03 Haziran 2015
24. göbek olarak Hazar Petak’ta değil de DikranAmed’de doğan ben Anjel Dikme tam da “Belge getirin efendim belgeniz var mı?” diye hala utanmadan, arlanmadan, hayasız ve vicdansızca, güneş ışığının sızamadığı gri-karanlık ormanlar gibi yürekleriyle papağan çığırtkanlığı yapanlara bir çift sözüm var.
BELGENİN TA KENDİSİYİM BEN! BURADAYIM ve YERYÜZÜNÜN HER YERİNDEYİM!
ANJEL DİKME
“SURGUN VE KATLIAM (sayfa 1-14)
Yıl 01.02.1932 bugünkü T.C.’nin Batman (Eluh) ilinin, (Kozluk, Hezzo) Hizva Kagak ilçesinin Artere köyünde dünyaya geldim.
Doğduğum sene Kürt harbi varmış. Bu savaş 1938 yılına kadar devam etti.”
Okuduğunuz satırlar babam Malhas Dikme’nin el yazısıyla yazıp bıraktığı 82 sayfalık anılarının giriş bölümünden alınmıştır.
1800’lerde başlayan Sason katliamları, 1909, 1915 soykırımıyla devam eder.
Ohannes dedem anlatırdı:
“Biz bir kere değil lao üç kere kesildik.”
Köylerimiz yakıldı. Kadınlarımız, kızlarımız kaçırıldı.
Kardeşlerimin öldürülüp bırakıldıkları yerde çürümüş, hayvanlar tarafından parçalanmış cesetlerini dağlardaki mağaradan topladık…
Bir tanesinin nehir suyunda çürümüş bedeninin parçalarını bez torbaya doldurduk.
Gömdük…
Sonuncuda artık inanmadık Osmanlı’nın sözlerine, askerleri öldürüp, silahlarını aldık ve dağlara sığındık. Yıllarca çoluk çocuk, kadın, yaşlı çok zor şartlarda yaşam mücadelesi verdik…
Taa ki Atatürk 1938’de ‘Kim ki eli bileğine kadar asker kanına batmış da olsa cezalandırılmayacaktır. İnin dağdan’ dedi, o zaman O’na inandık ve indik.
Cezalandırılmadık.
Sürgüne yollandık. Aileler parçalandı. Bana Dikmen soyadını, kardeşim Done’ye Kalan soyadını verdiler.”
Afyonkarahisar’da on yıl sürgünde kaldıktan sonra 1948 yılında “Kendi topraklarına dönmemek kaydıyla” özgür (!) bırakılırlar.
“Kendi toprakları” sözünün ne anlama geldiğini bu ailenin tarihini öğrendiğimizde anlıyoruz.
Savaş içinde doğan babam yayası Şamam ve Halası Arusyag’la geçirir tüm çocukluğunu çünkü maması Yeğsapet (Ehso) kendisinden yedi yaş küçük kardeşi Murat’la ilgilenmek zorundadır.
Mamasının yanına gittiğinde “Kına kına tun Çoçoyin yev hokkurin dığan es”* dermiş.
Bu cümle, hangi şartlar içinde söylendiğini anlayamayacak yaşta olan bu çocuğun yüreğinde hep kanayan bir yara olarak kalacaktı.
Şamam yaya 1967 yılının şubat ayında 126 yaşında İstanbul Surp Pırgiç Hastahanesinde rahmetli olur.
Ben beş yaşımdaydım ve babamın ertesi gün aldığı gazetede şu başlıkla yayınlanmıştı ölüm haberi:
“Türkiye’nin en yaşlı ninesi öldü.”
Babamın yıllarca sakladığı, bu gazetenin de olduğu dosyası ne yazık ki yurt dışına çıkışlarından sonra kayboldu.
Yine babamın anılarından bu döneme ait uzun bir alıntı yaparak devam edeceğim satırlarıma.
(On yıllık sürgünden sonra önce DikranAmed’e gelirler.)
“Burada ayrılmamız gerekti. Benle Sarkis** dayı Hançepek yoluna, onlar da Mergahmet yoluna doğru birbirimizden ayrıldık. Sarkis dayıdan bır sokak yukardan ayrılacaktım bu nedenle ben hemen “Dayı siz tağagansınız, bizim Surp Giragos Kilisesinin yapım tarihini bilirsiniz” dedim. Güldü “Kardaşım Surp Giragos ismini biz koyduk çünkü büyük taraf sonradan yapılmış. Essas tarihi küçük kilisedir şimdiki badarak yapılan yer. Bu kiliseyi Sasonlu Giragos isminde biri bal parasıynan yaptırmış. Bu adamın tam bin tane arı kovanı varmış Hazar Petak isminde bir yerden gelirmiş. Rivayete göre ve ağızdan ağıza bu kadar biliyoruz çünkü bu kilise tam üç defa yanmış onun için yapılış tarihini tam tamına bilmiyoruz. Kimisi milattan sonra 400 kimisi 450, 500 kimisi 600, 700 yılarında yapıldığını söylerler” dedi.
Sarkis dayıya bu soruyu sormamın nedeni 126 yaşında İstanbul’da Surp Pırgiç Yedikule Ermeni Hastanesinde ölen ve Tanrının rahmetine kavuşan Yayam büyük annem Şamamın anlattıklarından daha fazla bilgiye ulaşmak içindi. Fakat kim ne derse desin ben Yayam Şamam’dan dinlediklerime inanıyorum. Neden diyeceksiniz?
