12 Kasım 2011
Kentimizin tarihten bugüne en mütevazi, en zanaatkar ve en köklü toplumlarindan biriyle karsiliyoruz bu sayimizi. Istanbul`un her kösesinde emekleri gizli olan, bugün sehirli ve uygar olmayi tasimasini en çok sindirebilmis cemaatlerden birinin geçmisten günümüze uzanan Istanbul serüveni ve Osep Minasoglu`nun sicak, bir o kadar da buruk öyküsünü tasiyoruz sizlere. Istanbul`u bu kez de onlardan dinliyoruz...
Anlayacaginiz üzere dergimizin bu sayidaki `Istanbul bilesenleri` bölümünü Ermeni cemaatine ayirdik. Aslinda Ermeniler Istanbul`daki varliklarinin yani sira, yüzyillardir Anadolu topraklarindaki varliklariyla da Türk toplumunun en yakindan tanidigi ve kültürel yapi olarak en çok yakinlasma firsati buldugu azinlik konumundalar. Belki de bu nedenle bugün en içsellesmis ve bu topraklardaki diger toplumlarla en kaynasmis grup olmalari tesadüf degil. Anadolu`nun en eski kavimlerinden biri olan Ermenilerin kökenleri bu topraklarda milattan önce 6. yüzyildaki Urartu uygarligina kadar uzaniyor.
BIZANS`TA...
Bizans döneminde, Istanbul`daki Ermeni varligi ise Konstantinopolis`in ilk günlerine kadar dayaniyor. Istanbul Dogu Roma Imparatorlugu`nun merkezi olduktan sonra, 360 yilinda Ermeni Baspatrigi 1. Nerses`in Yassiada`ya sürüldügü sirada kentte küçük bir Ermeni cemaatinin varligi biliniyor. Bizans Imparatorlari 6. ve 10. y.y.`larda Ermenilerin Istanbul`a göçünü tesvik ediyorlar. O dönem Ermeniler Bizans ordusunda parali asker olarak görev yapmaktadirlar, belirli bir gurup ise imparatorluk içinde yüksek makamlarda yer aliyor. Bizans`la Ermeni cemaati arasinda uzun yillar Ermeniler`in yönetimde söz sahibi olabilecegi düzeyde yakin iliskiler gelisiyor. Hatta o dönem depremden zara gören Hagia Sophia` nin kubbesinin onarim isini dahi Ermeni mimar Dirdat üstleniyor.
OSMANLI`DA...
Osmanli döneminde Istanbul Ermeni Cemaati ile yakin iliski içerisinde olan Fatih Sultan Mehmet, Bizans döneminde Bati Anadolu, Trakya ve Balkanlar`daki Ermeniler üzerinde nüfuzu olan ve o tarihe dek Bursa`da bulunan Ruhani Reislik makamini 1461 yilinda Patriklik seviyesine yükseltiyor. Müslüman bir sultanin Hiristiyan Patrikligini tesisi, daha önce benzeri görülmemis bir olay olarak tarihe geçmis.
15. ve 18. y.y.`larda Kirim, Dogu Anadolu, Iran ve Kafkasya`dan çok sayida Ermeni Istanbul`a göç ediyor. Giderek genisleyen Osmanli topraklarindaki tüm Ermeni cemaatleri Istanbul Ermeni Patrigi`ni millet basi olarak taniyorlar. Istanbul`daki ilk Ermeni matbaasi 1567`de bir din adami olan Apkar Tibir tarafindan açiliyor. 1715 yilinda Bitlisli 9. Hovhannes Golod, Istanbul Patrigi seçilince, o dönem Ermeni cemaatinin yasaminda da kültürel bir Rönesans baslamis oluyor ve bati Ermenice`si grameri hazirlaniyor. 1790 yilinda Ruhbanlik disi ilk Ermeni okulu `Tibranots Kumkapi` da ögretime açiliyor. Bunun ardindan 1832 yilinda Istanbullularin ilk Ermenice gazetesi, `Lro Kir Medzi Derutyan Osmanyan` ( Büyük Osmanli Devleti Gazetesi ) yayimlanmaya basliyor. 1858 yilinda ilk Istanbul Ermeni Tiyatro kumpanyasi perdelerini Hasköy`de açiyor. 1850`lerin sonunda yanlizca Istanbul`daki Ermeni okullarinin sayisi 40`in üzerine çikiyor, yayinlanan Ermenice gazetelerin sayisi ise 20`yi buluyor. Ermeni cemaati 15. ve 19. y.y.`lar arasinda Osmanli Imparatorlugu`na sayisiz bilim adami ve çok sayida sanatçi yetistiriyor. Bugün Istanbul`un çehresini degistiren basta saraylar ve camiler olmak üzere birbirinden güzel yüzlerce eserin mimarlari Ermeni cemaatinden yetisiyor. Günümüzde Dolmabahçe sarayindan, Ortaköy Cami`ye ve ünlü Beyazit Kulesi`ne kadar tüm bu yapilar hala kentimizin mihenk taslari konumunda.
