17 Mayıs 2012
Umarım `Medyada Gayrimüslim Algısı` konulu toplantımız, gayrimüslimlere bir nebze hoşgörü olarak geri döner.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın davetlisi olarak iki gündür Heybeliada’dayız. Bir grup medya mensubu olarak ‘Medyada Gayrimüslim Algısı’nı tartışıyoruz. Bu tür toplantılarda insan en az söylenenler kadar gözlemlediklerinden de pek çok şey öğreniyor.
Adaya iner inmez ilk iş, Ruhban Okulu’nda soluğu alıyoruz. Bizi taşıyan faytonlardan birisi, bir diğerine, gideceğimiz yeri ‘Papaz Okulu’ diye tarif edince, okulun ‘yerel’ adını da öğrenmiş oluyorum. Okul 1971’den beri kapalı. İçeride gezerken duvarda Atatürk’ün ‘Ey Türk Gençliği’ diye başlayan hitabesi ve hemen yanında ‘Ey Büyük Ata’ diye başlayan ‘cevabı’ görünce, bütün gün bunların önünden geçen Rum gençlerinin neler hissetmiş olabileceğini düşünüyorum...
Başpapazın davetlisi olarak katıldığımız öğle yemeği oldukça keyifli geçiyor. Başpapazın Yunanca ettiği duayla başlıyoruz yemeğimize. Bu defa da etrafımdaki mütedeyyin insanların bu ‘yemek duası’ sırasında neler hissetmiş ve düşünmüş olabileceklerini merak ediyorum. Hiç kimsenin yüzünde bir rahatsızlık ifadesi görmemiş olmak keyfimi yerine getiriyor. Derken gözüm ev sahiplerinin olduğu tarafa giden iki şişe şaraba takılıyor. Bardağımı uzatıyorum kırmızı şarapla doldurmak için. Masanın benim oturduğum tarafında başörtülü hanımlar çoğunlukta. Şarap içmem konusunda, “Ev sahiplerinin kendilerini yalnız hissetmemeleri için yaptığım bir fedakârlık bu” diye espri yapınca, masamızdan kahkahalar yükseliyor. “İşte benim Türkiyem” diye düşünüyorum içimden. Tam burada, dindar Müslümanı, Hıristiyanı, Yahudisi ve seküleriyle, bir masanın etrafında farklılıklarımızdan keyif alarak bir arada var olabiliyoruz...
Toplantı adadaki tek otel olan Halki Palas’ta öğleden sonra başlıyor. Gülen Cemaati’nin önde gelen figürlerinden Mustafa Yeşil’in sıcak ‘hoş geldiniz’ konuşmasını Ayhan Aktar ve Ergun Babahan’ın zihin açıcı sunumları izliyor. Öğleden sonraki oturumun konuşmacılarından İvo Mulinas, ‘Gayrimüslim’ ibaresine itirazını dile getiriyor, onun yerine ‘farklı inanç grupları’ deyişini kullanmayı öneriyor. Alper Görmüş, tam da o anda kafamdan geçmekte olan şeyleri ifade ediyor: Heybeliada’da bizi ‘medyada gayrimüslim algısı’nı tartışmak üzere bir araya getiren hoşgörülü ve geniş ufuklu bakış açısıyla aynı camianın bazı televizyon yayınlarında ortaya çıkan hoşgörüsüzlük arasındaki tezada dikkat çekiyor. Samanyolu TV’de yayımlanan ‘Şefkat Tepesi’ isimli dizide yer alan süzme faşizan ve nefret söylemi içeren diyalogları aktarıyor. Dizide bir er, esir aldığı PKK’lılar için komutanına “Bunları yağda mı kızartayım buğulama mı yapayım” diye soruyormuş. Bu dizideki Kürtler’in ‘kötü’, onlarla mücadele eden bütün Türklerin hepsinin de ‘iyi’ karakterleri canlandırdığını anlatıyor Görmüş.
Benim sunumum da pazar sabahıydı. Konuşmamda, medyadaki ötekileştirici ve ayrımcı söylemleri engellemenin en önemli yolunun her grubun, her kesimin kendisine, kendi kullandığı dile eleştirel bir şekilde bakabilmesinden geçtiğini vurguladım. Ötekileştirici dil konusunda örneklerimi ev sahibimizin irtibatlı olduğu medya organlarından seçtim. Zaman gazetesindeki bazı yayınları eleştirerek başladım konuşmama. Sivas katliamından mahcup bir şekilde “Yangın çıkmıştı” diye bahseden haber ve Doğu’da bir yerde yapılan kazılarda çıkan kemikleri, “Ermeni mezalimi kanıtlandı” diye sunan haberler, verdiğim örnekler arasında yer aldı. “Ermenilerin kemikleri bir yerlerden çıksa, ‘Türk mezalimi kanıtlandı’ diye başlık atar mıydınız” diye sordum.
Türkiye’de “Şu konuda yanlış yapıyorsun” denince bunun, muhataplarınca “Sen yanlışsın” olarak algılandığını söyleyerek sürdürdüm sözlerimi. Bu eleştirilerimin Gülen Cemaati’nin yürüttüğü ‘dinler arası diyalog’ gibi pek çok hayırlı ve önemli işi hiçbir şekilde değersizleştirmediğini belirttim.
Umarım bizim burada yaptığımız toplantı gayrimüslimlere bir nebze hoşgörü olarak geri döner; mesela, Ruhban Okulu’nun açılmasına katkıda bulunur. Bugünlük dileğim budur...