Anonim : Tek Parti Döneminde Cemaat Vakiflarinin Sorunlari
23 Kasım 2024 - Հակական տոմար - Տարի : 4517 / Ամիս : Տրե / Օր : Ծմակ / Ժամ : Խաւարակ

Anonim : Tek Parti Döneminde Cemaat Vakiflarinin Sorunlari

Anonim

Anonim Tüm yazılarını göster..

15 Kasım 2011  

Tek Parti Döneminde Cemaat Vakiflarinin Sorunlari

BASBAKANLIK CUMHURIYET ARSIVI BELGELERINE GÖRE
TEK PARTI DÖNEMINDE CEMAAT VAKIFLARININ SORUNLARI

Elçin Macar
Yildiz Teknik Üniversitesi
Iktisadî ve Idarî Bilimler Fakültesi


Bilindigi gibi, Lozan Antlasmasi’ndan önce, gayrimüslimlerin tüm ruhanî ve dünyevî isleri gibi vakif isleri de, fermanlar çerçevesinde yürütülürdü. Lozan’dan sonra ise, Cumhuriyet yönetimi gayrimüslim cemaatlerin vakiflarinin isleyisine dair oniki yil boyunca herhangi bir düzenlemede bulunmamis, sorunlar günün gerektirdigi siyasî kararlarla çözülmeye çalisilmistir. Bu bosluk döneminden sonra 1935’te, 2672 sayili Vakiflar Kanunu çikarilmistir. Söz konusu kanunda, azinlik vakiflari mülhak yani bagli vakif kabul edilerek, mütevelli yönetimine birakilmis, böylece, cemaatler vakif yöneticilerini seçebilmislerdir.

