Ararat`da Batan Gemiler - Gündem
19 Nisan 2024 - Հակական տոմար - Տարի : 4516 / Ամիս : Ահեկան / Օր : Անահիտ / Ժամ : Առաւօտ

Gündem :

30 Ocak 2012  

Ararat`da Batan Gemiler -

Ararat`da Batan Gemiler Bu iki olay ve sonucu Cumhuriyetin, Osmanlı`nın çöküş devrinden bu yana sürdüregeldiği politikanın okunaklı bir neticesidir. Ermeniler yok edilmeli, Kürtler Türkleşmeli!

Türkiye`nin gündemi, Türkiye gibi, zorlayıcı, iç burkucu ve sürekli insan kimliğinden, değerlerinden alıp götüren maddelerle sıralanmış bir haber paketi gibi. Ama örneğin bu paket İsveç gündemi gibi steril olaylarla programlanmış da değil. Tarihin günümüze devrettiği kanlı bir değirmenede benziyor bu devinim. En önemlisi bütün kavgaların sonucu insan aklı bir çözüm arar. Türkiye`de de bu çözüm aranıyormuş gibi yapılıyor ama gerçekte hayata geçirilen proje daha fazla kan dökmek ve acı çektirmekle sonuçlanıyor.

Tarih tekerrürden ibarettir benzetmesi herhalde dünya da en çok Türkiye tarihine uyuyor. Gündemin hiç soğutulmaması gereken iki konusu ve devamında getirdikleri bunun açıklaması gibidir. Birincisi Roboski`de Kürt köylülerinin uçaklarla katledilmesi ve bunun izahatıdır. "Terörist sandık, vurduk!" Velev ki Kürt köylüleri değil PKK gerillaları olsaydı sınırdan geçen, çok geniş bir kesimin mantığı Gerillanın vurulmasını hak görecekti. İkinci büyük tekerrür Hrant Dink davasında yaşandı. Mahkeme, sunulan belgeleri değerlendirmeden kararını verdi. Karar büyük bir tepkiyle karşılandı ve kararı verenler de dahil kararın arkasında duran bir Allahın kulu yok bugün karşımızda.

Bu iki olay ve sonucu Cumhuriyetin, Osmanlı`nın çöküş devrinden bu yana sürdüregeldiği politikanın okunaklı bir neticesidir.
Ermeniler yok edilmeli, Kürtler Türkleşmeli!

Orgeneral Mustafa Muğlalı 33 Kürt köylüsünü kurşuna dizdirdiği için zindana atıldı, doğru düzgün soruşturulmadan zindanda kahrından öldü. Devletine hizmetinin karşılığı Muğlalı bir zindan karanlığına itildi. Kahrından ölmesi için yeterli nedendi. Muğlalı harcanabilirdi ama Muğlalı`nın pratiği asla! Van, Özalp`te bir kışlaya Orgeneral Mustafa Muğlalı kışlası adı verilerek anısı ve pratiği süreklileştirildi.

Hrant Dink kararının öncesini izah etmeye gerek yok zaten. Dink`in halkının kendi topraklarından silinmesini geçtim, toprağın üzerindeki izleri dahi yok edildi. Kiliseler özenle yıkıldı. Mezarlıklar tahrip edildi. Bugün tarihsel Ermenistan`da ve Beth Nahrin`de ne Ermenilerin izlerine rastlayabiliyoruz kolay kolay, nede Süryanilerin. Roboski saldırısı ve Hrant Dink davası sırtını böylesi bir tarihselliğe dayıyor.

Kıyametin kopmayış nedeni bu! Hava, toprak, su ve insan yüzyıldır zehirleniyor.

