19. yy. Osmanlı Temaşa Sanatının Başlangıcından 1946’ya Ermeniler.
Boğos Çalgıcıoğlu’ndan Alınmıştır.
Efendim, öğrenebildiğim kadarıyla İstanbul’da ilk tiyatro hareketleri III. Ahmet devrinde bazı yabancı oyuncuların Fransız konsolosluğunda az sayıda yabancı seyircilere verdikleri temsillerle başlar. 1820’lerde Düzyan ailesinin Kuruçeşme’deki yalısında Ermeni gençler tarafından ilk temsiller verildi. Daha sonra Ortaköy’de Şahinyan ailesinin evinde bu temsiler devam etti. Bebek’teki Fransız okulunun öğrencileri, öğretmenleri Kapriyel Anuşyan idaresinde trajediler sahnelediler.
Aynı tarihlerde Üsküdar’da Boğos Odyan Efendi, evinin çatı katında bir sahne oluşturdu ve bunu Karekin Papazyan, İlyas Çayyan, Dikran Peştemalcıyan gibi gençlerin kullanımına verdi. Gençler bu sahnede “Racine, Voltaire ve Molière”den eserler sahnelediler. Hasköy’deki Ermeni okulunda bir grup genç, yönetmenleri Ermeni hastanesi doktorlarından Karekin Çaprazyan başkanlığında, kadrolarına aynı okulun öğretmenlerinden Mınakyan, Fasulyacıyan ve Tülbentçiyan’ı da alarak temsiller verdiler.
Kuzguncuktaki Ermeni gençleri “Ermeni Dostları” adlı bir ekip kurarak Surp Lusavoriç okulunda oyunlar sahnelediler. Hasköy ve Kuzguncukla birlikte Ortaköy’de de tiyatro faaliyetleri gittikçe gelişti ve Ortaköy Katolik okulunun öğrencileri aynı okulda Mıgırdiç Beşiktaşlıyan tarafından Ermenice’ye çevrilen “Alfierie”nin “Savol” adlı oyununu oynadı. Bu ekip 1867’de Gregoryen okulunun ekibi ile birleşerek “Ortaköy Tiyatro Sevenler Derneği”ni kurdular. Bu dernek daha sonra isimlerini anacağımız birçok sanatçının ilk kez burada seyirci ile tanışması ve de ilk telif eserimiz olan Tovmas Berents’in “Aldatılan Eğinli” adlı oyununun sahnelenmesi açısından, Osmanlı Ermeni Tiyatrosunda önemli bir yere sahip olmuştur.
Daha sonra aynı yerde 1872-73’de Mağakyan tiyatrosu tamamen telif eserlere yer vermiş, Tığlıyan’ın, Terziyan’ın oyunları sahnelenmiş. Fakat ne yazık ki her güzel şey gibi bu tiyatronun da sonu kötü olmuş ve bir yıl sonra kapanmıştır.
İstanbul’daki ilk tiyatro binası Venedik’li Jüstinyen tarafından Galatasaray civarında inşa edilen Fransız tiyatrosudur.
İkincisi de Hristaki pasajındaki Naum Tiyatrosu’dur. Mikael Naum adında bir Halepli tarafından 1844’te kurulmuştur. Önce “Theatre de Pera”, 1849’dan sonra “Theatre İtaliane Naum” adlarıyla anıldı.
Galatasaray lisesinin karşısında, şimdiki Çiçek Pasajı’nın bulunduğu yerdeki eski “Bosco Tiyatrosu”nu satın alan Naum Efendi, önce binayı onardı. Ardından ilk temsil, İtalyanca oynanan “Lucresse Borgia” operasıdır. Ahşap binanın yanması üzerine 1846’da kâgir bina yapıldı. Naum Tiyatrosu’nda Abdülaziz’in, Abdülmecit’in özel locaları vardı. Avusturya İmparatoru, İngiltere veliahdı gibi ünlüler, seyirciler arasında yer aldı. Bina 1870’deki “Büyük Beyoğlu Yangını”nda yandı. Günümüzde Çiçek Pasajı’na girerken, iki yanda gördüğünüz kadın heykellerinden ve üstteki saatten başka hiçbir şey kalmadı.
Bu sahnede Ekşiyan başkanlığında, Çamaşırcıyan, Mağakyan ve Bayan Fanny’nin de dâhil olduğu bir grup, İtalyancadan tercüme eserler sahnelemiştir. Mardiros Mınakyan, ilk kez bir kadın rolüyle bu sahnede profesyonel olmuştur.
1859’da Altunduri Arakel Efendi, Hasköy’de bir tiyatro binası inşa ettirmiştir fakat Naum Efendi, İstanbul’da tiyatro yapma hakkını padişah fermanıyla ele geçirince, padişah Hasköy’deki tiyatroyu kapattırmıştır.