Azinlik Vakiflarinda Tek Mütevelli Sistemi
Ancak kisa bir süre sonra, 1937 yili basininda, varolan sistemin degistirilecegi ve tek mütevelli sisteminin getirilecegi haberleri çikmaya baslayinca, cemaatler bundan tedirgin olurlar. Istanbul Valiligi, Içisleri Bakanligi’na yazdigi 1937 tarihli yazisinda özetle su istihbarî bilgileri verir:
Yeni sistemin uygulanmasina itiraz etmek üzere, barodan atilmis avukatlar Viladimir Mirmiroglu ve Eftimiadis Ankara’ya giderek, temaslarda bulunmuslardir. Dönüslerinde, Istanbul’daki Ermeni Cismanî Meclisi’ne, kendileri gibi Ankara’ya bir heyet göndermeleri gerektigini telkin etmislerdir. Bunun üzerine Cismanî Meclis, barodan atilmis Lutfik Kuyumcuyan ve Karabet Baroni’yi Ankara’ya göndermistir. Bu heyete, Beyoglu hariç birçok vakif mütevelli heyetleri de vekâletnâmelerini vermislerdir. Rum ileri gelenleri bu uygulamayla, mütevelliliklere Türk Ortodoks Patrigi Papa Efthim taraftarlarinin getirileceginden korkmaktadirlar. Bu nedenle bu uygulama söz konusu oldugu takdirde, Baro’ya kayitli bütün Rum avukatlarin mütevelliliklere adayliklarini koyacaklari anlasilmaktadir.
Rum ve Ermenilerin Ankara nezdindeki bu girisimlerine Musevi cemaati katilmaz.
1938’de 3513 sayili kanunla 1935 tarihli Vakiflar Kanunu’nun 1. ve 18. maddeleri degistirilerek, mütevellilerin Vakiflar Genel Müdürlügü (VGM) tarafindan belirlenmesi sistemi benimsenir.
Cemaat kimliginden uzaklasarak, Türk kimligine vurgu yapan gayrimüslimlerin toplandigi “Laik Hiristiyanlar Birligi”nin görüslerine yakinlik duyan gayrimüslim ileri gelenler, Ankara ile yakin iliskiler içerisinde olan Papa Efthim’e gelerek, mütevelli olabilmek için destegini isterler. Bunlar arasindan Beyoglu Üç Horan Ermeni Kilisesi Vakfi mütevelliligine Davut Bey, Galata Ermeni Vakfi’na Ohannes Bey, Kurtulus Rum Vakfi’na Zamba Zamboglu ve Balikli Rum Hastanesi’ne de Istimat Zihni Özdamar atanirlar. Özdamar, görevde kalacagi sekiz yil boyunca Rum cemaatinin sürekli sikayet ettigi bir yönetici olacaktir.
Bu belli basli yerlere yapilan atamalara ragmen, vakiflarin büyük bir kismina da görevlendirme yapilmaz. Çünkü uygulama Disisleri Bakanligi’nin istegi üzerine fiilen durdurulur ve askida kalir. Ancak bu durum büyük bir kargasaya yol açacak ve kurumlar basi bos kalacaklardir.
Azinlik vakiflarina bu sistem getirilmisken, azinlik mi yabanci mi oldugu tartisilan kurumlarin yönetimi ise ayrica sorun yaratir. 1940 tarihli bir belgede VGM, Basbakanliga sunu sormaktadir:
Hayrat ve vakif mülkleri Türkiye’de bulunan azinlik vakiflarinda istihdam olunacak sahislar gibi, mütevellilerin de Türk vatandasi olmalari gerektigi, bakanliklar arasi yazismalar sonunda anlasilmisti. Ancak hayir kurumlari ve bir kisim varligi Türkiye’de bulunmakla birlikte, bagli olduklari ülkelerden yardim gören, tayin ve azillleri o ülkelerdeki ruhanî makamlar yoluyla yapilan bazi vakiflar, yabanci olduklari gerekçesiyle vakiflar kanununa tâbi olmaktan imtina ediyorlar, beyanname vermiyorlar ve kontrol isteklerimizi kabul etmiyorlardi. Buna örnek olarak Büyükada’daki Ayios Yeorgios Kudunas ve Burgazada’daki Ayios Yeorgios Karipis manastirlari* için, Disisleri Bakanligi’na basvuran Yunan Büyükelçiligi’nin istegi üzerine durum incelenmis ve yukaridaki özel durumlarinin, onlarin azinlik kurumu vasiflarini degistirmeyecegi sonucuna varilmis ve Vakiflar Kanunu hükümlerine tâbi olacaklarina karar verilmisti. Ancak bir üçüncü durum vardir ki, vakif mülkü hiç bulunmadigi halde, kismen hayir kurumlari yabancilar namina kayitli olan ve masraflari disaridan karsilanan, baslarindaki ruhani ve memurlar disaridan tayin olunan Mersin’deki Latin Katolik ve Çanakkale’deki Katolik kiliseleri vakiflari gibi kurumlar üzerinde, Vakiflar Kanunu’nun uygulanmasinin ve idaresinin güçlükleri nedeniyle, bunlar hakkinda uygulanacak muamelenin bildirilmesi.
Tek mütevelli kargasasindan herkes rahatsizken, Metapolitevsis gazetesinin sahibi K. Türkcan, 1941 tarihinde Basbakanliga bir dilekçe sunar:
