18 Mart 2015
Razmik Panossian
Kanadalı siyaset bilimcisi. Calouste Gulbenkian Vakfı’nda Ermeni toplulukları departmanı direktörü, Lizbon
Bu makalede Razmik Panossian Ermenilerin son 23 yıldır içinde bulundukları “devlet sarhoşluğu”ndan artık çıkmanın zamanının geldiğine işaret ediyor. Kendisine göre genç Ermenistan Cumhuriyeti ile Ermeni halkının tarihinden gelen sebeplerle asla tam olarak kontrol edilemeyecek Ermeni diasporası arasında bir denge kurmak gerek.
Ermeni diasporası ve vatanları arasındaki iletişim 1918’de ilk cumhuriyetin kurulmasından bu yana çok temel bir mesele olmuştur. 1991’de üçüncü cumhuriyetin ortaya çıkmasından bu yana geçen 23 yıl içinde, bu geniş ilişkideki temel soru beklenildiği gibi şu olmuştur: bugünkü Ermeni devleti ve kurulmuş olan diaspora1 arasında nasıl bir ilişki vardır? Bu durumda baskın olan dinamiği Peder Levon Zekiyan’ın mücmel deyimi “devletin sarhoşluğu”nda çok güzel ifade buluyor.2
Bu “sarhoşluk” beklendik bir durum. Devletsiz geçen yüzyıllardan sonra, bağımsız bir cumhuriyetin gelişi büyük sevinçle karşılandı, göklere çıkarıldı ve desteklendi, özellikle de doğumu ve ilk birkaç yılı sancılı olduğu için: ekonomik çöküş, sarsıcı bir depremin etkileri ve Azerbaycan’la yapılan savaş bunun başlıca etkenleriydi. 1990’larda diaspora halkı dikkatlerini yeni gelişmekte olan bağımsız bir devlete vermeyi çok anlamlı buldu. Yirmi yıl sonra Ermenistan’da – daha doğrusu Ermeni oligarşi yöneticilerin elinde – orayı model bir ülkeye dönüştürmek için yeterince para var. Diasporadakiler yine de vatanlarını desteklemek gerekliliğini hissetti3. 23 yıl sonra, hem güçlü bir diasporanın oluşmasını hem de güçlü bir anavatanın kurulabilmesini teşvik etmek için saatin sarkacının biraz geriye doğru sallanması gerekiyor.
Benim savım iki taraflı: Ermenistan’la diaspora arasında doğru bir denge oluşturmamız gerektiği ve bütün ulusu kontrol etmek çabasında olan tek bir “merkez”e karşı dikkatli olmamız gerektiğini öne sürüyorum.Başka bir yerde Ermenistan-diaspora ilişkilerini ayrıntılı olarak ele almıştım.4 Bu kısa makalede bir tartışma yaratmak amacıyla birkaç noktayı vurgulamak istiyorum. Yine de daha en başından, amacımın Ermeni devletinin – yani mevcut bağımsız cumhuriyetin – önemli olmadığını savunmadığımı vurgulamak isterim. Elbette çok önemli. Ne olursa olsun, devletler, özellikle güvenlik, diplomasi, ekonomik gelişme ve kültürel üretim açısından önem (olumlu veya olumsuz şekillerde) arz ediyor.
Şimdilerde, hem Ermenistan hem de diaspora istikrarsız bir durumda. 1991’in ideallerinden uzakta olan cumhuriyette ortaya çıkan durum sorunları çok ortada olan oligarşik bir yönetim. Diğer taraftan, birçok topluluktaki diaspora liderliği ideal olmaktan uzak ve bir bütün olarak diaspora – her zaman olageldiği gibi – varlığını sürdürebilmek için her gün mücadele vermek zorunda kalıyor. Aslında, bizler şu anda Orta Doğu’da çok uzun zaman önce kurulmuş toplulukların fiziksel olarak yok edilişine tanık oluyoruz. İşin aslı şu ki devletin ve diasporanın birbirlerine ihtiyacı var. Peki ama ilişki kimin koşullarına göre kurulacak? İşte şeytan konunun bu kısmında gizleniyor – iki taraf için geçmişe ve şimdiye ait çok kırgınlık kaynağı da yine burada yatıyor.
