01 Aralık 2010
İki gün evvel sevgili dostum Dilek Kurban da yazdı. Konu şu Ermeni Patriği seçimleri. Daha evvel “Bu da Ermenilerin vesayeti” başlıklı bir yazı yazmıştım konuyla ilgili. O yazının yazılma sebebi, Patrikhane’nin Ruhani Kurul’u ve Patrik Seçimi Müteşebbis Heyeti’nin iki ayrı patrik seçme izin talebi dilekçesini uzun süre beklettikten sonra İçişleri Bakanlığı’ndan gelen: “Patrik seçemezsiniz, vekille idare edin” cevabıydı.
Yani devletimiz, maalesef onulmaz bir hastalığa yakalanan, artık iyileşmesi ise kurul raporlarıyla imkânsız olan Mesrob II’nin ölmesini beklemeyi tavsiye ediyordu, yeni patrik seçmek için.
Yani yönetilmemeyi ve kaosu.
Tabii konuyu baştan bir özetlemek lazım. Yoksa mesele sadece hükümetin yaptığı anlaşılmaz ve kötü niyetli bir tasarruf gibi görünebilir. Bu, haksızlık olmasından öte, konuyu, Ermenilerin vesayetinin iç dinamiğini ve tabii ki bu patrik seçme işinin yılan hikâyesine dönmesindeki Ermenilerin müthiş katkısını anlamayı da engeller.
Durum şu: İstanbul Ermenilerinin tarihleri boyunca seçtiği 84 patriğin sadece 12’si makamında vefat etmiştir. Bu, neden önemli? Çünkü Türkiye Ermeni Kilisesi geleneğine göre patrikler halk tarafından ömür boyu süreyle seçilirler. Ancak, daha 16. yüzyılda yaşanan cemaat içi çekişmelerde pek çok patrik makamını bırakmak zorunda kalır. Bazılarını padişahlar görevden alır, bazıları makamı terk eder.
Patrik Mesrob II’nin hastalığının arazları, Hrant’ın öldürülmesinden aşağı yukarı hemen sonra kendisini göstermeye başladı. (Bence bununla ilgiliydi de...). Sonra tanı kondu. Demans, bir çeşit bunama rahatsızlığı... Milyonda bir görülen bir talihsizlik. Hastalık hızla ilerledi. Bu sırada ona vekâleten görevi, Başepiskopos Aram Ateşyan yürütüyordu. Ancak hem hastalığın ciddiyeti, hem de bu durumda ne yapılması gerekir sorusu, Ateşyan’ın tercihiyle cemaatten uzun süre uzak tutuldu. Ancak artık Mesrob II ayinleri yönetemez, halk önünde hastalığı gizlenemez oldu ve Patriklik binasındaki özel konutuna kapandı.
Ateşyan, yeni patrik seçilme konusunda kendini hazır hissetmesinden ve cemaatin önde gelenleriyle angajmanlarını yaptıktan sonra, patrik seçimi için düğmeye bastı. Ama o ne düğmeye basış! Patrikhanenin sahipsiz kalmasından da güç alarak bu süreci kendince domine etmeye kalktı; eline yüzüne bulaştırdı. Geleneğe göre, yeni Patrik seçmek gerektiğinde, kilise yönetim kurulu başkanlarının ruhani kurulla yaptığı toplantıda delegeler seçilir. Bu delegeler bir Patriklik Seçim Müteşebbis Heyeti kurar ve o andan itibaren patrik seçilene kadar tüm süreci bu heyet, tam yetkili olarak –devlete müracaat dâhil- yönetir. Yani bizim YSK gibi... Patrik seçildiğinde heyet başka bir karara ihtiyaç olmaksızın lağvolmuş sayılır.
Ateşyan, bu heyetin kurulmasına öncülük etti. Lakin, devlete heyetin yapacağı patriklik seçim başvurusundan önce zaten kendisi teamüllere aykırı olarak müracaatta bulundu. Heyet de görevini başlatmak için kendi başvurusunu yaptı. Ateşyan’ın başvurusunu gelenekte olmayan “eşpatrik”, heyetin başvurusu ise “yeni patrik” seçmek üzerine yapılmıştı.
Cemaatte sorun çıktı.
Devletin, daha doğrusu Sayın İçişleri Bakanı Atalay’ın önünde artık iki başvuru vardı. Tahminimce, süreçle ilgili sadece tek bir kanaldan, yani statükodan bilgi alarak Ermenilerin patrik seçme hakkına ambargo koydu hükümet. Ermeniler ne istiyor, halkın talebi nedir, kanaat önderleri ne düşünüyor diye merak etmeden, eski devletin Azınlıklar Tali Komisyonu’nun bilgi kanallarına benzer kirli istihbaratla hareket etti. Tabii, bu kararda AK Parti’nin böyle netameli konularda hareketsiz kalma, risk almama eğilimi de burada ağır bastı. Patrikhane’deki statükonun işine gelen sonuç doğdu. Hükümet, belki de ne yaptığının farkında bile olmadan laiklik ilkesini bizzat çiğneyerek Ermeni Kilisesi’ne müdahale etti ve gelenekte olmayan bir “Patriklik Genel Vekili” kurumu ihdas etti. De facto patriği Hükümet Başepiskopos Ateşyan’ın şahsında aslında kendisi seçmiş oldu. Ateşyan’ın beceriksizce pişirdiği plana, bence aynı beceriksizlik nedeniyle Hükümet de ortak oldu.
Ama “kötü” haber şu: Ermeniler Hrant’dan sonra ve ülkedeki demokratikleşme sürecine doğru orantılı olarak yeniden ortaya çıkıyorlar. Vatandaşlıklarına sahip çıkıyorlar. Dolayısıyla, bu oldubittiyi en azından Ermeni halkının büyük bir bölümü yiyip yutmayacak. Demokratik haklarını kullanarak hükümeti de, Patrikhane’deki statükoyu da zorlayacaklar. Ortalık biraz karışacak. Hükümetin canı, öngördüğünün aksine daha çok sıkılacak. Maalesef bu krize dünya da ilgi gösterecek. Ortada demokratik bir ülkede olmaması gereken bir hak ihlali var çünkü.
Ama ben bunalımları severim. Böylelikle cemaat kendi idari ve dinî yapısı üzerinde daha çok düşünmeye, tartışmaya başlayacak. Hâlâ 1863 Ermeni Nizamnamesi’nin delik deşik olmuş müsveddesiyle kurumlarını ayakta tutmaya çalışan Ermeniler, yeni bir tüzüğe, eskiden olan ama devlet tarafından 1951’de kaldırılan Sivil ve Karma Meclislerine kavuşacak, hatta ötesine geçip Patrikhane’den bağımsız sivil bir temsiliyetin yapısını kuracak.
Son olarak bu oldubittiye sonuna kadar direnen, demokratik bir biçimde mücadele veren, kendini lağvetmeyerek seçim sürecini canlı tutan Seçim Müteşebbis Heyeti’ni de burada kutluyorum. (Taraf, Markar Esayan)