların oluşumuna etki ettiklerini anlatıyor.
Karşılıklı bağımlılık, ittifak, anlaşma
Türkiye`de devletin asla tamamen "kapalı" bir hale gelmediğine işaret edilen makalelerde, devlet görevlilerini, ekonomik, dini ve toplumsal elitlere ve yönetilenlere bağlayan karşılıklı bağımlılıklar, ittifaklar ve anlaşmalar da ele alınıyor. Tarihçiler örneğin Osmanlı`da tebaanın, devletin kararlarına edilgen bir şekilde maruz kalmadıklarını, bunlara karşı direniş gösterdiklerini, kuralların çevresinden dolaştıklarını, uzlaşılara giriştiklerini anlatıyor. Ve bunların manevra alanlarını genişleten "politik inisiyatifler" olduğunu belirtiyor. Devletin de otoritesini sürdürebilmek için bazı toplumsal güçlerin taleplerini yerine getirmek zorunda kaldığı hatırlatılıyor.
`
Gayriresmi bir devlet sistemi`
Yazarlardan Michael Meeker ise toplumsal elitlerle devlet personelini mutlak bir karşıtlık içinde konumlamak yerinde karşılıklı bağımlılıkları içinde tanımlıyor. Bunu yaparken de "gayriresmi bir devlet sisteminden" söz ediyor. Osmanlıda bu karşılıklı ilişkiler içinde "emperyal kökenli, bölgesel ve sosyal bir oligarşinin" geliştiğini anlatıyor.
Medeniyet kuran ve çökerten dinamik: Lüks ve Şiddet
Medeniyet kuran ve çökerten dinamik: Lüks ve Şiddet
Osmanlı`dan Cumhuriyet`e geçişteki görelilik
Yazarların işaret ettiği bir diğer tarihsel olgu ise, geçmişten bugüne idare tarzlarında yaşanan her değişime, söz konusu toplumsal elitlerin uyum sağladıklarını ve konumlarını güçlendirerek varlıklarını sürdürdükleri. Osmanlı`nın klasik çağından Tanzimat`ın "Batılılaşmış" imparatorluk düzenine ve hatta Cumhuriyet`e... Bütün bu tarih içinde toplumsal elitlerin Cumhuriyet`inkiler de dahil kurumların içine yerleşmeyi başardığını anlatan yazarlar, bunun da devlet odaklı bir toplumun ortaya çıkmasına yol açtığını anlatıyor. Tabii yazarlar burada bir meselenin daha altını çiziyor. O da Osmanlı`dan Cumhuriyet`e geçişin, resmi anlatıdaki keskinliğiyle bir kopuş olmak yerine, daha göreli bir geçiş olduğu.
Bu görüşü, 25 yıl önce yayımladığı Paradigmanın İflası`nda Türkiye`de ilk dile getirenlerden biri Fikret Başkaya`ydı. Başkaya, Türkiye`de resmi ideolojinin eleştirisini yaptığı bu kitabında Cumhuriyet`i, "toplumsal elitlerin yeni bir idare altında hakimiyetlerini sürdürmesi" olarak nitelemiş ve devletin de gadrine uğramıştı. Başkaya, "bölücülük propagandası" gibi bir suçlamayla 20 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.
Devlete sızan ve vesayeti pekiştiren bölgesel oligarşiler
Devlet Olma Zanaatı`ndaki derlemelerin yazarları, "bölgesel toplumsal oligarşiler"in devlete sızma taktikleri geliştirirken diğer yandan da devletin etkinliğini toplumda yaydıklarına işaret ediyor. Yazarlar söz konusu kesimlerin bunu, "memleketin devlet vesayeti altına sokulmasının pazarlık ve gözetimini üstlenerek" yaptıklarını belirtiyor. Yani devlet görevlileri ile toplumsal elitler tek bir yönetim yapısının parçaları haline geliyor. Bu süreçte de devletin çıkarlarıyla şahsi çıkarları iç içe geçiyor ve farksızlaşıyor. Bu durum yukarıda da işaret edildiği gibi Cumhuriyet döneminde de aynen sürüyor. Cumhuriyet döneminde de devlet nüfusunu "ehlileştirebilmek" için sırtını yerel elitlere yaslıyor.
CNN