Türkiye`de egemen devlet aklı muhalefete kesinlikle izin vermiyor. Yaşamasına göz yumduğu muhalif kesimlereyse kendi resmi ideolojisini şu veya bu şekilde şırınga etmeyi başarıyor. Bunun içindir ki 1984 sonrası başlayan gerilla mücadelesi devletin tüm kurgusunu dağıttı. İçeride politik açıdan değil ama pratiğiyle Türk devletini fazlasıyla zorlayan bir PKK ve Kürt hareketi gerçeği var. Çok cılız bir sol destek dışında Kürt gerilla mücadelesi ve halkı bu mücadele de bir başına. Bu sebeple de devletin bütün şimşeklerini üzerine çekiyor. Buna karşın Türk politikasını zora sokan bir de diaspora Ermenilerinin mücadelesi var. Bu mücadele dış politikada devletin elini ayağını bağlıyor. Ve diaspora Ermenileri, vatandaşı oldukları ülkelerde ne zaman bir başarı elde etseler, o zamandan sonra Avrupa, Amerika kamuoyu Türk devletinin anti-demokratik karakterini daha iyi kavrıyor. Söz konusu devletlerin, vatandaşları olan Ermenilerin taleplerini karşılaması Türkiye`de politikacısından, seyyar satıcısına, yediden yetmişe herkes tarafından büyük bir öfkeyle karşılanıyor.


Günümüzün nefret edilen ülkesi Fransa. Tepkiler dalga dalga geliyor Fransa`ya. "Mollier`in ülkesine yakışmadı", "Düşünce özgürlüğünün semboli ülke, düşünceye yasak getirdi", "Avrupa ait olduğu ortaçağ karanlığına geri dönüyor". Bunlar politikacıların tepkileri. Mollier`in ülkesine yakışmayan nedir, bunu anlamak güç yine de. Mollier`in ülkesi vatandaşı olan yüzbinlerce Ermeni`nin taleplerini görmezden gelemedi ve bir tarihsel haksızlığı inkar edenleri bir kanunla cezalandıracağını söyledi. Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy yasayı imzalayacak. Sarkozy yasayı imzaladıktan sonra, T.C. Hükümeti, Dışişleri Bakanlığı Fransa`da, Fransız parlamenterlerle yoğun bir mesai yapacağa benziyor, Eğer Türkiye 60 Fransız parlamenterin oyunu alabilirse yasayı Anayasa mahkemesinde iptal ettirebilir. İptali için her yolun denendiği yasanın içeriği şöyledir: "Kamuoyu önünde soykırım cinayetlerini, insanlığa karşı işlenen cinayetleri kabul etmeyen, reddeden, bayağılaştıranları veya savunanları Uluslararası Ceza Hukuku Statüsünün 6.,7.,8. bentleri ve Uluslararası Askeri Mahkeme`nin 6. bendinde ifade edildiği üzere 1 yıl hapis cezası ve 45.000 euro para cezası ile cezalandırmayı öngörür."

Görüldüğü gibi yasa düşünce özgürlüğüne herhangi bir sınırlama getirmiyor. Bu haliyle İstanbul Ermenilerinden bir kesimin T.C. Hükümet yetkilileriyle aynı dili konuşması ya yasanın içeriğini bilmemelerinden kaynaklanıyor, yada resmi ideoloji ve onun kurumlarıyla mücadele etmeyi göze alamamalarından. 2011 yılının son günlerinde yasa Fransa parlamentosunda oylandığında Hosrof Dink önce CNN Türk televizyonunda, sonra Hürriyet gazetesinde (GazeteninTürkiye Türklerindir logosunu unutmamak gerekir) açıklamalar yaptı. Hürriyet`e verdiği açıklamanın bir kısmına bakmak iyi olacak diye düşünüyorum: "Kendi soydaşlarıma sesleniyorum. Siz karşı çıkın buna kardeşim. Bizim onurumuzu, acımızı böyle insanların eline bırakmayın. Sonuçta Hrant’ın ölümüne neden olan bir yasa, Fransa’da aynı şekilde çıkarılmak isteniyor. Politik çıkarlar, insanların yaşamlarını zehir etmiş durumda. Belki akrabalarım kızacak. Ama böyle yaşamak çok zor birşey. Irkçılık ve milliyetçilik, insanın hayatını karartan bir şeydir. Oradan çıkacak bir yasa benim atalarımın acılarını hafifletmeyecek. Yurtdışındaki diasporanın duyarlı olması için kim, ne isterse yaparım."(**)