Daha sonra Arakel Efendi, 1861 yılında “Cafe Oriental”i yani şimdiki Tokatlıyan binasını beş yıllığına kiralayıp “Şark Tiyatrosu”nu kurmuştur. Önemli bir sermayeye sahip olduğundan, sahneye ve salona çok masraf edilmiş ama halkı ilgilendiren, konusunu onların günlük hayatından alan, temaşa sanatına yeni yeni alışmaya başlayan seyircinin ilgisini çekebilecek hiçbir esere yer verilmemiştir. Bilakis repertuara, yabancı komediler, melodramlar, trajediler alındığı için kadrodaki Fasulyeciyan, Atamyan, Mınakyan, Bengliyan, Tryans, Acemyan gibi oyunculara rağmen ve de bu oyuncuların aralarındaki geçimsizlikleri de göz önüne alırsak ancak perdelerini üç yıl açık tutabilmiştir. Yine de sahneye ilk kez çıkan kadın oyuncular olan, Kumkapı okulunun öğretmenlerinden Arusyak ve kardeşi Ağavni Papazyan, Mariam Dzağikyan seyirciyle Şark Tiyatrosu’nda tanışmışlardır.
Zaman zaman birçok yeni ve amatör oyuncunun sahneye çıkmasına olanak tanıdığı için Şark Tiyatrosu’nun temaşa sanatındaki yeri önemlidir. 1864’te dağılan Şark Tiyatrosu, 1866’da Simon Tıngıryan’ın girişimiyle yeniden çalışmaya başladı ve 1874’e kadar temsillerini sürdürdü.
Şimdi bu noktada yukarıda ismi anılan bazı sanatçıları birkaç cümleyle tanımaya çalışalım:
Devrinin önde gelen oyuncularından biridir. Özellikle en iyi Shakespeare yorumcusu olarak efsaneleşmiştir. İyi bir Hamlet oynayabilmek için Danimarka’ya gidip, uzun bir süre tavan nakkaşlığı yapmıştır. Yabancı ülkelerde de kendisinden övgüyle söz ettiren Atamyan, şiir ve resim dallarında da ürün verdi. Istepan Ekşiyan’ın öğrencisiydi. 1869’da “Kahraman Hayk” oyununda Hayk rolünü oynadı. 1870’de Fasulyeciyan’la Kafkasya’ya gitti. Mağakyan’la Ortaköy’de çalıştı. Aznif Hraçya ile muhteşem bir ikili oluşturdular.
Bu bilgilerin çoğunluğunu derlediğim “Թրքահայ Բեմն Եւ Իր Գործիչները” (Türkiye Ermeni Sahnesi ve Çalışanları) kitabının yazarı Şarasan, Osmanlı Ermeni Tiyatrosunun en önemli aktörlerinden olan Atamyan’ı ve onun sanatçı kişiliğini anlatabilmenin birkaç sayfa ile mümkün olamayacağını, hakkında kitaplar yazılması gerektiğini belirtmektedir. İlk fırsatta böyle bir kitaba da başlayacağının sözünü verir. Ama bunun gerçekleştiğine dair verilere ulaşamadım.
Beyoğlu’nda fakir bir Ermeni ailesinin oğlu olarak dünyaya geldi. Hiç eğitim almadı. Çeşitli işlere girip çıktı. 1857’de Hasköy’de Mağakyan ve Acemyan’ın kurdukları tiyatroda amatör olarak çalıştı. Şark Tiyatrosunun suflörü Romanos Sedefçiyan’dan 25 yaşındayken Ermenice okuma yazma öğrendi. 1861’de Ekşiyan’ın ekibiyle İzmir’e gitti ve Vaspuragan tiyatrosunda oynadı. Ekşiyan’ın sahneden ayrılışıyla 1864’de Şark tiyatrosuna, 1866da Naum tiyatrosuna geçti. Üsküdar’da Aziziye tiyatrosunda sahneye çıktı. 1867’de Güllü Agop’la çalışmaya başladı. Bu tiyatrodaki en önemli rolleri“Monte Christo’da Edmond Dantes”, “Cessar Borgia’da Miciletto”, “Teressa’da Baron”, “Lucy Didie’de Sarsan”, “Angelo Mailipierrie’de Angelo”, “Paul ve Virginie’de Alphonso”dur.
