30 Haziran 2011
Gözlerin sıcak olaylara sahne olan Ortadoğu’ya ve özellikle Suriye’ye çevrili olduğu şu günlerde, Rusya’nın Kazan kentinde gerçekleşen Yukarı Karabağ ile ilgili üçlü zirve, dikkatleri pek çekmedi.
Aslında Rusya devlet başkanı Dmitri Medvedev’in başkanlığında, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın katılımıyla yapılan bu toplantı, Kafkasya’nın da sınır komşusu bir bölge olması açısından, Türkiye’yi de çok yakından ilgilendiriyor.
Gerçi bu bölgede (Ortadoğu’ya nazaran) nispi bir sükunet var, ama son zamanlarda Azerbaycan ile Ermenistan arasında sürtüşme ve gerginlik havası hüküm sürüyor.
Rus diplomasisini Azeri ve Ermeni liderlerini Kazan’da bir araya getirmeye sevk eden de, bu havanın yarattığı endişedir.
Rusya bu girişimi, AGİT’e bağlı Minsk grubundaki diğer iki ortağı olan ABD ve Fransa’nın aktif desteğiyle gerçekleştirdi.
Taraflar Kazan’da toplanmadan önce Başkan Obama telefonla, Cumhurbaşkanı Sarkozy de mektupla Aliyev ve Sarkisyan’a “artık anlaşın” mesajını iletti.
Gerçekten bu kez, iki liderin bir “çerçeve anlaşması”na imza atacağı ümit ediliyordu. Bu “çerçeve” son 3 yılda düzenlenen 8 toplantıda ana hatları belirlenen “temel prensipleri” içeriyor.
Umutlar suya düştü...
Bu prensipler, Ermeni kuvvetlerinin Karabağ’ın etrafındaki 7 “reyon”dan (ilçeden) çekilmesini, mültecilerin evlerine dönmesini, bölgede uluslararası bir barış gücünün konuşlanmasını, Ermenistan ile Karabağ arasında bir koridorun açılmasını, bağımsızlık isteyen Karabağ’ın nihai statüsünün ilerde belirlenmesini öngörüyor.
Kazan zirvesinden beklenen şey, bunca yıllık müzakereden sonra, tarafların artık buna son şeklini verip kâğıda dökmeleri ve bu çerçeve anlaşılmasını onaylamalarıydı.
Ancak 3 saatlik görüşmelerde mutabakat sağlanamadı. Zirve fiyasko ile sonuçlandı.
Rus basınına göre, taraflar daha önce yakınlaştıkları sanılan konularda, bu kez ortaya koydukları yeni pozisyonlarla, birbirlerinden uzaklaştılar.
Moskova’da yayımlanan “Komersant” gazetesine göre, Medvedev bu durum karşısında derin düş kırıklığına uğradı ve taraflara “önceden çerçeve anlaşmasını imzalayacaklarına dair bir söz vermedikleri takdirde, onları bir daha toplamaya teşebbüs etmeyeceğini” bildirdi.
Gerçek şudur ki, iki taraf da bir ortak çizgide buluşmak ve karşılıklı ödünler vermek konusunda güçlü bir iradeye sahip değil. Bu yüzden yıllardır süren müzakereler bir arpa boyu büyümedi.
Bunda iki liderin de ilkeler çerçevesindeki bir anlaşmayı kendi halklarına kabul ettirme çabasını ve cesaretini gösterememesinin, yani diğer bir deyişle iç politika kaygılarının önemli payı var.
Bir de tabii iki ülke yöneticileri ve halkları arasında derin bir güvensizlik hüküm sürüyor...
Tehlike artıyor
Ermenistan tarafı, Karabağ’daki şimdiki durumun, yani statükonun devamından pek rahatsız değil. Ne de olsa o bölgedeki hâkimiyetleri devam ediyor. Azerbaycan ise uğradığı toprak kaybı ve de mülteciler sorunu nedeniyle infial içinde, bunun bir an önce telafi edilmesini bekliyor.
Son zamanlarda sabrı tükenen Aliyev çeşitli demeçlerinde askeri opsiyondan söz etmeye başladı. Önceki gün Bakü’de Ordu Günü münasebetiyle yapılan bir geçit resminde S-300 füzeleri ve pilotsuz uçaklar dahil, modern silahlar teşhir edildi. Bu, zirve fiyaskosundan hemen sonra Erivan’a bir uyarı olarak yorumlanıyor.
Tehlikeli olan da barıştan umut kesildiği noktada çarenin başka yollarda aranması, hatta savaşın kaçınılmaz sayılmasıdır.
Bölgede şu anda en arzu edilmeyen, en korkutucu ihtimal de budur.