Türkiye`de, özellikle devlet ve toplum arasında yasanın nefretle kınanması çok da anlaşılmaz değil. Bir bütün olarak toplumsal yapı, sınıfları, kastları ve katmanlarıyla Ermeni soykırımını inkarda birleşmiş durumda. Bunun içinde Fransa`da bir yasanın oylanması, bu kesimlerin reel dünyada soykırım gibi büyük suçlar işlediklerini yüzlerine çarpıyor ve yumruk yemiş gibi oluyorlar, kendilerine bile söyleyemediklerini Fransa dünyaya anlatıyor. Türkiye`deki bütünlüklü tepkinin bu nedenle anlaşılmaması için bir neden yok. Gerçek, "vatanı ve milletiyle Türkiye`nin bölünmez bütünlüğüne" zarar veriyor. Yoksa sokaktaki ortalama insanın dili dahi "kestik, yine keseriz" cümlesini olur olmaz tekrarlıyor zaten.

Hosrof Dink ve onun sahip olduğu değerlere ne gibi bir karşıtlığı olabilir yasanın, bunu bilince çıkarmak oldukça zor. Hosrof Dink sorun bizim kendi aramızda çözelim gibi bir akıl yürütüyorsa örneğin, böyle bir lüksü yok. Fransa`da bu yasayı parlamento gündemine getiren bir Ermeni toplumu gerçeği var. Bunlar Fransız vatandaşıdırlar. Ve Fransa`nın siyasi, ticari, kültürel ve toplumsal hayatında önemli roller üstlenmişlerdir.

Ve bu yasayı Türk Ceza Kanununun 301. maddesine benzetmek demokratik mücadeleye, dahası hak kazanımına açık bir saldırıdır. Hele Francofon Ermeniler bu yasaya Hrant Dink cinayetinden sonra bu kadar ihtiyaç duymuşken. Hosrof Dink ve söz birliği yaptığı arkadaşları -deyim yerindeyse tabii - yasaya karşı çıkarken cinayet işlemenin yolunu hazırlayan bir yasa ile cinayetleri önlemeye yönelik bir yasayı bir birine karıştırmamalılar.