Bengliyan, 1875’den 1887’ye kadar süren, nota bilen bir tek elemana bile sahip olmayan ve kendi adıyla anılan bir operet kumpanyası kurdu. Genellikle Takvor Nalyan’ın başrol oynadığı Offenbach, Donizetti gibi batılı bestekarların, nispeten kolay ama demode olmayan operetleri sahnelenirken, önemli bir çıkış yapılmış ve telif eser olarak sahnelenen Dikran Çuhacıyan’ın “Arif’in Hilesi, Köse Kahya, Leblebici Horhor” operetleri çok büyük beğeni kazanır.
Mınakyan, Güreğyan, Kuyumcuyan, Çaprasd, Şazik, Arusyak, Ağavni, Zabel, Siranuş Hanım gibi oyuncularla kadrosunu güçlendiren Bengliyan, 1887’de Mınakyan yönetiminde Mısır’a gitti. Hidiv Tevfik Paşa’nın korumasında oyunlar oynadı. Bir süre sonra paşanın yaptığı para yardımlarının, oyuncular arasında paylaşılamamasından dolayı ekip dağıldı. O günlerde paşayı fazlaca eleştirdiğinden saraydan uzaklaştırıldı. Daha sonra gençlerle yeni bir tiyatro kurmaya çalıştı. Başarısız oldu. İskenderiye’de bir otel odasında yoksulluk içinde öldü. Cesedi birkaç gün sonra bulundu.
Tovmas Fasulyeciyan 1843 – 1903
Yoksul bir ailenin çocuğuydu. Kumkapı Ermeni İlkokuluna girdi ama bitiremedi. Okulda öğretmenlerinin taklidini yaparak yeteneği konusunda dikkatleri üstüne çekti.
15 yaşındayken Hasköy’de Bengliyan’la aynı ekipte amatör olarak oynadı. Oynadığı uşak rolüyle çok başarılı olunca Şark Tiyatrosuna profesyonel olarak girdi. Aynı yıllarda Dikran Kalemciyan başkanlığında, kendisi de rejisörlük görevini yüklenerek, 1860-61’de kısa bir süre Şehzadebaşı’nda “Temaşa-i Hüner, Opera-i Osmani Tiyatrosu”nu kurdu. Ekşiyan’la İzmir turnesindeyken Baydzar Hanım’la evlendi. 1863’te Trabzon’a gitti. Orada gençlerle çalıştı. Geri döndüğünde Üsküdar Aziziye Tiyatrosu’nda oynadı. Fazla başarılı olamadı.
Güllü Agop’un davetiyle Gedikpaşa Tiyatrosu’nda çalışmaya başladı. Güllü Agop tiyatrosunda baş aktör olarak oynadığı eserlerden bazıları “Ben Lielle’de Ben Lielle”, “Küçük Polonya’da Pierre ve Jack Reno”, “Değirmencinin Kızı’nda Tibio”, “Bayan Saint Tropez’de George Moritz”, ”Yaşlı Onbaşı’da Onbaşı Simon”, “Pamela’da Caspar”, “Monte Christo’da Appa Faria”, “Kırmızı Köprü Cinayeti’nde Gilbert Gaultier” ve daha onlarca eser. Beş yıl sonra geçinemeyip 1880’de Bursa’ya gitti. 1885’e kadar Bursa’da çalışan Fasulyeciyan, Tiyatrosu’nun varlığını Ahmet Vefik Paşa’nın, tiyatroyu ve tiyatrocuyu korumasına borçludur. Paşanın bugün bile değerini koruyan Moliere tercümelerine ve adaptasyonlarına repertuarında geniş yer vermiş, kadrosu pek zengin olmamasına rağmen, durumu ustalıkla idare etmiştir. Hep aynı oyunları işlemiş, yeni eser yeni oyun riskine girmemiştir. Sonunda halk bundan sıkılmışsa da her şeye rağmen, Anadolu’da kurulan bir tiyatro olarak, Fasulyeciyan’ın çalışmaları başarılı sayılır.
Bu arada yeri gelmişken günümüzde de sürekli sahnelenen kıymetli tiyatro yazarımız, büyük usta Haldun Taner’in“Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” adlı eserini ve o devirde oyuncuların tiyatro yapmak uğruna çektikleri açlık ve sefalet gibi sıkıntıları, tiyatro ve sahne hayatına bakışlarını, ünlü Fasulyeciyan tiradıyla şöyle bir hatırlayalım:
“Zaten aktör dediğin nedir ki? Oynarken varızdır, yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır. Bir zaman sonra da unutulur gider. Olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olur kalırız.
Görooorum, hepiniz gardoroba koşmaya hazırlanıorsunuz. Birazdan teatro bomboş kalacak. Ama teatro işte o zaman yaşamaya başlar. Çünkü Satenik’in bir şarkısı şu perdelere takılı kalmıştır. Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir. Hıranuşla Virginia’nın bir dialoğu eski kostümlerden birinin yırtığına sığınmıştır. İşte bu hatıralar o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde sahneye dökülürler.
Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz fısıldaşır dururlar sabaha kadar. Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır… PEERDE !”
Fasulyeciyan daha sonra Bulgaristan’a gitti. Orada sekiz yıl kaldı. Dönüşünde bir süre Samsun’da oynadı. 1894’te Türkiye’den ayrıldı. Romanya ve Bulgaristan’da kaldı. Hastalandı. Dostlarının yardımıyla Paris’e, oradan da İskenderiye’ye gitti. Birkaç oyunda oynadı ve orada yoksulluk içinde öldü.
Baydzar Fasulyeciyan (Papazyan) (1845 – 1920)
İstanbul’da doğdu. Bir papaz ailesinin kızıydı. Küçük yaşta ailesiyle Romanya’ya gitti. Birkaç yıl sonra İstanbul’a döndü, Şark Tiyatrosu’na girdi. Sonra Ekşiyan ile İzmir’e gitti.
Vaspuragan Tiyatrosu’na katıldı. Burada Tovmas Fasulyeciyan’la evlendi. 1864’te Trabzon’a gittiler. 1872’de İstanbul’a döndüler. Kendi topluluklarını yürütemeyince Osmanlı Tiyatrosu’na girdiler. 1878’e kadar gezici topluluklarda çalıştılar. Bursa’da Ahmet Vefik Paşa
Tiyatrosu’na girdiler. Orada Tovmas Fasulyeciyan’nın Takuhi Hranuş ile birlikteliği Baydzar Fasulyeciyan’ı çok mutsuz etti. Baydzar bu duruma dayanamayarak, iki çocuğunu alarak İstanbul’a döndü ve Mınakyan’la çalışmaya başladı. Daha sonra kocasıyla barıştıysa da hiç mutlu olamadı. Geçimini resim yaparak ve dikiş dikerek sürdürmeye çalıştı, 1920’de öldü.
Takuhi Hranuş (1854 – ???)
Üsküdar’da doğdu. Hiç okula gitmedi. Küçük yaşta ailesini kaybetti. Yeteneğini Güllü Agop anladı ve tiyatrosuna aldı. Ona okuma yazma öğretti. Oyunculuğunu en çok Bursa’da Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nda gösterdi. Güzelliği ve güzel Türkçe’si ile ön plana çıktı. Ahmet Vefik Paşa’nın da ilgisini çekti. Özellikle Fasulyeciyan ile ilişkisi Fasulyeciyan ailesinin mutsuzluğuna yol açtı. Tiyatro adına çok önemli işlere imza attığı söylenemez.
Tavit Tryans (1840-1899)
Beyoğlu’nda doğdu. İlk öğrenimini Beyoğlu’ndaki Venedik Murat Rafaelyan okulunda yaptı. Oradan eğitimine devam edebilmesi için Venedik’e gönderildi. 1858’de hastalanarak okulu yarım bıraktı ve İstanbul’a döndü. Babasının ısrarı ile baba mesleği olan kuyum ressamlığı işine başladı. Çok başarılı oldu. 1861’de kendisine yapılan davet üzerine Şark Tiyatrosu’nun ilk oyunu olan “İki Çavuşlar” melodramında Gustav rolüyle sahneye çıktı. Şark Tiyatrosu’nun ilk kapanışından sonra Ekşiyan’la İzmir’e giderek Vaspuragan Topluluğu’na katıldı, çok fazla sivrilemedi. İzmir’de evlendi. Bir süre Abdullah Kardeşler’in yanında fotoğrafçılık yaptı. 1868’de İstanbul’a döndü. Güllü Agop’la bir süre çalıştıktan sonra Fasulyeciyan’la Nahçivan’a gitti, halk orada kendisini çok tuttu. 1872-73’te Mağakyan Topluluğu’na girdi. 1874-78 arasında Osmanlı Tiyatrosu’nda görev aldı. 1878’de Bengliyan Operet Topluluğu’yla Edirne’ye gitti. Leblebici Horhor, Girofle-Girofla gibi müzikli oyunlarda oynadı. Bütün bunların dışında en başarılı olduğu roller Moliere oyunlarıydı. Bursa’da Ahmet Vefik Paşa’nın kurduğu tiyatroda Tartuffe dışında bütün Moliere oyunlarında baş rol oynamıştır. 1882’de Bulgaristan ve Tiflis’e gitti, İstanbul’a döndü, 1892’de Fasulyeciyan’la bazı oyunlarda oynadı. Gittikçe kötüleşen sağlığı onun sefil bir hayat yaşamasına neden oldu. Kahire’ye gitti. Doktor sıcak yerlere gitmesini söylemişti fakat parası yoktu. Para bulabilmek için temsil organize etmeye çalıştı ama başaramadı. Ona “Fakirler Sandığı”ndan sadaka sayılacak kadar küçük bir para verdiler. 1898’de Bakü’ye çağırıldı. Orada “Bağdasar Ağpar” gibi Hagop Baronyan’ın bazı oyunlarında oynadı. Tiflis’e döndü. Orada da birkaç oyunda oynadıktan sonra Bakü’ye dönmeye çalıştı ama beceremedi. Sağlığı iyice kötüleşmişti. 1899’da felç oldu. Kısa bir süre sonra da öldü. Cenazesi para toplanarak defnedildi.
