04 Şubat 2012
Memleketçe komşuluk ilişkilerine önem veririz. ‘Ev alma komşu al’, ‘Komşu komşunun külüne muhtaçtır’, ‘Komşuda pişen bize de düşer’ gibi çeşitli atasözleriyle desteklediğimiz bu hassasiyet, komşuluğun geleneksel yaşantımız içindeki önemine işaret eder. Evde pişen yemekten bir tabak da komşuya vermek, hastalık durumunda geçmiş olsun ziyaretinde bulunmak, düğün sünnet gibi olaylarda tebrik edip hediye götürmek, bayramlaşmak, bir ihtiyaç durumunda ev açıp misafir etmek gibi davranışlar komşuluk yasasının en önemli maddelerinden, olmazsa olmazlarından sayılır. Bunların sağlanamadığı bir ortamda “Komşuluk ölmüş arkadaş” tarzı bir isyan ortaya çıkar ki, bu konuda da bilet Batı’dan ihraç modern yaşam tarzına kesilir.
Biz komşuluk ilişkilerimizin ‘gelişmişliğinden’ sıkça böbürlene dururken geçtiğimiz yıl Türkiye ayağı Bahçeşehir Üniversitesi’nce yapılan ‘Dünya Değerler Araştırması’ndan dikkat çekici bir sonuç çıktı. Buna göre Türkiye’de komşu olarak en fazla istenmeyen grup eşcinseller. Sonra sırasıyla AIDS’liler, nikâhsız yaşayan çiftler, ateistler, Yahudiler, Hıristiyanlar... Kısacası, komşuluk yasasındaki maddelerin gerçekleşebilmesi için Türkiye’de bunlardan hiçbiri olmamanız gerekiyor; çünkü istenmiyorsunuz. Bu durumda en muteber komşu Heteroseksüel, Müslüman ve evli. Gerisi hep istenmeyen! Zaten aksi olsaydı, Sevag’ın annesi Ani Hanım 55 yıldır yaşadığı bu topraklarda kendini ‘öteki’ hissediyor olmazdı. Babası Garabet Bey bir Anadolu çocuğu olduğunu anlatmaya çalışmazdı. Söylendiği gibi bir komşuluk ve bir arada yaşama isteği olsaydı, kimse evinde yurdunda yalnızlık çekmezdi.
Sevag Balıkçı, geçen yıl Ermeni katliamının başlangıç tarihi olan 24 Nisan’da askerlik yaptığı Batman’da, er Kıvanç Ağaoğlu’nun silahından çıkan kurşunla öldü. Ailesi olayın başta söylendiği gibi kaza olduğuna inanmak istese de, çelişkili ifadeler zamanla aileyi bunun ırkçı bir cinayet olduğu konusunda ikna etti. Olayın ardından görülen ilk duruşmada, ‘kasten öldürmek’ suçlamasıyla hakkında 9 yıl hapis cezası istenen Ağaoğlu, ‘kaçma şüphesi olmadığı’ ileri sürülerek tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Ancak bu hafta davanın seyrinde önemli bir gelişme yaşandı.
Kıvanç Ağaoğlu’nun olayın kaza olduğuna dair iddiasını destekleyen görgü tanığı Halil Ekşi ifadesini değiştirerek Sevag’ın Ağaoğlu tarafından hedef alınarak öldürüldüğünü söyledi. Daha önce verdiği ifadeyi de Ağaoğlu’nun ailesinin yönlendirmesiyle verdiğini kabul eden Ekşi, Ağaoğlu ve ailesinden korktuğunu, başına bir şey gelirse sorumluların da onlar olacağını sözlerine ekledi. Diyarbakır 2.Hava Kuvvet Komutanlığı Askeri Mahkeme’sinde görülen 3. duruşmada tanıkların baskı altına alındığı ortaya çıkmış olsa da mahkeme Ağaoğlu’nun yine tutuksuz yargılanmasına karar verdi. 4. duruşma 13 Şubat’ta...
Ailenin tek isteği oğullarının neden öldürüldüğünü bilmek. Öyle ki, verilecek cezanın bile hakikati öğrenmenin yanından bir değeri olmadığını düşünüyorlar. Neden 24 Nisan, neden Paskalya, neden Sevag diye soruyorlar. Dilleri ve gönülleri varmıyor ama oğullarının sadece Ermeni olduğu için öldürülmüş olmasından korkuyorlar. Yurt bildikleri yerde düşman, dost bildikleri yerde öteki, komşu bildikleri mahallede istanmeyen olmaktan; bunlardan daha da önemlisi bildikleri kardeşlikten, inandıkları sevgiden ayrı düşmekten korkuyorlar.
Sevag’ı vuran Kıvanç Ağaoğlu üstlerinden bir emir almamasına rağmen silahını neden doldurdu? Sevag’la Kıvanç’ın iyi arkadaş oldukları neye dayanılarak iddia ediliyor? Sevag’ın birlikteki bazı kişiler tarafından rahatsız edildiğini söyleyen nişanlısı Melani Kumruyan’ın iddiaları araştırıldı mı? Şüpheli asker ölümleri ve intiharlarında bizi dünya birincisi yapan Türk Silahlı Kuvetleri’nin, bütün bu soruları şüpheye yer bırakmayacak açıklıkta cevaplaması zorunludur. Aksi halde, Sünni beyaz Türk dışındaki herkese karşı sistematik olarak nefret suçu işlenen bir ülkede, ne 24 Nisan’da bir Ermeni yurttaşın kazara öldürüldüğüne inanılabilir, ne de kışlalarda intihar eden çocukların çoğunun Kürt olmasının bir tesadüf olduğuna...
Bu topraklarda doğup büyümüş insanların kendini öteki hissetmesinde, buralı olduğunu ispata çalışmasında, ülkesini çok sevdiğini söylemek zorunda hissetmesinde herkesin ‘komşuluğunun’ payı ve sorumluluğu var. Sevag ‘öteki’yse, ben, sen, o kim?
GÖZDE BEDELOĞLU