Fransa parlamentosu, bir demokratik ülke olmanın gereğini yapıyor ve Francofon Ermenilerin taleplerini oylamaya sunuyor, onları görmezden gelemiyor. Evet bu oylama politikacıların beklentilerine de cevap veriyor. Ermeni toplumu sorunlarının çözümü karşılığında, çözüm getiren tarafa oy verecek, Fransız politikacılarının hesabı budur. Yaşadığımız dünyanın temel espirisi de bu yönde zaten, yeteri kadar paranız varsa karnınızı doyurursunuz, paranız yoksa aç kalırsınız. Dolayısıyla Fransız burjuvazisi ile Francofon Ermenilerin karşılıklı alışverişinden söz ediyoruz.
Genel gidişatın aksine bu yasanın Türkiye`de olumlu yönde tartışılmasını hedeflememiz gerekir. Türkiye`de yargılandığımız, evlendiğimiz, boşandığımız bütün kanunlar batılı ülkelerden alınmış kanunlardır. Türk parlamentosunun batılı olan bu kanunu da değerlendirmesini dillendirmek gerekir, demokrasi ihtiyacımızın bir gereğidir bu. Örneğin BDP, bu yasanın arkasında durabilmeli, bir önerge sunabilmelidir TBMM`ye. Böylesi bir kararı bugünkü yapısıyla elbette TBMM yasalaştıramaz, hatta çok büyük bir tepkiylede karşılaşır. Ama bunun iki önemli sonucu olur, birincisi yasa Türkiye`de tartışılır ve geniş bir kesimin Ermeni soykırımı adını koyduğu bu gerçeğe bir adım daha yaklaşılır. İkinci neden Başbakan Dersim jenosidinden dolayı daha bir kaç ay önce özür dilemişti, -Yarım ağız da olsa- CHP, MHP hatta AKP`li faşist milletvekilleri, bu suçları övdüklerinde bu önerge hatırlatılabilir. Böylece hem Fransa`da oylanmış yasanın meşruyeti geniş bir kesim tarafından (Kürtler) savunulmuş olur, hem İstanbul Ermenileri kendilerini yalnız ve korumasız hissetmez ve diaspora Ermenilerini suçlamanın gereksizliğini anlarlar, hem de bir türlü konuşmaya cüret edilemeyen büyük sorunların daha anlamlı yöntemlerle tartışılması devreye girebilir. Bu anlamda Kürtler kendilerini Ermenilerin mücadelesinden soyutlayamazlar, Kürtlerin ve Ermenilerin gemisi aynı dağda, Ararat`ta Kürtlerin korsanlara verdiği koşulsuz destekle batırılmıştır, 1915 sonrası bundan dolayıdır ki Kürt sorunu terörize edilmiştir. Kürtler, insan ve topluluk haklarıyla değil, terörle anılır olmuşlardır. BDP`nin önünde tarihsel bir fırsat var, Ermeni soykırımını sistematik bir şekilde kamuoynun gözleri önüne serebilmelidir. Bu bereberinde bir mücadele birliğini de getirir. Artık anlaşılan odur ki, ne Kürdistan sorunu, Kürtlerin Türkiye ile beraber çözmek istemesiyle çözülür, nede Batı Ermenistan sorununda Batı Ermenileri Türklere yönelik politikalarında sonuç alabilirler. Sonuç alabilmenin bir tek yolu var, Ermeniler ve Kürtler ilişkilerini yeniden canlandırmalılar. Tarihsel Ermenistan`da bugün çok yoğun bir Kürt nüfusu yaşamaktadır. Kürtler, Kürdistan`ın aynı zamanda Ermenistan olduğu gerçeğini Ermeni halkına, Ermenistan`a, diasporaya teslim etmeliler. Türkiye Türklerin değildir. Kürdistan Kürtlerin olamaz. Batı Ermenistan sadece Batı Ermenilerinin değildir, bu ülkeler kendi içlerinde birde Beth Nahrin`le yaşarlar. Tarih 20. yüzyıla kadar bu halkların bir arada yaşamasına izin verdi, bu damar ne yazıkki 21. yüzyıla ulaşamadı, ama bu demek değil ki 21. yüzyıl tek uluslu, tek ülkeli halkların yüzyılıdır. Bu yüzyıl da bütün yüzyıllar gibi, bir arada yaşamanın, yaşam kalitesini artırmanın, kültürel ortaklığın yüzyılıdır. Sınırları kapalı bir Ermenistan, köklerinden sökülmüş 20 milyon Asuri, yaklaşık 10 milyon Ermeni ve 40 milyonu aşkın nüfusuyla temsiliyetsiz kalmış Kürt ulusu! 20. yüzyı`ın ve Medz Yeğhern`in insanlığa bıraktığı miras budur. Ortadoğu’nun ve Kafkasya`nın en köklü üç ulusu, dili, dini, folkloru, siyaseti ve diplomasisiyle ayakta kalma mücadelesi veriyor. Kürtlerin, Asurilerin ve Ermenilerin bütün varlığı yok olma tehdidi altında. Oysa ortak bir mücadeleyle bu sorunların aşılması çok kuvvetli bir ihtimaldir. Ama mücadelenin dinamiklerini dışlayıp, diaspora Ermenilerini emperyalist ülkelerden medet uman "tedavi edilmesi gereken" ruh hali bozuk insanlar olarak görmek, Ermeniler açısından Kürtlerin mücadelesine, “statü sahibi olurlarsa tarihsel anayurdumuzu tamamen kaybederiz” anlayışıyla yaklaşmak iki halkın politik temsilcilerinin de halklarını yok oluşa terk etmelerine neden olacak.