Karekin Rıştuni (1840 – 1879)
Bükreş’te doğdu. Küçük yaşta İstanbul’a geldi, Beyoğlu’na yerleşti. Kısa süre sonra babası öldü. Çok zor şartlarda 1858’de okulunu bitirdi. Öğretmen olarak Romanya‘ya gitti. İki yıl orada öğretmenlik yaptıktan sonra İstanbul’a döndü. 1865-66 yıllarında Şark Tiyatrosu’ndaki komedyalarda çok sivrildi. Hastalık Hastası, Georges Dandin, Cimri gibi oyunlarda baş roldeydi. Ardaşes Fatih, Cesar Borgia, Lion Postası gibi dramlarda oynadı. Oynadığı komedyalardaki şarkıların sözlerini de yazıyordu. Bir çok oyun da yazmış ve baş rolünü oynamıştır. Bunlardan bazıları, Altıbuçuk Göbekten Miras Kalan Sandık, Kağıttan Yakalıklı Aşık, Niks Niks vs… Köse Kahya’nın metni de onundur. Gazetelerde bazen takma adla yazılar da yazdı. Bir süre Osmanlı Tiyatrosu’nda yöneticilik de yaptı. Sağlığı gittikçe bozuldu, veremdi. 1876’da iyice kötüleşti, hatta bir mektubunda eczacı dostu Nışanik Ağa Ğugasyan’a mümkünse ona ilaç göndermesini, ilaç parası bile veremeyecek durumda olduğunu yazdı. Eczacı dostu onun bu ricasını kırmadı. Hatta 1877 baharında biraz düzeldi. Fasulyeciyan Topluluğu ile Bursa, İzmir, Selanik, Tekirdağ ve Rodos’a gitti. Yeniden birkaç arkadaşıyla Selanik’e döndü. Orada çok kötüleşti. Dilencilik yaptı. Soğuk ve açlık içinde yapayalnız 1879’da öldü. Rumların düzenlediği çok iyi bir törenle Rum mezarlığına gömüldü. Yeri belli değildir.
Yeranuhi Karakaşyan (1848 – 1924)
İstanbul Üsküdar’da doğdu. İlkokulu mahalle okulunda okudu. Osmanlı Tiyatrosu’nun en az 10 yıl baş kadın oyuncusu oldu. 13-14 yaşında ilk kez Hekimyan başkanlığındaki Şark Tiyatrosu’nda Büyük Drtad oyunuyla sahneye çıktı. Çok başarılı oldu. 17 yaşındayken Hagop Baronyan, bütün tiyatrocuları alaya alırken, ondan övgüyle bahsederdi. Gösterişi severdi. Dört atlı arabayla gezer, herkesi kendine hayran bırakırdı. Kafkasya’da Sıntukyan, Shakespeare, Schiller, Gogol’un eserlerini oynadı. Arusyak Papazyan’ın güncelliğini kaybetmesiyle yıldızı parladı. Başlangıçta genç erkek rollerine çıkardı. “Paul ve Virginie”de Paul, “Zavallı Çocuk”ta Ata, “Güzel Osep”te Osep rolü gibi. Melodramlarda birkaç role birden çıkardı. “Monte Christo”da Mercedes, “Cesar Borgia”da Teresa, “Venedik’li Kadın”da Theodora gibi. Bu rollerin içinde en önemlisi “Tom Amca’nın Kulübesi”ndeki zenci kadın Elissa Harris’tir. Çok geçimsizdi. Özellikle Arusyak ve Hraçya ile sürekli kavga ederlerdi. Osmanlı – Rus Savaşı’nda Bengliyan Operet Topluluğu’na girdi, Mısır’a gitti. Bu toplulukla Leblebici Horhor, Köse Kahya, Girofle-Girofla oyunlarında oynadı. Daha sonra ekiple Tiflis’e gitti. Orada gazeteler ondan övgüyle söz ettiler. Hamlet’te Kraliçe, Venedik Taciri’nde Nerissa’yı oynadı. 1890’da Kahire’ye geçti. Buradaki rollerinden Catherine Howard’ı biliyoruz. Tiflis’e döndü. Orada yaşlandı ve 1924’te öldü.
