20 Mart 2015
“Düşmanı yenmek, karşısındaki orduyu kaçmaya mecbur etmek ve alayın sancağını düşmanın ordugâhına dikmek… Bu duygular içinde sabırsızlıkla savaşı bekliyor ve subaylarımıza sık sık ne zaman sınıra gideceğimiz, kendimizi ne zaman ispatlayacağımız hakkında sorular soruyorduk.” (s. 267)
Balkan Savaşları sırasında Osmanlı ordusunda cepheye giden Ermeni bir gencin kaleminden dökülmüş bu sözler. Yine Ermeni bir anne olan Mannik Hanım aynı savaşa gönderdiği tek oğlunun hayırlı haberlerini bekliyor. Beklerken de boş durmuyor. Geceleri uyumayıp Kızılay Cemiyeti’nde askerler için iç çamaşırı dikiyor. Belki biri de Yervant’ına denk gelir diye…
Ermeni Etibba Cemiyeti kitabına ait bu cümleler Türk toplumundaki Ermeni algısına da, resmî tarihin söylemine de uymuyor. Resmî ideolojinin tezgâhında yetişen nesillerin aklına Ermeniler ve Türkler denilince, binlerce asırlık gerçeğin hilafına, sadece kin ve nefret dolu düşünceler üşüşüyor.
Aslında kitabın amacı 1912’de İstanbul’da Ermeni hekimler tarafından kurulan Ermeni Etibba Cemiyeti’nin faaliyetlerini ve cemiyet tarafından 1920’de yayımlanmaya başlanan Tarman (Türkçe derman) dergisini incelemek. Bu sebeple kitabın büyük bir kısmı cemiyetin yürüttüğü tıbbî hizmetlere ayrılmış. Ancak sayfaları çevirdikçe kurulduğu ve hizmet verdiği dönemin siyasî şartlarında cemiyete mensup Ermeni doktorların yüzleşmek zorunda kaldıkları dramlara ve yaşadıkları sıkıntılara da tanıklık ediyoruz.
Cemiyet II. Meşrutiyet’in getirdiği özgürlük ortamında Ermeni halkının ve hekimlerin sorunlarıyla ilgilenmek amacıyla kurulmuş. II. Meşrutiyet’e giden süreçte İttihat ve Terakki’ye tam destek veren Ermeniler vaat edilen reformların gerçekleşmemesi, eşitlik ve özgürlük ilkelerinden uzaklaşılması sebebiyle hayal kırıklığı yaşamışlar. Balkan Savaşları Ermeni siyasî partilerinin İttihat ve Terakki liderleri hakkındaki kuşkularını arttıran faktörlerden biri kitabın tespitlerine göre. Buna karşın Balkan Savaşları’nda Osmanlı Devleti desteklenmiş ve pek çok Ermeni vatanı için savaşmak amacıyla cepheye gitmiş. Avrupa’daki toprakların tamamen kaybedildiği bu savaşın sonuçlarından biri de Osmanlı halkları arasındaki işbirliğinin kaybedilmesi ve “Osmanlılık” söyleminin yerini etnik bir kimlik üzerinden tanımlanan ulus-devlet fikrine bırakması olmuş.
1914’te Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na girdiği bu sıkıntılı dönemde Ermeni toplumunun siyasî krizler karşısında yeknesak bir duruş sergilediği düşünülemez. Bunun en belirgin örneği seferberlik ilanına çeşitli Ermeni grupların farklı tepkiler vermesidir. Ermeni Millî Meclisi Osmanlı Devleti’ne bağlılığını ve her Ermeninin savaşta üzerine düşen görevi yerine getireceğini duyururken bazı örgütler bu karara destek vermemiş. Yine Ermeni hekimlerin savaş sırasındaki tavırları da dikkate şayan. Tehcir sebebiyle akrabaları göçe mecbur edildiği halde cephelerde Osmanlı ordusuna hizmet etmişler ve savaş bitene kadar da görevlerini sürdürmüşler. Bazıları da canını vatan için feda etmiş.Tehcir yüzünden yaşanan sağlık problemleri ve yetim kalan Ermeni çocuklarının bakımıyla ilgili çalışmalar yapmak amacıyla, Cihan Harbi sırasında kapatılan Ermeni Etibba Cemiyeti 1919’da tekrar açıldı. Tarman dergisi de bu süreçte (1920-1922) yayımlandı. 1922’de tamamen kapatılan cemiyet faaliyetlerine daha sonra Paris’te devam etti.
Kitabın verdiği bilgiler ışığında etnik milliyetçilik üzerine inşa edilen ulus devlet fikrinin Osmanlı İmparatorluğu gibi çok milletli siyasî yapıların sonunu getirdiğini söylemek mümkün. Resmî tarihin tek tipleştirmeye ve ötekileştirmeye yatkın bakış açısı 1915 olayları hakkında “gerçekte taraflar arasında ne yaşandı” sorusunu sormamızı engelliyor. Bütün Ermenileri büyük bir nefret söylemiyle aynı kefeye koyarak düşman ilan ediyor. Oysa onların arasında Osmanlı’nın bekası için canını verenler de vardı, küçük bir Müslüman kızı tedavi ettiği için soydaşı olan Ermeni bir doktoru öldürenler de…
Sessiz Senfoni