Gerginliğin kökünde karmaşık bir cevabı olan basit bir soru var: ulusun merkezi neresi? “Elbette ki Ermenistan”, diye yanıtlıyor Erivan. Ne de olsa, hayatta kalmayı başarmış tek devlet orası (Artsakh’ı unutmadan söylüyoruz). Diasporadakilerin birçoğu bunu kabul edip Ermenistan’a bakıyorlar – ama Ermenistan’a geri dönmüyorlar. Diğerleri “neden” diye soruyor. “Biz bu Ermenistan’dan değiliz, tarihi Batı Ermenistan’ındanız, diye vurguluyorlar, diasporada bulunan insanlar için Erivan önemli bir nokta, ama onların kendi kimliklerinin, politikalarının veya hatta ilgilerinin merkezinde değil.
Bu noktada biraz dönüp tarihe bakmak gerekiyor. Altı yüzyıl boyunca kendilerine ait bir devletlerinin olmaması, Ermeniler kendilerini Ermenistan’da ve diaspora içinde, başta ulusal kilise olmak üzere ve on dokuzuncu yüzyıldan sonra politik partiler ve bağlı örgütler aracılığıyla, toplumsal örgütler üzerinden örgütledi. Diğer Avrupalılar devlet destekli ulus-kurma projelerini hayata geçirirken, Ermeni Rönesans’ı temelde diaspora üzerinden işleyen, merkezi olmayan ve çok sayıda yerel noktadan yürütülen bir süreçti. Esasen, Ermeni entelektüel yaşamının, politik hareketinin ve kültürel üretiminin ve tabi bir de ekonomik faaliyetlerinin birkaç merkezi zaten oluşmuş durumdaydı. Bunlar tarihsel olarak net bir şekilde belgelenmişti: Madras’tan Venedik’e, Bolis’ten [Konstantinopolis veya İstanbul] Tiflis’e kadar. Bu önemli merkezlerden hiçbiri on dokuzuncu yüzyılın son kısmına kadar Ermenistan sınırları içinde yer almıyordu. Modern Ermeni kimliği oluşumu o zamanlarda büyük ölçüde devletsiz bir süreçti ve sürdürülen politika da bunu yansıtıyordu. Hiçbir Ermeni başkentinin bu süreç üzerinde hakimiyeti yoktu, hiçbir Ermeni topluluğu bütün Ermenilerin merkezi olma iddiasında bulunmuyordu – ya da bulunamıyordu. 1918-1920’lerin yeni yeni yeşeren bağımsız Ermenistan’ı, Osmanlı ve Rusya Ermenistan’ından topraklar (ve hayatta kalanlar) dahil, bütün Ermenilerin merkezi olma niyetindeydi, fakat bu gerçekleşmeyecekti.
Bolşevikler ve Kemalistler bu hayale son verdiler. Yirminci yüzyılda yeni dinamikler ortaya çıktı. Marksistlerin bütünüyle kucakladığı, devletin insan evriminin temelinde bulunduğu Hegelci yaklaşım, başta sınıf çatışması, gelişme ve ulusal bağımsızlık söylemiyle (1920’ler-40’lar), sonra nihayetinde, Sovyet Ermenistan’ında ulusalcılıkla birleştirildi (1960’lar). Sonuç olarak ortaya ideolojik temelli bir tez ortaya çıktı: Sovyet Ermenistan’ı bütün Ermenilerin anavatanı ve mümkün kılınabilen en iyi devletti. Erivan’da oluşturulan bu söylemin ortaya çıkışının ve evriminin izini sürmek mümkündür. Soğuk Savaş bağlamında (ve Sovyet güçlerinin Antelias, Lübnan’da 1956’da yapılan Katolik seçimlerindeki “yenilgi”lerinden sonra), Ermeni Komünist Partisi’nin Merkez Komitesi 1957’de, Sovyet Ermenistanı’nın diaspora üzerindeki etkisini arttırmak için, yeni politikalar ve araçlar geliştirmeye karar verdi. Bu yeni politikanın en somut olarak kendini gösterdiği nokta Spiurkahayutyan Hed Meshagutayin Gabi Gomidé5 (Diaspora Ermenileriyle Kültürel Bağlar Oluşturma Komitesi)’nin kurulmasıydı, ardından dergiler, kitap yayınları ve diasporayı hedef alan başka inisiyatifler oluşturuldu. “Bakan’ın, Ermenistan Komünist Partisi Merkez Komitesi’ne ve SSCB Dış İşleri Bakanlığı’na Hitaben, Diasporanın Ermeni Kolonilerindeki Taşnaklar’ın Sovyet-Karşıtı Propagandasını Etkisiz Hale Getirme Amaçlı Çabaların Hayata Geçirilmesi Hususundaki Raporu” adında 1974 arşivlerinden etkileyici bir belge, Sovyet otoritelerinin diasporaya karşı ne tür faaliyetlerde bulunmaları gerektiğinin ayrıntılı bir listesini ortaya koymaktadır. Burada 28 madde yer almaktadır; bunların sayıları azdır (bazı son zaman politikalarıyla aralarındaki tuhaf benzerlik göze çarpmaktadır):
- Yurt dışına kitaplar, kültürel çalışmalar yürütecek görevliler ve ajanlar yollayın.