Verkine Karakaşyan (1856 – 1933)
Üsküdar’da doğdu. Aziziye Tiyatrosu’nda 11 yaşında Vartan Mamigonyan oyunuyla sahneye çıktı. Ablasının aksine çok alçak gönüllü ve utangaçtı. Güzel Ermenice konuşması ve hitabetiyle, halka kendini sevdirmişti. Çok güzel şiirler okurdu. Güllü Agop Tiyatrosu’nda “Ben Lielle”de Mitra, “Değirmencinin Kızı”nda Rose, “İhtiyar Onbaşı”da Mariot, “Teresa”da Amelia, “Küçük Polonya”da Rosa, “İki Çavuşlar”da Laura, “Kral Eğleniyor”da Blanche; Türkçe oyunlardan “Zavallı Çocuk”ta Şefika en belirgin rolleridir. 1878’de Bengliyan Operet Topluluğu’nda operetlerde oynadı. “Güzel Helen”de Orest, “Pamela”da Justin, “Madame Ango”da Cleret, “Fru-Fru”da Jilbert, “Leblebici”de Fatma, “Köse Kahya”da Gül rolleriye operetlerin en aranan yıldızı oldu. Sesi en yüksek perdelere kadar çıkardı. 1880’lerde sahnelerden çekildi İzmir’de evlenip ailesini kurdu, sonra Yunanistan’a göçtü, orada öldü.
Merope Kantarcıyan (Siranuş) (1857 – 1932)
Beyoğlu’nda doğdu. Ermeni tiyatrosunun Bedros Atamyan’dan sonra en parlak yıldızı kabul edilir. Kendi kültürüne çok bağlı idi. 1872’de Hortans’ın Kanarya adlı komedyasında hizmetçi rolüyle sahneye çıktı ve çok beğenildi. Agop Balyan onun için Küçük Kız adlı bir şiir yazdı, Çuhacıyan da besteledi. 1875’te Güllü Agop’un tiyatrosuna girdi, sesi koloratür sopranoydu. Onu Çuhacıyan yetiştirdi. 1872-73’te Ortaköy Tiyatrosu’nda “Kumarbaz’ın Sonu”nda Corcetta, “Don Cezar De Bazan”da Lazarion rolleri ve Güzel Helen, Arif’in Hilesi, Girofle-Girofla adlı operetlerde oynadı. Güllü Agop’a ve onun çalıştırma şartlarına hep karşı olmasına rağmen bir süre Fasulyeciyan’la Bursa’da çalıştıktan sonra 1875’te İstanbul’a dönüp yine Güllü Agop Topluluğu’na girdi. 1878’de Bengliyan Operet Topluluğu’yla Edirne’ye gitti.
1879’da Atamyan’la Tiflis’e gitti. 1881’de Atamyan’ın Hamlet’inde Ophelia’yı oynadı. Hırçın Kız’da Catherine, Şirvanzade’nin Prenses’inde Hermine’yi oynadı. Daha sonra İstanbul’a döndü. Tekrar Bengliyan Operet Tiyatrosu’yla Mısır’a gitti. Leblebici Horhor’da oynadığı Fatma rolüyle ve aynı oyundaki rol arkadaşı Şazik Köylüyan’la beraber özellikle Türk çevrelerinde çok sevildi. Daha sonra Kamelyalı Kadın’da Marguerite Gautier’yi oynadı.
Kafkasya’da Shakespeare gösterimlerini sürdürdü. 1901’de Tiflis’te bir kadın oyuncu olarak Hamlet rolünü oynadı. Rusya’da yıllarca oyunculuk ve yönetmenlik yaptı. 1920’lerde İstanbul’a döndü. 10 yıl sahnelerden uzak kaldı. 1932’de Mısır’da öldü.
Astğik Kantarcıyan (Maryam Astğik) (1852-1884)
Beyoğlu’nda doğdu. Siranuş’un ablasıydı. Diğerleri gibi o da mahalle okuluna gitti.1870-71 döneminde Güllü Agop’un tiyatrosuna girdi sonra Mağakyan’a geçti. Güllü Agop onun yeteneğine inanıyordu. Ona güvence vererek tekrar Osmanlı Tiyatrosu’na aldı. 1878’e kadar orada kaldı. Sonra kardeşi Siranuş’la Kafkasya’ya gitti. Orada klasik eserlerde rol aldı. 1881’de döndü, kardeşiyle Bengliyan Operet Topluluğu’na girdi. Kontralto sesine sahipti. Madam Angot’un Kızı, Güzel Helen, Girofle-Girofla adlı eserlerde oynadı.1884’te ağır hastalandı ve öldü.