Kürtlerin, Ermenilerin, Asurilerin birleşik mücadelesi çözüm kapısını aralayabilir. Fransa, Amerika ve Rusya`da diaspora Ermenileri diplomatik kanallarla belli sonuçlar alabiliyorlar, Ortadoğu`da Lübnan, Suriye, Irak gibi ülkelerde Asuri halkların büyük bir temsil gücü var, yine aynı ülkelerde Kürtler ve Ermeniler de etkinler. Türkiye`de Kürtler siyasal bir güce sahipler ve dünyaya seslerini duyurabildiklerinde, Türkiye`de rejimin faşist yüzünü Batıya anlatabildiklerinde daha fazla güçlenebilecekler. Türkiye 10 yıl önceki Türkiye değildir, ama bu çok ilerlediği sonucunu vermez, birleşik mücadelenin birçok şeyi değiştirebileceği sonucunu çıkarmamıza da engel olmaz.

Hrant`ın Arkadaşları, on binlerle Hrant`ın anısına sahip çıktıklarını söylüyorlar. Hrant`ın bir mücadelesi vardı. Mücadelesini yaşatmak gerekir. Ermenistan sınırının açılması Hrant`ın mücadelesinin önemli bir ayağıydı. Bir insanın, bir mitosun anısı onun mücadelesine sahip çıkılarak yaşatılabilir. Hrant: "Türkiyeli bir Ermeni olarak kendi payıma düşen Kürtçemi istiyorum" diyordu. Kürtlerin ana dil talebine sahip çıkmak bu arkadaşlığın gereklerinden biridir. Yine tarihi derinliğine tartışmak gereklidir. Mahkeme günleri, ya da heryıl 19 Ocak`ta Agos`un önünde toplanmanın bir anlamı vardır, ama Kürdistan`da topraktan insan kemikleri fışkırıyorsa, Roboski`de Kürt köylüleri geleneksel bir devlet katliamına kurban gidiyorlarsa, Hrant bu katliamlardan birinde kurban edildiği için failler sahipleniliyorsa, en asgari talepler olan Ermenistan`ın sınır kapısının açılması ve Kürt dilinin tanınması taleplerine Hrant`ın arkadaşları sahip çıkmalıdır. Başka türlü, bir hoş seda almak dışında anlam taşımaz bu toplantı ve yürüyüşler.

Başbakan`ın yasa oylandıktan sonraki açıklamaları, açıkça Kürt siyasetçilerinin, Hrant`ın Arkadaşlarının ve resmi ideolojiye karşıyım diyen herkesin gözlerinin içine baka baka onlarla dalga geçmesi anlamı taşıyor: "Bu karar sağduyuyu ortadan kaldırmaktadır. Bir yanlış yapıldığını kesin bir dille ifade ettik. Bu tasarıya karşı oy kullanan senatörler, yasayı Anayasa Konseyi`ne taşıyacak. 60 imza gerekiyor. Bu hatanın telafi edileceğine dair umudumuzu kaybetmiş değiliz." Yasa maddesini okuduk ve bu yasa defalarca oylandı. Düşünce özgürlüğüne halel getirdiği yönünde bir kuşkumuz var mı, yada bu yasanın sağduyuya zarar verdiğini söyleyebilir miyiz? Evet Başbakan söyleyebiliyor, çünkü yasayı kamuoyundan gizliyor, çünkü yaptıkları yorumlarla Türk televizyonları ve gazeteleri yasayı yeniden yazıyorlar, kendi yazdıkları yasa da ne yazık ki kendi bedbaht ruh hallerini yansıtıyor. Yasanın gerekliliğinin altını ne Hrant`ın Arkadaşları, ne Kürt siyasetçileri çizebiliyor, hal böyle olduğunda körler sağırlar dialoğu oluyor yaşanan.