- Sovyet Merkez otoritelerinden cumhuriyetten Ermeni öğretmenlerine diaspora okullarında öğretmenlik yapma izni vermelerini isteyin.
- Diaspora çocuklarını yaz kampı için Ermenistan’a davet edin.
- Kültür Bakanlığı aracılığıyla burslar vererek gençlik gruplarını Ermenistan’a getirin.
- Yurt dışından gelip Ermenistan’da okumakta olan Ermeni öğrencileri arasındaki politik duyarlılık hissini kuvvetlendirin.
- Sempozyumlar düzenleyin.
- Armenpress ve Kültür Bakanlığı’nda Sovyet başarılarını vurgulayın;
- Yurt dışına Ermeni filmleri yollayın ve film festivalleri organize edin.
- Intourist aracılığıyla propagandalar yapın.
- İlerici Ermeni kuruluşlarını davet edin ve iç çatışmalarını çözmede onlara yardımcı olun;
- Eçmiyadzin’deki Katoliklerden diasporayla ilgili faaliyetlerini arttırmalarını isteyin.6
Net bir şekilde görüldüğü gibi, uzlaşma üzerinden yürütülen stratejik bir tavır ve Sovyet devletinin diaspora içinde ve üzerindeki etkisini kurmak için son derece incelikli “yumuşak” bir yaklaşım izleniyordu. Esasen, bütün bu çabalardaki ve (iki isim verecek olursak) Kevork Emin ve Sylva Gabudikian gibi önemli yazarların söylemlerindeki mesaj, Erivan’ın bütün Ermeniler için en önemli kültürel merkez olduğu ve diasporanın eninde sonunda yok olmaya mahkum olduğu yönündeydi. Bu strateji işe yaradı. Kültür ve kimliğin kaynağı olarak devletin üstünlüğü açıkça ortaya kondu. Dahası, komünist rejimlerin merkeziyetçilik eğilimleriyle birleştirildi. Ermenistan’daki Sovyet rejiminin çökmeye başladığı 1980’lerin sonlarına kadar, Ermenistan’daki ve diasporadaki baskın tavır Sovyet Ermenistanı’nın Ermeni dünyasının merkezinde yer aldığı yönündeydi.
Elbette diasporada böyle bir politikanın başarılı olması için gereken uygun ortam mevcuttu. Diasporanın önemli bir kısmı Sovyet Ermenistan’ı destekliyordu – ya da en azından onun egemenliğini kabul ediyordu. 1940’ların sonlarında yaklaşık 100 000 kadar diasporalı Ermenistan’a “vatana dönüş” yaptı ve bu birkaç “vatana dönüş” dalgasının en büyük olanıydı. Pasif bir topluluk olmaktan uzak olan toplumsal politik partilerin liderliğindeki diaspora ulusal meseleler konusunda harekete geçti, örgütlendi ve savunucu kimliğini üstlendi. Kendi içinde ideolojik bölünmeler olan diasporadaki bazı topluluklar Sovyet vatanı daha 1920’lerden itibaren desteklemeye başlarken, diğer bir kesim de Komünist rejimini reddetti. En etkili diaspora örgütü olan Sovyet-karşıtı Taşnak partisinin, 1920’lerde ve 1930’larda Cumhuriyet’i tamamen reddeden tavrından 1970’ler ve 1980’lerde “tek bir” anavatan olarak burayı kabul etmelerine kadarki, evriminin izlerini sürmek oldukça ilgi çekicidir. Önemli Ermeni toplulukları içinde dünya çapındaki “Demir Perde”nin benzerleri oluşturulmaya başlanırken, her iki taraftaki aktivistler bunun oluşumuna ve yapılanmasına katkıda bulundular. Yine de, Demir Perde’nin içinde bulunan topluluğa rağmen, nihayetinde Sovyet Ermenistan ve diasporadaki yandaşlarının görüşleri hakim olan görüş oldu.