19. y.y.`in sonlarina kadar, Orta Dogu`dan, Avrupa`ya, Kuzey Afrika`dan, ABD`ye kadar çok genis bir cografyadaki tüm Ermeni cemaati, Istanbul Ermeni Patrikligi`ne bagli bulunuyordu. Ermeni kaynaklarina göre, Osmanli
Imparatorlugu sinirlari içerisinde yasayan Ermeni nüfusu 2 buçuk milyon ile 4 milyon kisi arasinda belirlenmistir. Ancak Osmanli Imparatorlugu`nun dagilma sürecinde ortaya çikan karisikliklardan Istanbul Ermeni cemaati de olumsuz yönde etkileniyor. Anadolu`ya da siçrayan karisikliklarin akabinde, 1915 yilinda tarihe Mezd Yegern (Büyük Felaket) olarak geçen tehcir sonuçlari itibari ile yikici olmus ve nüfusun büyük orani göç etmek durumunda kalmis.
TÜRKIYE CUMHURIYETI`NDE...
Cumhuriyet döneminde ise Istanbul Ermenileri, Atatürk`ün kurdugu yeni Türkiye Cumhuriyeti`nin ilani ile birlikte resmen azinlik statüsüne geçtiler. Cumhuriyet`in ilk yillarinda yalnizca Istanbul`da yasayan Ermeni sayisi 130 bin civarinda idi, tüm Türkiye de ise bu sayi 300 bini buluyordu. 1935`deki vakiflar kanunu ile birlikte, kilise, okul, hastane, yetimhane gibi Ermeni kurumlarinin bagli oldugu tüm vakiflar, Vakiflar Genel Müdürlügü`nün denetimine geçirildi. 1942 yilinda çikartilan Varlik Vergisi Kanunu Istanbul`da Ermeniler de dahil, tüm azinliklar üzerinde olumsuz etki yaratti. Ermeni cemaati T.B.M.M.`ne en son (Dr. Zakar Tarver ve Midirgiç Sellefyan) 1960 tarihine kadar milletvekili gönderebildi.
VE BUGÜN...
Bu topraklardaki geçmisleri 2700 yili asan Türkiye Ermenileri bugün 70 bini askin nüfuslari ile Türkiye Cumhuriyeti`nin en büyük azinlik nüfusunu olusturuyor ve bu nüfusun nerede ise tamami Istanbul`da yasiyor. Nüfusun 5 bine yakinini Ermeni okullarinda egitim gören ögrenciler olusturmakta, bir o kadar gençte Türk okullarinda egitim görüyor. Ermeni nüfusunun % 40`i Türklerle evlilik yapmis durumda, Istanbul`da yasayan azinliklar içerisinde Türkler`e en çok entegre olmus ve dis evliligi yapmis gurubu Ermeniler olusturuyor. Yalnizca Istanbul`daki, 33 kilise, 20 egitim kurumu, 9 yazili basin, 2 hastane, 2 yetimhane, 16 mezarlik ve hala faaliyette olan 10`un üzerinde cemaat kurum ve kurulusu ile Ermeni halki hala varligini sürdürmekte. Geçmiste çogunlukla Kumkapi, Samatya ve Ortaköy semtlerinde yogunlasan Ermeni nüfusu, bugün yogun olarak, Feriköy, Kurtulus, Nisantasi, Bakirköy ve Yesilköy gibi nispeten yeni semtlerde yasamakta. Ayrica Adalar, Kadiköy ve Bogaz yakasi da Ermeniler için çekim merkezi olma özelligini hala koruyor, bu dagilim daha çok kilise ve okullarin etrafinda yogunlasiyor. Geçmis bazi dönemlerinde, bugün herkesin unutmaya çalistigi talihsizliklerle lekelenmis olsa da, içilen bir fincan kahvenin bu topraklarda 40 yil hatiri oldugu unutulmamali. Hepimiz bu kentteki yasamimizin bir kesitinde komsumuz olan madamin kapisini bir kez çaldik mi yüzümüze sevginin ve dostlugun açilacagini aklimizdan çikartmamaliyiz. Kaldi ki Istanbul, Semerciyanlari, Kasapyanlari, Iplikçiyanlari, Tüfekçiyanlari, Demirciyanlari, Kazanciyanlari ile, tüm bu mesleklerin bu kente sarfettigi emek ile Istanbul... Istanbullu olmayi bugün en güzel sekilde tasiyabildikleri ve bu kenti tüm bilesenleri ile paylasma bilinci konusunda hepimize örnek olduklari için, Ermeni cemaatine, Istanbul adina tesekkürlerimi sunuyorum...