Okul, hastane gibi yerlerden %5 oraninda bir vakif hakki alinmaktadir. Tek mütevelli gerçeklestirilememistir. Bu nedenle eski mütevelliler tarafindan idare sürmektedir. Bunlar 10-15 yildir bu isi yapmaktadirlar. Birakip gitmemeleri de sahsi çikar sagladiklarini göstermektedir. Suistimaller söz konusudur. Ben de gazetemde bunlari anlattim. Bu yerleri, hükümetin idare etmesi gerekir. Bunlar yillardir hiçbir kontrole tâbi degildirler. Her cemaatin kendi içinden müfettisler seçilerek suistimaller önlenebilir, böylece gelirler iki-üç kat artacagi için, bunlara ayrica maas ödemeye gerek kalmaz. Kâr getirmese bile, ilerideki suistimalleri engelleyecektir.
Yazi VGM’ye havale olur, VGM de Basbakanliga 1943 tarihli yazisiyla, bu istegin yerine getirilmesinin 2762 sayili kanunun hükümlerine aykiri oldugunu söyler, mütevellilikle ilgili olarak da, 1942’de Basbakanliga çesitli defalar yazilan tezkerelere yanit beklendigini, bir islem yapilamadigini, bu esas meselenin bir an önce halledilmesi gerektigini belirtir.
Idaresine çesitli nedenlerle el konulan vakiflarda, örnegin kiliselerde mum, tepsi, ölüm, evlenme kaynakli gelirlerin toplanmasinda ve terzihane gibi tesislerin idaresinde, bu konulardan anlamayan VGM memurlari büyük sikintilar yasarlar. Bu nedenle VGM, azinlik vakiflarinin yönetiminde Cemiyetler Kanunu’nun 39. maddesinin uygulanmasini veya daha uygun bir çözüm sekli bulunmasini Basbakanlik’tan talep eder. Bunun üzerine Basbakanlik, Içisleri ve Disisleri bakanliklariyla VGM’nin hukuk müsavirlerinden olusan bir komisyonca, bu teklifin incelenip bir rapora baglanmasini ister. Bu istege dayanilarak hazirlanan raporu söyle özetleyebiliriz:
Tek mütevelli idaresinin uygun bulunmasi ve yürürlüge konmasina ragmen, sistem bir türlü hayata geçirilememistir. Mütevelli devir islemleri uzun sürmekte ve cemaatlerin yeni mütevelliye vakfin idaresini birakmak istememesinden dolayi, binbir engel çikarilmakta, ehliyetli insanlar bu süreçten biktiklari ve vazgeçtikleri için, bu kurumlar ya selahiyetsiz kisilerce ya da hâlâ eski heyetlerce idare edilmektedirler. Bes yil geçtigi halde idareye hesap vermemis olan vakiflar bulundugu gibi, bunlar üzerinde bir kontrol de kurulamamistir. Bu kurumlarin gelirlerinin büyük kismi tepsi, mum, mezarlik vb. gelirlerden olusmaktadir. Bunlarin idarece toplanmasi imkani muhtemelen bulunamayacak ve bu nedenle bu kurumlar masraflarini bile karsilayamayarak, yasayamaz hale düseceklerdir. Bu durumda, Istanbul’da 155 kurum bulundugu bilinmektedir.
Vakfiyeleri olmayan cemaatlerce idare olunan vakiflardan, vakfiyelerinin tam anlamiyla Islamî vakiflarinki gibi olmasi beklenemez. Çünkü bunlar dinî kurumlar olduklarina göre, kendi dinlerinin ve mezheplerinin kurallarina göre vakfedildiklerinin kabulü geregi asikârdir. Rum Patrikligi nizamnamesinin “muhtelit daimi encümen azasinin vezaifi” hakkindaki bendinin 3. maddesine göre, episkoposlar tarafindan verilmis bu kurumlara ait senetlerin, usulüne uygun kabul edilmesi gerekmektedir. VGM’nin gerekçesi hakli görülür ve bu vakiflar kanunun ilgili maddeleri disinda isleme tâbi tutulmak istenirse, bunlari vakif addetmemek suretiyle yapamazsiniz, o zaman Vakiflar Kanunu’nda bir degisiklik yapmak gerekir.
Sorunlarin temeli tek mütevelli sisteminden kaynaklanmaktadir ancak biz “bunu kaldirin eski sisteme dönün” diyemeyiz, bu bize düsmez.
Azinlik vakiflarini Cemiyetler Kanunu’na tâbi kilarsak Islamî vakiflari da buna tâbi kilmamiz gerekir. Oysa bu maddenin amacinin bu olmadigi asikârdir. 39. maddeye göre, bu kanunun yayinlandigi tarihte varolan hayrî, içtimaî, sihhî, tedrisî, terbiyevî, kültürel Türk müesseseleri, bu kanun hükümleri dairesinde teskil edilecek cemiyetler tarafindan idare olunur. Bu kanunun bütün maddeleri incelendiginde görülecektir ki, azinlik vakiflarinin idaresi için bir cemiyet teskili söz konusu olamaz çünkü yasaklardan bahseden 9. maddenin 4. fikrasi cemaat esasina dayanan cemiyetlerin kurulmasini yasaklamaktadir. Bir Rum azinlik kurumunun da, her milletten olusacak bir cemiyet tarafindan idaresi söz konusu olamaz. Cemiyetler Kanunu’nun öngördügü teftisi, zabita kuvvetleri yapar. Bunlarin yapisi ve kadrolari da vakif türü kurumlari kontrol ve idare edebilecek durumda degildir. Ayrica Cemiyetler Kanunu, cemiyetlerin mülk edinmesine engeldir. Azinlik vakiflarinin emlaklarinin bir cemiyete tescili de söz konusu olamaz.
Sonuç olarak iki sik vardir:
1- Varolan vakiflar kanununu düzeltmek ve yeni hükümler getirmek, yani eskinin iadesi. Bu sistemin VGM tarafindan idaresi ve kontrolü için kadro ve teskilat sarttir.
