25 Haziran 2014
Yeşilçam “Türk Sineması”ydı; hep öyle adlandırıldı, anıldı. İlk dönemlerinde “yerli sinema” diye de tanımlandı uzunca bir süre. Filmler yerli film (Türk filmi)-yabancı film (ecnebi filmi) diye tanımlanırdı.
“Türk sineması” olmasına, Türk filmi üretmesine karşın başlangıcında oyuncularının önemli kısmı azınlıklardan oluşuyordu. Cumhuriyet öncesi döneminde Müslüman Türk kadınlarının filmlerde oynaması yasaktı. Bu nedenle ilk dönem Türk filmlerinde Ermeni, Rum, Beyaz Rus gibi gayrimüslim azınlıklardan kadın oyuncular rol alır. 1916 yılında çekilen Himmet Ağa’nın İzdivacı filminde oynayan Rozali Benliyan ve Lusi Avuşyak, Sedat Simavi’nin çektiği “Pençe”(1917) filminde oynayan Eliza Binemeciyan bu oyuncuların ilklerindendir. Onları Matmazel Blanche (Binnaz, 1919), Lydia Ley (Koruyan Ölü, 1917), Madam Kalitea, Bayzar Fasülyeciyan (Mürebbiye, 1919), Madam Sarmatova, Anna Mariyeviç, Helena Antinova (Boğaziçi Esrarı, 1922) gibi isimler izler. Yine 1922 yılında Muhsin Ertuğrul’un yönettiği “İstanbul’da Bir Facia-ı Aşk” filminin başrolünde Anna Mariyeviç oynar. Aynı filmde oynayan diğer kadın oyuncular da gayrimüslim azınlık oyuncularıdır. Roza Felekyan, Liane Console, Aznif Mınakyan, Siranuş Aleksenyan’dır bu oyuncular.
Cumhuriyet’le birlikte Müslüman Türk kadınları da filmlerde oynamaya başlarlar. Türk kadın oyuncuların yer aldığı ilk film Muhsin Ertuğrul’un yönettiği “Ateşten Gömlek” (1923) filmidir. Bu filmdeki kadın oyuncular Bedia Muvahhit ve Neyyire Neyir’dir.
Sinemamızın ‘Yeşilçam döneminden’ de tanıdığımız, bildiğimiz çok sevdiğimiz ‘farklı azınlıklardan’ oyuncuları vardı; Ermeni, Rum, Kürt, Arap, Laz, Çerkez… Çoğu dünya ölçeğinde büyük ve etkili oyunculuklarıyla Türkiyeli oyuncular, unutulmayan yüzlerdi onlar.
Yılmaz Güney gibi Kürtlüğünü, Nubar Terziyan gibi Ermeniliğini gizlemeyenler, dillendirenler kadar, Türkiye Ermenisi olan Kenen Pars’ın kendini Kirkor Cezveciyan’lığını gizlemek zorunda hissetmesine de tanık olduk. Kenan Pars, “Kirkor Cezveciyan, sadece kimliğimdeki adım. Kullanmıyorum. Türkiye’de doğan, Türkiye Cumhuriyeti nüfus cüzdanını taşıyan, bir Türk gibi yaşayan adama ne denir? Ben bir Türk’üm” demişti.
AYHAN IŞIYAN, NUBAR TERZİYAN
“Yıldız’ın açtığı müsabakada erkeklerden birinciliği kazanan Ayhan Işıyan, İpekçilerin çevireceği ‘Yavuz Sultan Selim’ filmi ile henüz ismi açıklanmayan diğer bir filmde başrolleri oynamak üzere parlak bir kontrat imza etmiştir.”