Ayrica bu sayfanin hazirlanmasinda görsel ve metinsel belgelerle bize her türlü konuda destek veren Agos gazetesi Kültür sanat editörü sayin Lora Baytar ve rakamsal bilgilerde yardimini esirgemeyen antropolog arkadasim sevgili Laura Avadar`a ZipIstanbul ekibi adina tesekkürü borç bilirim.
...Ve Osep Minasoglu tabii, 4 yillik dostlugumuz beni bu röportaj için öncelikle ona götürüyor. Fotografa olan ilgim sayesinde 1999 yilinda tanimistim kendisini, ilk ortak yönümüz oldu, derken Istanbul sevgimiz geldi, Istanbul`u anlamayi onu dinlerken bir kez daha ögrendim. Cumhuriyet`in ilk yillarindan bugüne uzanan öyküsünde yasayan bir tarihi tanimanin ayricaligini tattirdi bana. Simdilerde sik sik unuttugunu tekrarlasa da aklindaki silik hatiralar bile bizleri onun Istanbul`una tasimaya yeter diye düsünüyorum. Bu kentte kazanilip bu kentte kaybedilen bir servet bir ömür ve sessizce unutulmaya yüz tutmus azimsanamayacak bir geçmisin ardindan tüm mütevaziligi ile paylastiklarinin gizli heybeti altinda pek de belli etmeden eziliyorum aslinda. Geçmisi anlatirken gözlerindeki hüzne kayiyorum, geçen 75 yilin ardindan 4 kedisiyle Tarlabasi`ndaki evinde yalnizligi soluduguna inanmak gücüme gidiyor; kazanilanlar ve kaybedilenler arasinda anlatilmasi güç bir yolculuga çikiyoruz. `Artik daha zor...` diyor sik sik ve ekliyor, `Artik Istanbul`u da taniyamiyorum...`
Türkiye`nin en büyük fotograf sanatçilarindan biri, dostum Osep Minasoglu`nun kadrajindaki istanbul`a birakiyorum sizleri.
Çocuklugunuzla baslayalim isterseniz...
1929 yilinin 26 Subati`nda Samatya`da dünyaya geldim. Tüm çocuklugum da orada geçti, ailem 3 kusak Samatyali`dir; babam Yervan Minasoglu, mahallenin en büyük bakkaliyesi idi. O zamanlar Samatya çok gelismis, entelektüel kisilerin yasadigi bir yerdi; mesela Ermenice Davros adinda Samatya`ya özel gazete çikardi; tiyatrosu ve sinemasi vardi. Ana okulunu oradaki bir Italyan rahibe okulunda okudum, o sirada yabanci okula gidebilmek için ilk okulu Türk okulunda bitirme zorunlulugu getiren bir kanun çikti. Bunun üzerine ben de ilk okula Türk okuluna gittim. Sanirim o dönem insanlarin Türkçe ögrenmeleri için böyle bir zorunluluk getirdiler. O bölge tamami ile azinlik oldugundan dolayi Türkçe bilmeyen çok aile vardi. Ama benim ailem Osmanlica hem okur, hem yazabilirdi.
Bu dönem Cumhuriyet`in ilk yillarina denk geliyor, öyle mi?