Sık sık diaspora danışmanları tarafından desteklenen Ermenistan’daki Sovyet-sonrası hükümetler, istikrarlı bir şekilde bu mantığı benimsemişlerdir. Elbette, Erivan’ın diasporaya karşı aldığı tavırda, özellikle Ter-Petrossian ve Kocharian hükümetleri arasında, önemli değişiklikler oldu. Daha sonra gelen yönetimler diasporayla bağlar kurdukça, Sovyet-kaynaklı merkeziyetçilik ve kontrol çabaları, bazen doğrudan bazen de dolaylı olarak, varlığını sürdürdü. Bugün bazı diaspora entelektüellerinin ve liderlerinin Ermenistan konusunda ortaya koyduğu hayal kırıklığı, resmi konumlarda bulunanların, gerek kurumsal gerek de ideolojik mekanizmalar üzerinden, diasporayı kontrol etmeye – veya en azından yönlendirmeye – yönelik teşebbüslerine karşı gösterilen bir tepkidir.
Diasporanın kontrol etme eğilimlerini de görmezden gelmemek adına, 1990’ların başlarında belli başlı bazı diaspora liderleri arasında, özellikle de Taşnak partisi liderleri arasında, kendilerinin ulusun “gerçek” liderleri olduğu ve Ermenistan’da karşılarında herhangi ciddi bir rakip güç olmadan bağımsız Ermenistan’ı yönetmeleri – veya en azından politikalarında başlıca kararları verme hakları olması – gerektiğine dair bir tavır hakimdi. (Genelde başarılı olan) Ermenistan’ın Türkiye’ye karşı yürüttüğü uzlaşma politikalarındaki Diaspora hareketi (örn. 2009 protokolleri) diasporanın kendi önceliklerini ortaya koyduğu bir başka örnektir. Türkiye ile ilişkiler konusuna gelince, diasporadaki Ermeniler bu konuda söz söyleme hakları olduğunu hissettiler ve politika belirlemeleri değilse de en azından etkileyebilmeleri gerektiğini hissediyorlardı.
İster Erivan’dan ister başka yerden olsun, Ermeni diasporasını tek bir merkezden kontrol etmek imkansızdır. Diaspora kendi içinde büyük çeşitlilik arz etmekte, fazlasıyla merkezsiz hale gelmiş ve – en azından başarılı bir şekilde – kontrol edilemeyecek kadar bağımsız. Elbette ki zayıflatılabilir, ama etkili bir şekilde kontrol edilemez. Zaten edilmesi de gerekli değil. Asıl gücü – ve Ermenistan halkının gücü, merkezleşmemiş olmasından ileri gelmektedir. Ermeni kültürü merkezleşmemiş olması, birden fazla kültürel merkezi ve diaspora topluluğu olması dolayısıyla soykırımdan hayatta kalabilmiştir. Ne Jön Türkler ne de Stalin’in korku yönetimi bütün bir halkı tamamen yok edemedi çünkü başka yerlerde Ermeniler yaşıyordu. Merkeziyetçilik ve kontrol aynı madalyonun iki yüzü gibi (ve birçok devlette işler haldeler). Kanımca her ikisi de, Ermeni halkının varlığını sürdürmesi yönünden sakıncalıdır. İşte neden tehlikeli stratejiler olduklarına dair benim üç görüşüm.
Öncelikle, yukarıda belirtildiği gibi, bunlar Ermeni ulusunun tarihsel tecrübeleri yönünden yabancısı oldukları stratejilerdir. Alt metni merkeziyetçilik olan “Birlik”, yüzyıllar boyunca şairlerin ve politikacıların kullandığı, ama ciddi politika belirleyicilerinin tercih etmediği, sadece sözden ibaret toplanma çağrıları olmuştur. En son var olan Ermeni krallıklarına, yedi yüzyıl veya daha da geçmişe gitsek bile, bunların kralları etki alanlarında tutabilen güçlü yerel prenslere sahip son derece merkeziyetten uzak devletler olduğunu görürüz. Merkezîleştirme Ermeni politik geleneğinin bir parçası değildir. Komünist merkeziyetçiliği çok kan dökülerek ve acı çekilerek elde edildi ve sonunda Ermenistan’da başarılı olmadı.