Mari Karayan (Mari Nıvart) (1853 – 1884)
İstanbul’da doğdu. Fasulyeciyan 1869’da Mari Nıvart’ı topluluğuna aldı. Nahçıvan’a gittiler. Orada sahneye çıktı. İstanbul’a döndükten sonra Mağakyan Topluluğu’na girdi. Orada kendini gösterdi. 1874’te bu topluluğun dağılmasıyla Osmanlı Tiyatrosu’na girdi, beş yıl çalıştı. Yeranuhi Karakaşyan’ın gösterişli ve abartılı oyununa karşılık, Mari Nıvart çok içten bir oyunculuk sergilerdi. Bu yüzden onu sevmeyen Güllü Agop’la, onun oyunculuğunu savunan Mınakyan arasında kavga hiç eksik olmuyordu. Topluluğun yönetimi Mınakyan’a geçince Mari Nıvart rahatladı. Halk onu çok severdi. Çünkü sahnede rol gereği ağlaması gerektiğinde gerçekten ağlar, bayılması gerektiğinde gerçekten bayılırdı. Mınakyan Topluluğu’nda başarısı kısa sürdü. Yazar Şemseddin Sami ona aşık olmuştu. Onunla bir bağ kurmak istiyordu. Mari Nıvart ondan uzaklaşabilmek için Tiflis’e gitti. Orada birçok oyunda oynadı.1882’de İstanbul’a döndü. Mınakyan Tiyatrosu’nda yalnız Türkçe oynadı. Marguerite Gautier onun başlıca rolüydü. Son gösterimin finalinde seyirci alkışlarla onu sahneye çağırdı. Ama o gelemedi çünkü ölmüştü. Ölümünden sonra Arpiar Arpiaryan onun adına “Ağlayan Sanatçı”adında bir hikaye yazdı. Bu hikaye 1887’de Masis dergisinde yayınlandı.
Koharik Şirinyan (1860 – ???)
Kumkapı’da doğdu. Kendi halinde sessiz bir kişiliği vardı. 1869’da sahneye çıktı. 1874’te Güllü Agop’a katıldı. Sesi tenora yakındı. Operetlerde erkek rollerine çıktı. 1882’de Bengliyan’la çalıştı. Leblebici Horhor, Girofle-Girofla’da oynadı. Erkek rolleri arasında Büyük Moğol’da Prens Minyapur’u oynadı. Bengliyan Operet Topluluğu’nun dağılmasından sonra Demirhane Müdürü, Frou-Frou gibi oyunlarda dramatik rollere çıktı. 1900’lerin başında Reşat Rıdvan Bey’in Osmanlı Komedya Topluluğu’nda bir süre çalıştı.
Aznif Hraçya (1853 – 1920)
İstanbul’da doğdu. Daha çok Rusya ve Kafkasya’da tanınmıştır. Ermeni tiyatrosunun gelişmesine önem verdi. 1869-1879 yılları arasında İstanbul’da daha çok Şark Tiyatrosu’nda çalıştı. Berdos Mağakyan’ın zorlamasıyla 1869’da Kahraman Hayk oyununda Hayganuş rolüyle sahneye çıktı. Rol arkadaşı 20 yaşındaki Bedros Atamyan’dı. 1870’de Güllü Agop Tiyatrosu’na girdi, bir süre sonra ayrıldı. Mağakyan’la Ortaköy’de çalıştı. Rol arkadaşı genellikle Atamyan’dı. En iyi rolleri arasında “Catherine Howard” ve “Alp Dağlarındaki Çoban Kızı” sayılabilir. 1878’te evlendi. Bir süre tiyatrodan uzak kaldı. Osmanlı-Rus Savaşı’nda Edirne’ye gidip, genellikle Türkçe oynadı. Vatan yahut Silistre’deki Zekiye rolüyle çok başarılı oldu. Tiflis’e gitti. Schiller, Shakespeare, Lermatov gibi yazarların oyunlarında, gerçekçi tiyatroyla tanıştı. İstanbul’a döndü, Kamelyalı Kadın’la çok başarılı oldu. Tiflis’e çağırıldı. Orada çok hastalanmasına karşın Bakü’de sahneye çıktı. 1903’e kadar hastanelerde yattı. I.Dünya Savaşı’ndan sonra iyileşmek için Dilican’a gitti, orada öldü.