Evet evet, Cumhuriyet`in ilk yillariydi. Orta okula da Türk okulunda devam ettim ancak o dönemlerde de baska dertler açildi basimiza. 1935 gibi Fransa`da Ermeniler Enver ve Talat Pasalar`a suikast düzenlediginde 6. siniftaydim, tabii o yil müzik, resim derslerinden bile sinifta kaldim (gülüyoruz...). Bunun üzerine ailem egitimime devam edebilmem için beni o okuldan alip Saint Benaout Fransiz okuluna gönderdi. Liseye kadar orada devam ettim. Ayni dönemde aklimiza gelmeyen vergiler ortaya çikinca, lise sonuncu siniftan ayrilmak zorunda kaldim.
Bahsettiginiz varlik vergisi sanirim, o dönemi nasil atlattiniz?
Evet varlik vergisi idi. O dönem herkes çok zorluk çekti, bizim kurtulmamizin ilginç bir öyküsü var. 1942 yilinda agabeyim Vahan, Fransiz Renault firmasinin Istanbul`da kurdugu ilk sirketin çalisanlarindandi. Vergiden önce evde çok sayida oto malzemesi stogu yapmisti. Savas dönemi gelince öyle bir karisiklik oldu ki bir araba lastigi arabanin kendisinden daha pahali hale geldi. O sikisiklikta vergiyi koydular iste ama adil degildi. Bakiyorlardi tuhafiyeci Agop, dükkani ne kadar eder, bin lira bunun karsiliginda on bin lira vergi koydular, bu durumda ödeyemedi tabii kimse. O sirada bize de mal varligimizin çok üzerinde vergi geldi tabii ama evdeki oto malzemesi stogunu bilmiyorlardi. Biz de onlari satip bir de kendi yasadigimiz ev disindaki tüm mal varligimizi satip, vergiyi ödeyebildik. Ama oto malzemeleri olmasa tek basina diger mal varliklarimiz vergiyi ödemeye yetmezdi.
Ödeyemeyenlere ne oldu?
Herkes biliyor, çogu Erzurum Askale`ye gönderildi iste, çok soguk bir yermis Askale, bizim tanidiklarimizdan da gidenler oldu, çok yazik, dönemeyenler oldu...Çok karisik dönemlerdi, bunlardan sonrada kimse Inönü`yü seçmedi bir daha. Bir bizi degil, Müslüman halki da, herkesi etkiledi bu olanlar. Komsularimizi dostlarimizi alip götürdüler.
Ayni dönemler siz ne ile mesguldünüz?
Ben o dönemler okuldan ayrilmis fotografa ilgi duymaya baslamistim, Kodak sirketinin o dönemki laborantlarindan Joan Armes`in yaninda ise basladim. O zamanlar fotograf isi çogunlukla azinliklarin elindeydi, Müslümanlarin ragbet etmedikleri bir isti. Birkaç yil orada çalistim ancak sonrasinda da basimiza 6-7 Eylül hadiseleri gelince oradan da ayrilmak zorunda kaldim. Is kapandi, devam edemez hale geldi çünkü.
O günleri nasil atlattiniz, aklinizda neler kaldi?
O günlerde çok zordu tabii ama bizim evimiz Samatya`da oldugu için olaylardan çok fazla etkilenmedik. Yogun olarak en agir gerginlikler Beyoglu`nda çikti, o bölgeden uzak durduk. Gerçi kalabaliklar çogu kez toplanip diger semtlere de dagildilar ama sansliydik diyebilirim. Benim ailemde çok fazla dis evlilik yapan oldu, Müslüman akrabalarimizin çogu da bizi öyle dönemlerde kollarlardi ama yine de akrabalarimizdan, esimiz dostumuzdan zara gören oldu tabii.
Sanirim bu olaylarin ardindan da geçici bir süreligine yurtdisinda yasadiniz.
Evet, 1956`da Paris`e gittim, 1962`ye kadar orada yasadim.
Orada geçiminizi ne ile sagladiniz?
Yine fotografçiydim. Hayatim boyunca fotograftan baska is yapmadim ben. Orada öncelikle fotografa yönelik akademik bir egitim aldim; Avrupa`da diplomaniz olmasi çok önemli, ayni dönem çok büyük bir sirkete girdim, 1500 çalisani vardi. Türkiye`de o büyüklükte bir yer hiçbir zaman olmadi. Çok önemli kimyagerlerle ve fotografçilarla çalistim o dönem klasik fotografi ögrendim, laboratuvar bilgilerimi en ileri seviyeye çikarttim. Ayni zamanda tüm Avrupa`yi gezme imkani buldum, benim için çok faydali bir dönem oldu, ama yine de insan dogdugu büyüdügü yerden ayri kalamiyor, o dönem Istanbul`da da fotograf isi iyice ilerlemisti, `62 yilinda kesin dönüs yaptim.