29 Eylül 1951 yılına ait haftalık sinema dergisi Yıldız’ın, yerli haberler sütununda yer alır bu satırlar. Birkaç sayfa öncesinde de bu kontratı belgeleyen fotoğraf vardır. Sonraki yıllarda Yeşilçam’a kral olarak damgasını vuran Ayhan Işık’tır sözü edilen Ayhan Işıyan. O yıl, Yıldız dergisinin açtığı yarışmada Belgin Doruk’la birlikte birinci seçilmiştir. Ayhan Işık’ın, Ayhan Işıyan olarak öyküsü 1926 yılının Mayıs ayında, İzmir’de başlar. Yoksul bir çocukluk yaşar. Babasını kaybettiğinde altı yaşındadır. Aile İstanbul’a göçer. Güzel Sanatlar Akademisi’nin resim bölümüne de kayıt yaptırır. Akademide okurken de sürdürür çalışmayı. Artık “Ressam Ayhan Işıyan”dır ve Bab-ı li’de çeşitli dergilerde ressam olarak çalışıyordur. Çok düzgün bir fiziği vardır. Türkiye yayınevinde çalışırken, Atlas Film’in sahibi Murat Köseoğlu, Ayhan Işıyan’a artist olmasını teklif eder. Yine o günlerde tanıdığı Yıldız dergisinin yazı işleri müdürü Sezai Solelli’nin ısrarı ve teşvikiyle, derginin açtığı yarışmaya katılır ve birinci seçilir. Ayhan Işıyan yarışmaya katılmayı kabul eder, fakat bir endişesi vardır; soyadının ermeni kökenli çağrışımı yapması! Ayhan Işık’ın Ermeni sanılmasından duyulan endişe, oyunculuğa başladığında, ‘Işıyan’ olan soyadının ‘Işık’ olarak değiştirilmesine neden olur.
Ölümünden kısa bir süre önce bir televizyon programında izlediğim Yeşilçam’ın sevimli, iyi kalpli tonton oyuncusu Nubar Terziyan “Benim adım Nubar, hiç kötüyü oynamadım, seyircimin beni filmlerde kötü adam olarak görmesini, öyle hatırlamasını istemedim” diyordu.
Nubar Terziyan, Ayhan Işık’ın ölümü üzerine bir gazeteye, “Oğlum Ayhan, dünya fanidir ölüm herkese nasip ama sen ölmedin zira geride bıraktığın bizlerin ve milyonların kalbinde yaşıyorsun. Ne mutlu sana (...) Amcan: Nubar Terziyan.” yazan bir ilan verir. Bu ilanın yayımlanmasının ardından Ayhan Işık’ın ‘Ermeni’ olarak algılanmasından ‘endişe duyan!’ ailesi ise şöyle bir ilan verir: “Önemli bir düzeltme. ‘Amcan Nubar Terziyan’ imzasıyla çıkan ilanla sevgili varlığımız Ayhan Işık’ın hiçbir ilişkisi yoktur. (...) Görülen lüzum üzerine üzüntüyle duyururuz. Ailesi.”
16 Haziran Ayhan Işık’ın ölüm, 17 Haziran en çok Hafize Ana olarak belleklerimize kazınan Adile Naşit’in doğum yıldönümüydü.
ADİLE NAŞİT
Adile Naşit’in babası komedyen Komik-i Şehir Naşit, annesi de dönemin ünlü kanto yıldızlarından tiyatro oyuncusu Türkiye Ermenisi Amelya Hanım’dır. Adile Naşit çok sevdiği oğlu Ahmet’i 16 yaşında yakalandığı bir hastalık nedeniyle kaybetmişti. İçindeki çocuk özlemi ve acısı hiçbir zaman dinmez. Onun her gece televizyon ekranından masallarıyla büyüttüğü ‘kuzucukları’ bugün yirmili-otuzlu yaşlardalar. Filmlerindeki şen kahkahaları ise bugün yaşayan bütün kuşakların kulaklarında.
Babası Komik Naşit Bey, bizim yetişemediğimiz yıllarda Direklerarası’nda izleyenleri yıllarca nasıl güldürdüyse, Adile Naşit de bizi yıllarca filmlerindeki neşeli karakterleriyle güldürdü, zaman zaman hüzünlendirdi. Adile Naşit’in babası ömrünü tiyatroya, insanları güldürmeye adamış ünlü Komik Naşit Bey, son yıllarını yokluklar, yoksulluklar içinde geçirmiştir. Öldüğünde ise yoksulluk ve birikmiş epeyce borcu kalıyor miras olarak, çocukları Selim Naşit ve Adile Naşit’e. Bir de tabii ki sanatı…
İrma Felegyan; bilinen adıyla Toto Karaca. Sanatının yanı sıra Cem Karaca’nın annesi ve aktör Mehmet Karaca’nın eşi olarak da hatırlanan Ermeni asıllı opera, tiyatro ve sinema sanatçısı. Mehmet Karaca’yla evliliğinden sonra adını Toto olarak değiştirir. Müzikli oyunlarda İrma Toto adını kullanırdı.