21 Şubat 2013
Geçtiğimiz haftalarda Ermeni gezgini Antranik`in “Dersim Seyahatname” isimli kitabı Aras yayınları tarafından yayımlandı. 1888 yılında Antranik Dersim`e gidiyor, bölgede birçok yerleşim yerini dolaşıyor ve gittiği yerlere dair, o tarihe ait birçok bilgi ve anı aktarıyor. Bence hepsi birbirinden değerli bilgiler. Malum; sözlü aktarım geleneğinin çocuklarıyız, yazılı bir tarihimiz yok, 1938 öncesine dair bilgilerimiz de çok sınırlı, devlet arşivleri ve gezginlerin seyahatnameleri dışında bildiğimiz çok az şey var. Bu bağlamda Andranik`in Dersim Seyahatname adlı kitabı çok özel bir kaynak.
Antranik, kitabında gezdiği yerlerin nüfuslarını da vermiş, bu bilgi çok dikkatimi çekti. Çünkü Antranik`in gittiği köylerin çoğunda ciddi bir Ermeni nüfus var, hatta bazı köylerde 250-300 haneden sadece 8-10 tanesi Kürt diğerlerinin tamamı Ermeni. Örneğin türüşmek (aktuluk) köyünde sadece 4-5 hanenin Kürt olduğunu söylüyor Andranik, kalanı Ermeni. Dersim`de Ermenilerin de yaşadığını elbette biliyorduk, halen bir çok köy ve bölgenin isimleri Ermenice, bir çok kilise yıkıntısı var, hala yaşayan Dersimli Ermeniler de var ama yine de; daha 110-120 yıl öncesine kadar Dersim`de bu yoğunlukta bir Ermeni nüfusun yaşadığını bilmiyordum, beklemiyordum, kitabı okurken çok şaşırdım.
Evet, Türkiye`de 1915 yaşandı, bir buçuk milyon Ermeni yok oldu, Anadolu`nun birçok yerinde büyük acılar ve kıyımlar yaşandı. Bahsi geçen dönemde sadece Dersim`de değil birçok yerde kalabalık Ermeni nüfusu vardı, mesela Antranik`in dersim seyahati sırasında uğradığı Harput (Elazığ) o dönemde Ermeni kaynıyor. Fakat biz Dersimlilerin, diğer bölgelere göre bir farkımız vardı; her fırsatta Ermenileri öldürmediğimizi, dışardan Dersim`e sığınan Ermenileri de koruyup kolladığımızı söylüyoruz. Bir önceki yazımda belirtmiştim; “1915 soykırımında kimi kaynaklara göre 20-30 bin Ermeni Dersim`e sığınır ve Osmanlı, bu Ermenilerin teslim edilmesini talep ettiğinde, Seyit Rıza`nın babası Seyit İbrahim devlete “Biz yaralı kartalları avcılara teslim etmeyiz” diyerek, Ermenileri devlete teslim etmeyi reddediyor.” Bu bilgiyi Hüseyin Ayrılmaz anlatmıştı ve duyduğumda hem çok etkilenmiştim hem de çok sevinmiştim.
Tüm bu veriler ve anlatıların ışığında ister istemez şu soru geliyor aklıma. Madem onları biz öldürmedik, Osmanlı`ya da teslim etmedik, koruduk, o halde 1888-1895 yıllarında sayıları bir hayli olan dersim Ermenilerine ne oldu, şimdi niye yoklar, nereye kayboldu bu kadar Dersim Ermenisi? Bu soruyu tekrar ve tekrar kendimize sormalıyız sanırım. Dersim dolayımıyla, orada yaşayan Aleviler, Zazalar, Kürtler, Türkmenler dahil herkesin de sorması gerekir.
Bir kısmı başka yerlere göç etti diyelim, bir kısmını münferit olaylarda biz öldürdük, bir kısmını koruyamadık, bir kısmını da Osmanlı öldürdü diyelim. Ama yine de durumu kurtarmıyor bu açıklamalar. Vakti zamanda tamamına yakını Ermeni olan köylerden bugün niye hiç bir eser yok? Dersim`de bugün hala kendi geleneklerine göre yaşayıp giden, kiliselerinde ibadet eden bir tek Ermeni köyü dahi neden yok? Herkesin kardeşçe yaşadığı, kimsenin birbirinin diline, dinine, rengine karışmadığı, kimsenin kimseyi ötekileştirip ezmediği Kırmanciye coğrafyasında bunun açıklamasını ne ile yapacağız?