Konuşmasının devamında Başbakan ırkçılıktan dem vuruyor, düşünce özgürlüğünün ayaklar altına alınmasından: "Fransa Parlamentosu`ndaki sağ duyulu üyelere sesleniyorum, Fransız entelektüellere sesleniyorum: Bu karar aleni bir ırkçılık, düşünce özgürlüğü katliamıdır. Bu girişimlere karşı sessiz kalanlar Avrupa’da faşizmin ayak seslerini duymamak gibi bir vebalin altına girerler." İlahi Başbakan, dedim ben bu sözleri dinlediğimde. Değirmenleri, ahırları, kiliseleri, mezarlıkları, heykelleri, köşkleri, toprakları ve en son 1. 500.000 + Hrant Dink`i yok edilmiş bir ülkenin Başbakan`ı siz değil de Fransa Cumhurbaşkanıymış gibi konuşuyorsunuz. Karşınızda kimse konuşamadığı için istediğiniz gibi konuşabiliyorsunuz. Ama doğru olan bu değil, söylediğiniz değil. Doğru olanı Fransa parlamentosu bütün zorlamalarınıza, şantajlarınıza rağmen kabul etmek zorunda kaldı. Ermenilerin uğradığı bir haksızlık var, insanlığa karşı işlenmiş suçlar var ve bu Ermenilerin demokratik mücadelesi sonucu Fransa`da yasaklandı. Bu mu hukuka aykırı olan şey? Vazgeçtik Ermeni, Asuri, Kürt kıyımlarından, Çerkes kıyımını lanetleyen bir yasa çıkarın, aklı başında hiçbir ülke size bu absürd tepkiyi veremeyecektir, bunu herkes çok iyi biliyor. Katil yasa 301 ile cinayetler işlemiş bir ülkenin Başbakanının konuştuğunu unutamayız, Türk tarihini savaş görmemiş bir ülkenin tarihiyle karıştırıyorsunuz sık sık. Açık ki Fransız politikacılarına ettiğiniz sitemi, suçlamaları kendi hükümetinize, parlamentonuza ve milletvekillerinize yöneltmelisiniz. Fransa`da yaşanan, Türkiye`nin inkarını, Francofon Ermeni vatandaşlara karşı sorumluluğun bir gereği olarak kınamaktır. Aynı yasa Holokost için de vardı ve şimdi Ermenileri de koruyacak. Demokratik mücadele sonucu kazanılmış bu mevziyi mahkum etmek yerine demokratikleşme yönünde çaba gösterseydi Türkiye, Fransa`ya efelenmek yerine, kendisi böyle bir yasayı oylamaya sunacaktı.

Türkiye`de Kürtler 30 yıldır bir mücadele veriyorlar, kanla, şiddetle, öldürerek bastırmaktan başka bir yöntem denenmiyor. Fransa`da Ermenilerin mücadelesini Fransız politikacılar görmezden gelemiyor, Fransa`nın sizin de sık sık bahsettiğiniz gibi demokrasiye beşiklik etmiş mücadelelerle dolu bir geçmişi var, bu mu Türkiye`yi zorlayan ? ‘Biz görmezden geliyoruz ey Fransa sana ne oluyor’ mudur Türkiye`nin tek sorusu ve sorunu. Fransız politikacıların kusuruna bakmayın sayın Başbakan, Roj TV`yi kapatmaya, Kürtlerin mücadelesini bastırmaya güçleri yetiyor, ama Ermenileri duymazdan gelemiyorlar.