2- Mutlaka tek mütevelli sistemi isteniyorsa, o zaman bu vakiflarin özelliklerine uygun hem de genel mevzuatla uyumlu yeni hükümler getirilerek, ona göre bir kadro ve teskilat olusturulmasi. Bu ya VGM’ye ya da onun teklifi üzerine Içisleri Bakanligi’na baglanabilir.
VGM müsaviri ise rapora söyle bir serh düser:
Tek mütevelli sistemi varolan kadro ve bütçeyle uygulanamamaktadir. Kibris’ta oldugu gibi kontrol ve teftisin bütün masraflarinin denetlenecek kurumun gelirlerinden alinacak harçlara baglanmasi önerilir; bu sistem, ayri bütçesi, ayri bir teskilati olan, görev ve yetkileri kanun ve nizamnamelerle belirlenecek özel bir idare tarafindan kurulabilir.
Öte yandan, cemaatlerin sikayetleri de sürmektedir: Örnegin Voskeperan Katolik Ermeni Vakfi yöneticileri, 1943’te Basbakanliga yazdiklari bir dilekçede, Vakiflar Kanunu’nun yayinlanmasindan bu yana yedi yil geçtigini, diger gayrimüslim ve Musevi vakiflarina dört yil evvel mütevelli tayini yapildigini, ancak hâlâ kendilerinin çesitli vakiflarina bir mütevelli atamasi yapilmadigini, akaratin harap oldugunu, artik VGM’ye gerekli emrin verilmesini istediklerini belirtirler. Ancak belirsizlik birkaç yil daha sürmeye devam edecektir.
VGM, Basbakanlik’a yazdigi 1946 tarihli bir yazisinda, “azlik müesseseleri idaresinin bizim vakiflar idaresi ile telif edilemiyeceginin sinamalarla anlasilmis oldugunu” belirtirken, “...idare tarzlari esasen vakiflar mevzuatina uymayan bu isin, sözü geçen bakanliklarca bir an evvel ele alinarak uygun bir sisteme baglanma[si]...” talebinde bulunur. Buna ragmen, “...kanun hükmünün tatbikinde bir mahzur kalmamis ise, talimatnamesi uyarinca icabi yapilarak, bu vakiflara tek mütevelli tayinine müsaade buyurulmasi...” istegini de yineler.
Ayni yil, Rum cemaati tarafindan Basbakanliga birkaç farkli dilekçe sunulur:
Birinci dilekçe; “Bay Eftim Karahisaridis, eskiden beri Rum cemaatine ait olan Galata’daki Panayia Kafatiani ve Hiristos kiliselerini hiç hakki olmadigi halde ‘hot be hot’ ele geçirmistir ve kullanmaktadir. Bu kiliselere kimse devam etmedigi için bir tanesini depo olarak kiraya vererek menfaat temin etmektedir. Galata’da Rumlarin elindeki diger iki kilise ise cemaate yetmemektedir,” der ve bu iki kilisenin adi geçenin elinden alinarak, Rum cemaatine iade edilmesini talep eder.
Ikinci dilekçe; Rumlara ait hayrî ve dinî kurumlarin idare ve kontrolunun 340 nolu kanunla (Lozan Antlasmasi’ni onaylayan kanun) düzenlendigini ve bu yöntem yüzyillarin bir mirasi oldugu halde, 1935’te anayasaya ve sözü edilen kanuna aykiri olarak 2762 sayili Vakiflar Kanunu’nun kabul edildigini, bunun üzerine Rum kurumlarinin vakif olmadiklarini ve VGM’nin müdahalesini kabul etmeyeceklerini söyleyerek itiraz ettiklerini, bir de bunun üzerine tek mütevelli sisteminin getirilecegi anlasilinca, bunun varolan kurumlarin kapanmasina yol açacagini 1937’de bildirdiklerini, bu sayede Içisleri Bakanligi’nda olusturulan bir komisyonun karari ile tek mütevelli belirlenmesi uygulamasinin iptal edildigini, ancak Yedikule hastanesinin bu uygulamadan istisna tutularak tek mütevellinin eline teslim edildigini, söz konusu hastanenin doktorlarinin bu kurumun özelliginden dolayi her gün Beyoglu’ndan Yedikule’ye gidip dörtbuçuk saat çalistiklari ve hiçbir para almadiklari halde, mütevellinin kasadan her ay 300-400 lira maas aldigini, oysa kendisinin milletvekili olmasi hasebiyle, zamaninin çogunu Ankara’da geçirdigini, koca müessesenin kimsesiz bir sekilde yönetildigini ve günden güne harap oldugunu, bu durumun istatistiklerde açikça görüldügünü anlatir ve bu kurumun “yabanci ve maasli bu zatin” elinden alinarak Rum cemaatine geri verilmesi ve yine eskisi gibi seçilecek ondört kisi tarafindan yönetilmesini talep eder.