Döndügünüzde ne ile karsilastiniz? Istanbul`da ne gibi degisiklikler olmustu?
Aslinda döndügümde dostlarimin çogunu kaybettigimi fark ettim, cemaat iyice dagilmisti, bitmisti; hatta kimseyi biraktigim yerde bulamadim. Onca insana ne oldu, simdi neredeler hiç bilmiyorum. Ben Fransa`da iken insanlarin çogu Istanbul`u terk etmis. Beyoglu`nda Aga Cami`nin orada çok büyük bir atölye kurdum; 350 metrekareden 2 katli bir yer sen tahmin et, simdiki Haci Abdullah lokantasinin üst 2 kati iste. 20 metrekarelik dev fotograflardan, portreye kadar fotografin her türlü alaninda çalistim. Yanimda 35 insan çalisiyordu, Istanbul`da öyle bir yer yoktu o zamanlar, çok tutuldu, döneminin tüm ünlüleri bize gelirdi, Zeki Müren`den Hülya Koçyigit`e kadar aklina kim gelirse, Kadir Inanir`dan, Engin Çaglar`a, hepsi bizimle çalisiyordu. Bunun yaninda sanayi fotografçiligi da yapiyordum, Singer`den, Elektrolux`ten Arçelik`e kadar o firmalarinda tüm görsel malzemelerini ben hazirliyordum. Akil almaz paralar kazandim o dönem. Bir çok isin Türkiye`deki ilk örnegi bizdeydi, mesela ilk diapozitif filmleri ben getirdim, bunun yaninda burada bulunmayan çok büyük elektronik malzeme donanimimiz vardi.
Siz isin laboratuar kismi ile de ilgiliydiniz o halde.
Elbette, çok iyi bir arsivim vardi, basarili bir sanatçiydim ama bunun yaninda Istanbul`un en büyük laboranti idim. Ben bütün mali disaridan getirirdim, bir aldik mi kamyonla alirdik zaten, piyasadan çok mal almazdim. O dönemler biraz da neden bu adam bizden mal almiyor diye husumet baslamisti. Ama ithalatçi belgem vardi, sanayici kotasindan getiriyordum mali. Bunun yaninda dönemin en iyi rötusçulari da benle çalisirdi, en büyük parayi ben verirdim iyi imkanlar saglardim çünkü onlara. Sinema filmi basan makineye kadar her türlü donanimimiz fevkalade idi..
Peki ya sonra, simdiki durumunuza gelmenizin nedenleri neler oldu?
Sonrasinda isler gitgide karisti, çalisanlar isi suistimal etti. Kontrolü bir kez kaybettin mi bir daha isin ucunu yakalayamiyorsun. Borçlulardan alacaklarimin hiçbirini toplayamadim, tehtid edip zorla para isteyen bile oldu; ummadik dertler açildi basimiza, zenginsen kimse sana dokunmuyor ama biraz sendeledigini gördüler mi yakana yapisiyor herkes. Beyoglu`nda neyim varsa, yok pahasina satmak zorunda kaldim. Bir dönem Sisli`de yeniden basladim ama yine olmadi, mafyasindan tut da, hirsizina kadar hepsi bizi buldu. O sirada birkaç ise daha girip kurtarmaya çalistim ama olmadi, sonrasinda da ihtilaller geldi zaten, is falan kalmadi ülkede, kitlik oldu kim ne yapsin fotografi. Ardindan da isin içine bilgisayar teknolojisi girince fotografçilik da bitti, nostalji olup kaldi bizim is. Tüm zenginlik, servet uçup gitti elden. Bazen ben bile inanamiyorum yasadiklarima...
Peki ya simdi, yakinlarinizdan kimseniz yok mu?