İkincisi, şu an gelinen noktada, dürüstçe şu soruyu soralım: nereye ve kimin kontrolündeki bir merkeziyetçilikten bahsediyoruz? Ermenistan’ın kendisi bir yığın ciddi sorunla karşı karşıya. Evet, burası varlığını sürdüren tek Ermeni devleti, ama burası zayıf kurumları, gerçek iktidarın gayri resmi yöntemlerle işlediği bir politik sistemi, oligarşik bir ekonomik sistemi ve tek bir bölgesel süper güce bağlı yabancı ve askeri politikaları olan bir ülke. Ermenistan son yirmi yıl içerisinde birçok başarı elde etmesine rağmen, yine de zorluklarla dolu bir konumdaki oldukça zayıf bir devlettir ve ciddi göç sorunları vardır. Burayı Ermenilere ait olan her şeyin başlangıç ve bitiş noktası yapmak hiç iyi bir politika değildir. Güçlü ve bağımsız bir diaspora sahibi olmak ulusal bir “sigorta poliçesi”ne denktir.
Üçüncü nokta yukarıdaki ikisinden ileri gelmekte ve geleceğe yönelik bir harekete işaret etmektedir. Diaspora kurumlarını Ermenistan lehine bir hareket uğruna dağıtmak son derece sorumsuzca bir davranıştır. Bundan elli yıl sonra bir Ermeni diasporası olacak. Bunun ne şekilde ve hangi özelliklerde olacağını bilmiyoruz ve bunu kendimiz tanımayabiliriz, ama dünyanın her yanında kendilerine diasporalılar diyecek ve belli başlı konularda harekete geçecek Ermeniler olacak. Bunu aynı kesinlikle bağımsız Ermeni cumhuriyetinin varlığı konusunda söyleyemem. Elbette bağımsız, güçlü, canlı, müreffeh ve demokratik bir Ermenistan’ın var olmasını istiyorum (ve bütün Ermenilerin hedefi bu olmalıdır) ama ekonomik, jeopolitik, demografik ve – en kaygı verici olan – askeri eğilimler başka, daha kaygı verici, bir resim ortaya koymaktadır. Elbette, Ermeniler şimdiki bölgelerinde kalacaklar, ama burası bağımsız bir devlet olarak kalmaya devam edecek mi? Yoksa başka bir imparatorluktaki özerk bir bölge mi olacak? Yoksa düşmanlar tarafından kuşatılmış bir toprak mı olacak? Ya da genişlemiş bir Avrupa Birliği’nin bir parçası mı? En iyisini umalım ama en kötüsüne karşı da hazırlıklı olalım. Eğer Ermeniler bir kez daha kendilerini devletsiz bir halde veya devletin yardımını alamayacakları bir kriz durumunda bulursa, güçlü kurumlar önderliğindeki güçlü bir diasporadan başka onları kim destekleyebilir.
Kısacası, Ermenilerin son 23 yıldır içinde bulundukları “devletçiliğin sarhoşluğundan” ayılmanın zamanı gelmiştir. “Diasporayı unutun, Ermenistan’a gelin!” diye bağıran “sarhoşlar” ve onlara “Ermenistan bizim evimiz değildir!” diye yanıt veren “yasakçılar” arasında, elbette ki ulusun her iki tarafına da saygıyla yaklaşan ve bir tarafı diğerine boyun eğmeye çağırmayan bir orta yol vardır. Bu görüş Ermeniler için tek bir ulusal merkez olması gerektiğini reddetmektedir ve diğerleri için ilişkilerin şartlarını ortaya koymaktadır. Ne de olsa, müreffeh ve emniyetli bir Ermeni ulusu hem devlete hem de (kendi içinde çeşitlilik arz eden birçok topluluktan oluşan) diasporaya sıkı sıkıya bağlıdır ve bunlar hem birbirlerinden bağımsız hem de birbirlerini güçlendiren bir karakterdedir. Birini güçlendirmek için diğerini zayıflatmak sadece kötü bir strateji değil, düpedüz tehlikelidir. Ermenistan ve diaspora arasındaki gerginlik yakınılacak veya ortadan kaldırılacak bir durum değil. İyi politikalarla ve saygı temelli bir yaklaşımla, yaratıcı ve üretken bir gerilime çevirilebilir. Evet, devletler önemlidir, ama gelin Ermeni kültürünü, eğitimini ve kimliğini yüzyıllar boyunca ayakta tutmuş diasporayı, 23 yaşındaki cesur ama sorunlarla dolu bir devletin sunağında kurban etmeyelim.
Sözlerimin çok doğrudan olduğunun farkındayım ama üzerine yazdığım, çoğu zaman özel olarak konuşulan ama nadiren alenen tartışılmayan çok hassas bir konudur. Üzerine çok araştırma ve analizler yapmak gerekiyor. Bu kısa makale başka çalışmaların ve tartışmaların yapılması için atılmış küçük bir adımdır.
Repair