Üçüncü dilekçe; VGM’nin 1935 tarihli 2762 sayili Vakiflar Kanunu’na dayanarak haksiz yere butün Rum kurumlarini “vakif” olarak tanimladigini, yönetim kurullari her ne kadar buna itiraz ettiyse de, VGM’nin beyanname verilmedigi takdirde yönetime el konacagini bildirdigini, itirazlara ragmen 1936’da Vakiflar nizamnamesini yayinladigini ve 1938’de de 3513 sayili kanunla tek mütevelli sisteminin getirildigini, gazete ilanlari ile mütevelli arandigini, bulunan ehliyetsiz kisilerin kurumlara gerçekten hakim olsalardi bunlarin çoktan kapanmis olacagini, örnegin Beyoglu’nun en büyük kiz okulu Zapyon’a, Abanoz Sokagi’ndaki bir fena evin bodrum katinda sobacilik ve tenekecilik yapan bir sahsin mütevelli olarak atandigini, ilk günkü isteginin bütün evrak ve paranin kendisine teslimi ve okulda kendisine ikamet için bir daire tahsisi oldugunu, ancak bu gibi sikayetlerin devletçe dikkate alinmasiyla, bu kanunun fiilen Rum kurumlarina uygulanmadigini, fakat iki yilda bir yenilenmesi gereken mütevelli seçimlerine de izin verilmedigi gibi, simdi de bu kurumlarin Islamî vakiflar gibi ser’i hükümlere tâbi kilinmaya çalisildigini, buna dayanarak yine tek mütevellinin getirilmek istendigini söyleyerek, 340 sayili kanuna, anayasaya ve eski teamüle göre mütevelli seçimine ve buna dayanarak idarenin saglanmasina izin verilmesi istegini içermektedir.
Istanbul Rum Patrikhanesi antetli, Patrik Maksimos imzali, dördüncü dilekçe ise; 1940 tarihinde kabul edilen, bina ve arazi vergilerinden muaf olan mukataali gayrimenkullere kiymet takdiri ile ilgili 3950 sayili kanunun, 1945’ten itibaren kilise ve Rum okullari için de uygulanmaya baslandigini, itirazlara olumlu ya da olumsuz hiçbir yanit verilmedigini, kurumlarin haciz baskisiyla karsi karsiya kaldigini, hemen hemen bütün Rum kiliselerinin Bizans döneminden kalma olup Fatih’in iradesiyle Rumlara birakildigini ve bugüne kadar bunlardan mukataa istenmedigini, ilgili kanunun eskiden beri mukataaya tâbi olan gayrimenkullere dair oldugunu, dolayisiyla söz konusu kanunun bu kurumlara neden uygulanmamasi gerektigini ve tahsil olunan paralarin iade edilmesi istegini içermektedir.
Tam bu dönemde, Patrikhane temsilcisi metropolitler, 13-15 Mayis 1946’da Ankara’da Basbakan Saraçoglu ile görüsürler ve taleplerini iletirler. Bundan sonra, Basbakanlik, Disisleri ve Adalet bakanliklarinca konunun incelenmesi için bir komisyon kurulmasini ister. Adalet Bakanligi, Basbakanlik’a su görüsleri iletir:
1.talep: Eskiden beri kiliseler cemaat tarafindan seçilen kisilerce yönetildigi halde, bir süredir seçime izin verilmedigi ve ehliyetsiz kisilerin elinde kurumlarin kapanmasi tehlikesinin basgösterdigi.
Görüs: Bu, vakiflarin büyük kismi için dogru degildir. Küçük bir kismi disinda digerleri eskisi gibi idare edilmektedirler. Bu iddianin bir mesnedi yoktur. Bu arada Disisleri Bakanligi’nin, “her müessesenin bulundugu mahalle halkinin toplanarak ehil gördüklerini seçip vilayete bildirmesi, vilayetin de onlardan kanunî sartlari haiz olanlardan dört kisiyi seçerek VGM’ye sunmasi, VGM’nin bunlari imtihan ettikten sonra birisini mütevelli olarak belirlemesi ve diger üçünün ona yardimci vazife görmelerine izin vermesi” seklindeki teklifi Vakiflar Kanunu’na ve nizamnamesine aykiri olur.
2.talep: Istanbul’daki Rum cemaat kiliselerinin hiçbirisi vakif olmadigi halde bunlardan mukataa alindigi, halbuki Istanbul’un fethinden bugüne kadar mukataa bedeli talep olunmadigi.
Görüs: VGM’den alinan izahata göre, Türkiye’de 208 azinlik vakfi vardir. Bunlardan 167’si Istanbul’dadir, bunlarin 98’i “Rum Patrikhanesi’ne ait olup” yalniz sekizinden mukataa alinmaktadir. Bu da tapu kaydi veya vakfiyelerinde “mukataali” olarak kaydedilmis olmalari ile ilgilidir.
3.talep: Balikli ve Meryem Ana manastirinin idaresinin Rum cemaati ile ilgisi olmayan bir kisiye verilmis olmasi.
Görüs: Manastir, 1794 tarihli bir Patrikhane Kutsal Meclisi karariyla Balikli hastanesine baglanmistir. Bu kararin sureti Vakiflar idaresinde olmayip Patrikhane’dedir. Istimat Zihni Özdamar adli mütevelli bu hususta müstakil bir beyanname vermis ve sonra mütevellilige seçilmistir. Su vaziyet karsisinda Patrikhane’nin iddiasini ve bu sahsin mütevellilige hakki olmadigini ispat etmesi gerekir.
4. talep: Galata’daki Panayia ve Hiristos kiliselerinin Rum cemaati ile ilgisi olmayan bir kisi tarafindan kanuna aykiri bir sekilde kullanildigi, bunlarin Patrikhane’ye iadesi.
Görüs: Bu kiliseler Balikli hastanesi idaresine tâbidir. Papa Efthim bu kiliselere kendiliginden girmistir. Bu konuda bir tevcih yoktur. VGM bu isin hallinin Içisleri Bakanligi’na ait oldugunu söylemektedir. Iade için bu kiliselerin müstakil bir sahsiyeti haiz olup olmadiklarinin belirlenmesi zorunludur.