Hayir, kimsem yok. Zaten ailenin son çocugundan 16 yil sonra dünyaya gelmisim ben, aramizda çok büyük yas farki vardi, en küçük benim, uzun yillar önce de ailemden herkesi kaybettim. Fotograflari kaldi, mesela küçük Agvani vardi, tiyatro tarihinde çok önemlidir, 2 Agvani vardi ailede ikisi de tiyatrocuydu. Simdi çok uzak akrabalar var ama bilmiyorum neredeler... Kimseye de yük olmak istemiyorum zaten.
Biraz da eski Istanbul`a dönersek, o günlerden bugüne aklinizda neler var, en çok neyin özlemini çekiyorsunuz?
Samatya`yi özlerim, çocuklugum çok güzel geçti benim, ailemin hali vakti çok yerindeydi, hep balik yerdik, denize girerdik Samatya`da. Bütün sahil seridi plajdi, simdi ne yaptilar oralari bilmiyorum. O zamanlar devlet çok fakirdi, bir çivi bile üretemezdi, ithal gelirdi her sey ama halk çok zengindi, sokakta açlik hirsizlik yoktu. Beyoglu pastanelerle doluydu, herkes pastanelere giderdi, sonra yemekleri bogazda yemeyi severdik, hafta sonlari da adaya gidilirdi. Nüfus azdi ama herkes her seyden faydalanabilirdi. Simdi devlet çok zengin ama insanlar çok fakir, fakirlik olunca da türlü türlü seyler çikiyor, karisiyor ortalik.
Peki eski ile yeniyi karsilastirdiginizda ne gibi farklar görüyorsunuz?
Anlattiklarim disinda bir fark göremiyorum, çünkü eskiyi biliyorum ben, eskiyi algiliyorum, yeniden hiç bir sey anlamadim ki, anlamadigim seyi nasil fark edeyim. Bu yüzden eskiyle kiyaslayamam. Ama iktisadi düzen çok bozuk, çok kalabalik her yer, bir de cemaat yok artik, Istanbullular yok...
Simdilerde günleriniz nasil geçiyor, Istanbul`u nasil yasiyorsunuz?
Beyoglu`ndan disariya pek çikamiyorum, çogunlukla evde kedilerimleyim, çok iyi kedilerim vardir benim, dostum Matmazel Maya`nin gönderdigi para ile geçiniyorum, kiradan ve faturalardan arda kalan parada kedilerin masraflarina gidiyor iste. Hiç evlenmedim, ama kediler çocuklarim gibi. Arasira satranç kulubüne giderim, santranca ilgim vardir ama artik pek oynayamiyorum, oradaki oyuncularin fotograflarini çekiyorum, sonra onlari bastirip masanin üzerine diziyorum. Tanesi bir milyon lira, bazisi almiyor, bazisi alip sonra veririm deyip gidiyor, hayat peygamber pazari iste...
Ermeni bayramlari
Gagant: Ermenilerin yilbasisidir. Bu ad, zengin bir ziyafet sofrasiyla es anlama gelir. O gün tüm aile biraraya gelerek gece yarisina dek yemegi birlikte yer. Yilbasi sabahinda erkekler ne kadar yorgun ve uykusuz olurlarsa olsunlar isyerlerin bir iki saatligine açar ve evden getirdikleri bir nari kirarak tanelerini etrafa serperler. Narin yil boyunca bereket getirdigine inanilir.
Surp Zadik: Ermenilerin paskalya bayramidir. Insanlar birbirlerine kirmizi ya da degisik renklerden boyanmis yumurtalar armagan ederler. Yumurta dünyayi, dis kabugu gökyüzünü, zari havayi, aki denizleri, sarisiysa yer yüzünü temsil eder. Surp Zadik`te ayrica saç örgüsü biçiminde paskalya çöregi yapilir. ertesi gün mezarliklar ziyaret edilir.
Avak Sapat: Ermenilerin büyük haftasidir. Pazartesiden baslayarak hergün Isa`nin çarmiha gerilmesi süreciyle ilgili önemli bir olayin anisi yasatilir. Persembe Isa`nin son aksam yemegi günüdür.
Bunlar disinda Istanbul Ermenileri bir yil içinde Tarkmançats, Vartanants, Vartavar, Diyarnintaraç, Dzaggazart, Dzununt, Hampartsum, Khacverats ve Pun Paregentan gibi dini bayramlar kutlamaktadir.
Tayfun Serttas
ZipIstanbul
http://www.zipistanbul.com
118.Sayi : 01 Agustos - 16 Agustos