Erdem Özgül


*Zohrab Sarkisyan ve Levon Ekmekçiyan, burada bu iki büyük devrimciyi uzun uzun anlatmayı düşünmüyorum, aşağıda vereceğim linklerde yeterince bilgi var zaten. Levon Ekmekçiyan, benim çocuk olduğum zamanın en çok karalanan insanlarından biriydi. Ben kendimi bildiğimde çoktan idam edilmişti, ama bir Levon Ekmekçiyan imgesi vardı, adeta Türkiye`yi, Türküyle, Kürdüyle, özellikle de Ermenileriyle rehin almıştı. Birinci saldırı nedeni, kendi içinde bir korkutmayı da taşıyordu: Bak sonun Levon Ekmekçiyan`ın sonu olur. Sürekli gündemde olduğunu hiç unutmuyorum. ASALA, ASALA militanları, sempatizanları, hiç bir zaman kendi anayurdunda, Batı Ermenistan`da, Türkiye`de, gerilla hareketini, nasıl şekillendiğini, nasıl eylemlere giriştiğini kamuoyu ile paylaşamadı. Bununla birlikte devrimci hareketler dahi ve onların liderleri dahi ASALA`yı araştırmadı, anlamaya çalışmadılar, ama ASALA ve Levon Ekmekçiyan hakkında, ömürlerinin en verimli yıllarını, Ekmekçiyan ile aynı zindanlara veren bu insanlar Ekmekçiyan`a karşı adeta Faşist cuntanın, devlet söyleminin sözcüsü durumuna düştüler. Örneğin Bülent Forta Birgün gazetesinde yayınlanan “Levon ve Ali Bülent” başlıklı yazısını MİT’i, devletin yalanlarını tamamen doğru kabul ederek yazmış ve MHP`nin faşist şidddeti ile ASALA`nın devrimci eylemini aynı kantarda tartacak kadar aşağılara düşürmüş kendini. (Forta`nın yazısı için bkz: http://www.birgun.net/writer_2005_index.php?category_code=1186603162&;news_code=1116815905&year=2005&month=05&day=23


Sarkis Hatspanin`ın Türk ve Kürt devrimci hareketinin umarsızlığını deşifre eden yazısı için bkz:
http://www.gelawej.net/modules.php?name=Content&;pa=showpage&pid=3402

Sarkis Hatspanin`ın yazısı üzerine Samed Erdoğdu`nun kaleme aldığı makaleler için bkz: http://www.mesop.net/osd/?app=izctrl&;archiv=220&izseq=izartikel&artid=1722)
http://www.mesop.net/osd/?app=izctrl&;archiv=204&izseq=izartikel&artid=1768)
http://www.mesop.net/osd/soft/zeitung_print.php?id=1747)
http://www.mesop.net/osd/soft/zeitung_print.php?id=1797)
http://www.mesop.net/osd/?app=izctrl&;archiv=220&izseq=izartikel&artid=1874)
http://www.mesop.net/osd/?app=izctrl&;archiv=220&izseq=izartikel&artid=1858)