Çok Partili Yasama Geçisle Yasanan Degisiklikler

Ayni yil, Yunanistan’in yeni Ankara Büyükelçisi Periklis Skeferis, Disisleri Bakanligi’ndaki görüsmelerinde, azinlik vakiflari yönetiminde uygulanan tek mütevelli sisteminin degistirilmesini ister. Bakanlik yetkilileri, bu sistemin zaten degistirilmek istendigi bilgisini kendisine aktarirlar. Ikinci olarak da, cemaat hastanesi gibi kâr amaci gütmeyen azinlik kurumlarindan alinan verginin kaldirilmasini ister, buna da olumlu yanit alir.
Bu siralarda hem Türk-Yunan pazarliklari hizlanir hem de Rum basininin israri artar. Papa Efthim’i çagiran Basbakan Saraçoglu, kendisine, “Türk-Yunan dostlugu için,” “…sizden bir yardim istiyoruz bu da, Balikli Hastanesi’ni onlara devretmenizdir” der, böylece hastane Rum cemaatine iade edilir.
1948 yilina gelindiginde Rum Patrikhanesi’nin Galata’daki kiliseler konusundaki israri devam etmektedir. Bunlarin Papa Efthim’den alinip Rum cemaatine geri verilmesi talebi, CHP Istanbul Bölge Müfettisi Sadi Irmak’in ve cemaat avukatlarindan Kaludis Laskaris’in Parti’ye Rumlarin sorunlarini aktardiklari raporlarinda da ilk sirayi alir. CHP iktidari Hiristos Kilisesi’nin 1948’de Rum Patrikhanesi’ne iadesini saglar.*
1949’da 5404 sayili yasayla tek mütevelli sistemi kaldirilir, Vakiflar Kanunu’nun 24. maddesinin iptaliyle de %5 kontrol hakki alinmasi uygulamasindan vazgeçilir.
Görüldügü üzere, tek partili dönemde VGM, hükümet ile Vakiflar Kanunu arasinda sikismis, tek mütevelli dayatmasi yüzünden isler yürütülememis, ne hükümet ne de cemaatler memnun olmuslardir. Varolan sikayetlere çok partili yasama geçisle birlikte, hem dis hem de iç konjonktürün geregi olarak çözümler bulunmaya baslanmistir. Bu yumusama Menderes döneminde devam edecek; bu dönem, azinliklarin Cumhuriyet dönemindeki “altin yillari” olacaktir.

+