Bizim o yörede okul veya yazar yoktu herkesin, her toplumun, her soyun tarihini göbek sayarak belirlerlermiş. Babaannem bizim yani dedem ve kendisi bizim soyun 21. göbek olduğunu söylerdi. Benim Annam, Babam 22. ve ben 23. göbek oluyorum. Göbek sayısına göre ortalama yaş 60 diye hesapladığımız zaman ortaya 1380 yıl evvel olduğu yani büyük annemin söylediği tarih çıkıyor. Surp Giragos Kilisesi 6 ve 7. yüzyılları arasında yapılmıştır.
Şimdi size 126 yaşında,1967 şubat ayında çok soğuk ve karlı bir günde İstanbul’da ölen yayamın ağzından aktarıyorum. “Kök ve soyumuzun bugün bile ismi değişmemiş olan Üstörk yaylası denilen yerden oldukları ve bu soya Mumeğ Mumeğtsi derler. Halen Üstörk de büyük büyük dedelerimizin harabeleri, ev, değirmen, ağıl yerleri isimleriyle söylenir. Evinin yerine köşkü sürüm yani köşk, konakta denebilir tepesi evet halen yöre halkı bile bu isimleri kullanır.
Bu yerler dağlık ve kışın çok soğuk olduğu için yaşam çok zordur. Bu Mumeğin 7 oğlu olduğunu sayarlar.
Soğuk olduğunda her biri başka yerlere göçmüşler. Bildiğim ve duyduğum kadarıynan en büyük kardeş Muş ovasına, ikinci ve 3. Çerduya diğerleri de şimdiki Hazar Petaka gelmişler. Hazar Petak 3 veya 4 kilometre Kadar Üstörk’den aşağıda bir vadidedir. Giragos ve diğer kardeşler de burada ev yaparlar.
Arıcılık ve hayvancılık yaparlar ve arıları birkaç sene içinde arı kovanlarını koyacak yer sıkıntısı çekerler ve mecburen büyük arılıklar yaparlar. Ve arı kovanlarını yeni yaptıkları yere taşırlar. Kovan petakları sayarlar tam tamına bin tane petak olduğunu görünce buranın ismine de Hazar Petak*** derler. Halen bu yöre halkı hepside buraya Hazar Petak derler.”
24. göbek olarak Hazar Petak’ta değil de DikranAmed’de doğan ben Anjel Dikme tam da “Belge getirin efendim belgeniz var mı?” diye hala utanmadan, arlanmadan, hayasız ve vicdansızca, güneş ışığının sızamadığı gri-karanlık ormanlar gibi yürekleriyle papağan çığırtkanlığı yapanlara bir çift sözüm var.
BELGENİN TA KENDİSİYİM BEN! BURADAYIM ve YERYÜZÜNÜN HER YERİNDEYİM!
Papağan çığırtkanlığınızla, yalan bataklığınızda son çırpınışlarınızı yaşarken SİZ de bilirsiniz gerçeğin ne olduğunu ve delice korkuya kapılmanızın, bu korkuyla iyice saçmalayarak kendinizi tüm insanlık önünde rezil etmenizin nedeni de budur. GERÇEKLER kabusunuzdur…
İnsanlıktan zerre kadar nasibini almamış bu inkarcılığınız sürdüğü müddet boyunca da kabusunuz olmaya devam edecektir yaşanmış, yaşattığınız bu acı gerçekler!Yazımın başlığında alıntıladığım cümleyi merak ediyorsunuz değil mi?
Anlatayım.
11 Nisan Lozan, 12 Nisan Köln, 18 ve 19 Nisan Paris olmak üzere dört konferansa konuşmacı olarak davet edilmiştim.
Her konferansın bitiminde yanıma gelip sorular soran, sohbet etmek isteyen dinleyicilerden, soykırım sonrası 3. kuşak bir Kürt erkeğiydi bana bu soruyu soran.“Baba tarafım Sason’lu, mama tarafım DikranAmed’li” diyerek başlarım kendimi tanıtırken.Yanıma geldiğinde şaşkındı. “Sason’da da mı Ermeni vardı?” sorusunu sorduğunda ben ailemin tarihini düşünüp acı acı gülümsedim.Devletin unutturma politikalarının ne kadar güçlü işlediğinin bir kanıtıydı bu genç Kürt erkeği.“Adil Hafıza” deyip duranlar, sistematik olarak halkların hafızasına tecavüz etmeye devam ederler. Halkların hafıza kaybına uğraması için elindeki tüm imkanları kullanmaktan çekinmeyen egemenlerin, olmayan hafızalardan adalet talep etmelerinin ne derece samimi bir söylem olduğunu siz okuyuculara bırakıyorum.
Devam edecek…
27-4-2015 / Paris
*Git git sen yayanın ve halanın oğlusun.
*Diyarbakır’ın Dişçi Sarkis’i.
*Hazar petak yani Bin Kovan.
*Malhas Dikme’nin 82 sayfa el yazısıyla bıraktığı anılarıdır.
Üzerinde çalıştığım, ikinci kitabım olarak yakında basılacak olan bu anılar 1915 soykırımında kendilerini koruyan Kürt ağaları sayesinde ata topraklarında yaşamaya devam eden Sason Ermenilerine devlet tarafından yapılan zulmün cumhuriyet tarihi boyunca da devam ettiğini ve 1968’de kalan son birkaç Ermeni ailenin de nasıl ve hangi olaylar sonrası göç ettirildiğinin şahitliğidir…