Geriye sadece iki ihtimal kalıyor; ya biz münferitten fazla Ermeni öldürüp, kalanları da söylediğimiz gibi fazla koruyamadık, sahip çıkamadık ya da bu Ermeniler asimile olup içimizde kaldılar. Aklıma üçüncü bir ihtimal gelmiyor. Eğer Ermeni çoğunluğu biz öldürmediysek, o zaman Dersim`de şu an Kırmanc, Zaza, Kürt, Alevi, Türkmen olarak yaşayan insanların önemli bir kısmı; bölge inancına, ortamına, diline ayak uydurmuş Ermeniler olması gerekir. Bunu da sorgulamak durumundayız. Hani; kurdun-kuşun hatırını kutsal bilen o kadim vicdanın çocukları olarak, bu konuyu daha ciddiyetle sorgulamak, bununla yüzleşmek durumunda değil miyiz?
Yüzleşmek sadece kabul etmekle, hak vermekle olmuyor, aynı zamanda gereğinin de yapılması gerekir. Bugün Dersim`de bir çok aşiretin içinde Ermeniler olduğu zaten sır değil. Arjantinli gazeteci Avedis Hadjian, hepimizin bildiği bir cümleyi dillendiriyor; "Türkiye`de yüz binlerce `gizli Ermeni` yaşıyor" Türkiye genelinde yaygın Sünni-muhafazakar anlayış içinde Ermeniler, kendilerini mecburen saklıyorlar ama Dersim`de buna gerek var mı? Son yıllarda kurulan Dersim Ermenileri Derneği, Dersim`deki Ermenilerin kendilerini keşfetmesine ve cesaret bulmasına vesile olduysa da hala çok sayıda `gizli Ermeni` aramızda yaşamaktadır. Aynı zamanda Ermenilerin de yurdu olan Dersim`de, bugün yaşayan bir tek Ermeni kilisesinin olmayışı bence büyük bir ayıptır. Hazır yüzleşme demişken; eski kiliselerin kalıntılarından birinin onarılıp resmen ibadete açılması ve farklı kimliklerle yaşayan Ermenilerin, kendi kültürlerine dönüşlerinin cesaretlendirilmesi, desteklenmesi hem Dersim`e yakışır bir tavırdır hem de Ermeni kirvelerimize, komşularımıza ve Orhan Bakır`a (Armenak Bakırciyan) karşı boyun borcumuzdur.
Hazır Türkiye`de bir barış iklimi oluşuyorken, geçmişte yaşanan acıların üzeri açılıyorken ve bir çok konu daha rahat konuşuluyorken; en başta o kadim vicdanın mirasçısı olan ve kendileri de büyük bir kıyım yaşamış Kızılbaş Dersimliler; kendi Ermenileriyle yüzleşme biçimleriyle, tüm Türkiye`nin kendiyle yüzleşmesine vicdani bir örnek oluşturabilirler. Türkiye`nin karanlık geçmişinde yaşanan acıların sağaltılmasına bu şekilde katkı koyabiliriz. Barışın dili, ancak kendimizle ve komşularımızla barıştığımızda gerçek bir barışa dönüşür.
Bu vesileyle; kendisine Ermeni denmesini hakaret suçu sayıp dava bile açmış bulunan Dersimli Kılıçdaroğlu`nun da kendisiyle yüzleşmesine ve belki Ermeni kardeşlerinin gönlünü almasına ya da özür dilemesine ön ayak olabiliriz değil mi? Yine; Ermeni hazinelerini bulmak adına, dağ-taş gezip, devlet erkanı ve kolluk kuvvetleriyle işbirliği halinde bütün ziyaret yerlerini ve kutsal mekanları bile delik deşik eden bir kısım Dersimlinin, bu yaptıklarından utanmasını da sağlayabiliriz belki. O korkunç kıyım esnasında, can telaşı yaşayan Ermenilerin sağa sola gömdüğü değerli madenleri, onların acılarını hiçe sayarak yağmalamak, ondan fayda sağlamak hangi vicdana sığıyor ki?
Görüldüğü gibi Ermeni meselesi, sadece Ermeni meselesi değil. Daha 100 yıl öncesine kadar, bu topraklarda bizimle yaşamış Ermenilerin sorunu ve onların kanayan yarası, asıl olarak vicdanlarımızın sorunudur ve vicdanlar duymamaya devam ettikçe kanamaya devam edecektir. Son olarak Samatya`da öldürülen yaşlı Ermeni kadınlarımızın başına gelenleri hatırlayalım; öksüz vicdanlar, acılarımızı çoğaltmaya devam ediyor..
Ek:
Ermeni kızı Vartanoş`un Kekil Ağa tarafından, Dersim`e kaçırılması üzerine, Harput ve çevresinde Ermenilerce söylenen meşhur “Dersim dört dağ içinde” türküsünü; 1937 yılında kaydedilen Vartan Margosian yorumuyla paylaşıyorum. (Mikail Aslan`ın Petag albümünden)