Bu tartışmada gözden kaçırdığım yazılar varsa peşinen bağışlanmamı dilerim. Hatspanian ve Erdoğdu`nun anlatımlarının 29 yıl sonra bugün, Levon Ekmekçiyan`ın idam edildiği 28 Ocak gününün bize anlatabileceği, bizi değiştirebileceği çok şey olduğunu düşünüyorum. Sözü fazla uzatmadan ASALA, Garin hareketi, Zohrap Sarkisyan ve Levon Ekmekçiyan ile ilgili bir anımı anlatmak istiyorum burada.
İzmit cezaevinde sol bir grubun üyesi, mapushane gediklisi bir arkadaşım vardı. 12 Eylül zindanlarını anlatırdı bana. 1985`de cezaevinden çıkmış Doğu Ermenistan`da Akhelek`te yaşamıştı bir süre. Hay, Kürt ve Türk soluna, tarihine hakim bir devrimciydi. Laf lafı açıyordu konuşurken. ASALA şiddeti, terör mü, devrimci eylem mi, konuşuyorduk bir ara, söz Ekmekçiyan ve Sarkisyan`a geldi. Yaptıkları eylem, eylem sonrası bildirileri, sivillere zarar vermeme gayretleri, buna karşı eylem alanını özel timin terörize etmesi vs, bunların hiç biri devrimci çevrelerin anlattığına uymuyordu. Bizim duyduğumuz ASALA ipe sapa gelmez, terörizme saplanmış bir gruptu. Levon Ekmekçiyan`ın idamını konuştuğumuzu hatırlıyorum, orada Hayri Argav`ın kitabından bahsetti Haik, öfkeyle iğrenç bir kitap dedi. Ama idam edilen devrimcileri anlatmıyor mu dedim. Hayır dedi, iğrenç, ırkçı bir kitap, çokta sinirlendi bunu söylerken, bir anlam veremedim, bilinçli Levon Ekmekçiyan`ı kitaba almamış dedi. Kitabı okumamıştım, bi şey diyemedim. Sonra Ümraniye cezaevine nakledildim, Ümraniye cezaevi çok büyük kütüphanelere sahipti. Orada `O şafağın Atlıları`nı buldum, okudum, bir tek kerre adı bile geçmiyordu. Haik`e mektup yazdım, Levon Ekmekçiyan`ın itirafçılaşması mı sorun diye sordum, ne şartlar altında itirafçı olduğunu birlikte yattığı bütün Devrimciler biliyor, 12 Eylül`ün en ağır işkencelerini Garabet Demircioğlu, Garbis Altunoğlu ve Levon Ekmekçiyan`ın gördüğünden kuşkun olmasın diye cevap yazmıştı bana. ASALA`nın, Levon Ekmekçiyan`ın devrimci mirasına sahip çıktığını, aynı şartlar altında Türkiyeli devrimci arkadaşların da, itiraflarına rağmen idam edildiğini ama Argav`ın onları unutmadığını yazmıştı. Yani herhaliyle bir inkarın olduğuna ikimiz de adımız gibi emindik. 1999`dan 12 yıl sonra 2011`de bu kitap bu haliyle deşifre edildiğinde üzüldüm, keşke biz Kürt ve Türk bireyleri olarak bu kitabı deşifre edecek özgüvene sahip olabilseydik, bunu deşifre etmek Hatspanian`a kalmasaydı ama...

(**) Hosrof Dink`in Hürriyet gazetesine yaptığı açıklama için bkz: http://www.haberdemeti.com/haber.php?haber_id=30226 .

İstanbul Ermeni Patrikhanesinin bir açıklaması var yine buna ek olarak. Normal bir dünyada, normal şartlar altında bu tür açıklamaları ne Hosrof Dink`in yapması beklenir, ne de Patrikhane’nin. Bir suçlu psikozuyla yapılmış açıklamalar bunlar, "hata ettik bizi affedin" espirisi okunuyor bu metinlerde, nereden bakarsak bakalım. Yaşanan gelişmelerin herkesi incittiği belirtilen Patriklane’nin açıklamasında şu görüşlere yer veriliyor örneğin: “Her zaman söylediğimiz gibi, bu ülke hepimizin. Biz hep birlikte aynı havayı soluyor, aynı sudan içiyoruz. Geçen hafta Müslüman komşularımızın aşuresini paylaştık. Gelecek hafta Ermeniler aşure pişirecek, komşusundan gelen kabı aşureyle doldurup o berekete ortak edecek. O kap çok narin ve çok değerli. Hep birlikte sahip çıkmamız, onu kırmamak için özen göstermemiz gerekiyor. Oysa maalesef uluslararası camia bazen bu gerçeğe aldırış etmiyor. Yurtdışında birbiri ardına gelen bu tür gelişmeler tatsız bir kavgadan besleniyor. Hepimiz biliyoruz ki bu kavga ebediyete kadar süremez, sürmemeli. Bu kavgayı komşular bitirmeli, başkaları değil." http://www.turktime.com/haber/Fransa-ya-En-Anlamli-Mesaj/164739

http://www.gelawej.net/index.php?option=com_content&view=article&id=3162:araratda-buetuen-gemiler-erdem-oezguel&catid=210:erdem-ozgul






Bu haber kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı () ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+