Bistos Araksiya (1852-1882)
Beyoğlu’nda doğdu. Sahne yaşamına 11 yaşında Osmanlı Tiyatrosu’nda başladı.1863’te Şark Tiyatrosu’na girdi, orada çok az kaldı. Önemli rollere Naum Tiyatrosu’nda çıktı. Karakaşyan ve Mari Nıvart’ın güçlü kişilikleri karşısında kendini gösteremedi. Molière’in Georges Dandin oyunundaki Angelique ve Pamela’da çok başarılı oldu. Bedros Turyan ona aşık olmuştu ve “Tapayım B.” adlı bir şiir yazmıştı. Bengliyan ile çeşitli şehirleri dolaştı. Edirne’de bir Musevi topluluğuyla çalıştı. 1882’de çıldırarak öldü.
Takvor Nalyan (1843 – 1876)
Hasköy’de doğdu. Surp Pırgiç’te eğitimini aldıktan sonra bir süre İstanbul’da öğretmenlik yaptı. 1865-68’de Mısır’a gitti, orada misafir öğretmenlik yaptı, İstanbul’a döndü. Güllü Agop’un Gedikpaşa’daki tiyatrosuna girdi. İki Çavuşlar, Rikkat, Monte Christo, Lion Postası, İğreti Saç gibi bir çok melodramda oynadı. Operetlerde bariton olarak yer aldı. İyi Fransızca, Türkçe ve Ermenice bilirdi. Bir çok eseri Türkçe’ye çevirdi. Güzel Helen, Telemak Cupidon Tapınağında gibi çevirileri başka topluluklarda da oynandı. Türk folklorunu iyi bildiğinden Leblebici Horhor Ağa yazdığı en iyi metinlerdendi. Daha sonra Ermenice’ye çevrildi. Ne yazık ki bu önemli sanatçı da genç yaşta veremden öldü.
Dikran Tosbatyan (1852 – ???)
Üsküdar’da doğdu. İlk öğrenimini Üsküdar ve Kumkapı’daki okullarda yaptı. Babasının işlerinin kötüleşmesiyle önce Konya’ya sonra Şebinkarahisar’a yerleşti. Babasının tek amacı oğlunu bir din adamı olarak yetiştirmekti. Kilise korolarının vazgeçilmez bir elemanı oldu. Hayatı kilisede geçmeye başladı. Sonunda bu yükün ağırlığına dayanamayarak İstanbul’a kaçtı. 1870’de Dikran Kalemciyan’ın yardımıyla Osmanlı Tiyatrosu’na girdi. 10 yılını orada geçirdi. Türkçe oynamamak için hep direndi ve hep Ermenice oyunlarda oynadı. İlk oynadığı oyun Aznif Hraçya ile Tahta Kılıç’tı. Büyük Dırtad, Ardaşes gibi Ermenice oyunlarda büyük başarılar kazandı. Perde aralarında söylediği “Hafif Meşreb Aşık” şarkısı çok tutuldu. Kör Diran, Sezar Borgia, Ben Lielle,
Bayan Saint Tpropez, Yaşlı Onbaşı, İki Çavuşlar, Katerin Howard, Kamelyalı Kadın ve Monte Christo’da önemli roller üstlendi. Çok sağlam yapılı, uzun boylu, gür sesli bir sanatçıydı. 1877-1880 yılları arasında Rodos, Edirne, İzmir, Selanik’e, Bengliyan ve Vartovyan’la turnelere çıktı. 1880’de Türkçe oynamak istemediği için sahneden çekildi. Son yılları karanlıkta kalmıştır. Güllü Agop döneminde tek tük Türkçe oyunlarda oynamış ama Mınakyan devrinde direnmiştir. Ekibin dağılmasıyla yurtdışına çıkmış, Fasulyeciyan’ın davetiyle Bursa’ya gelmiş ve üç yıl orada çalışmıştır. 1885’te sahnelerden çekildi. Kesin olmamakla birlikte 1900’den sonra öldüğü söylenmektedir.
Manuk Sisak (1839 – 1897)
Kuzguncuk’ta doğdu. Bünyesi çok zayıftı. Çocukluğu hastalıklarla geçti. Mahalle okulundaki ilk öğreniminden sonra 1861’de tiyatroya girdi. 1862’de arkadaşları ile “Ermeni Dostları” adlı bir topluluk kurdu. 1866’ya kadar Kuzguncuk’ta daha çok tarihi oyunlarda oynadı. O devirde oynadığı oyunlardan en önemlisi okulun salonunda sahnelenen Büyük Vartan Trajedisi’dir. O zamana kadar basit eğlenceler olarak kabul ettikleri için hiçbir tiyatro oyununa gitmeyen ruhaniler, Patrik Sarkis Episkopos, Mesrop Sukyasyan ve Vartabet Krikoris Hovannesyan ilk kez bir tiyatro temsiline gittiler ve hayranlıkla seyrettiler.
1867-1873 döneminde Aziziye, Naum ve Ortaköy tiyatrolarında gösterimlere katıldı. Şark Tiyatrosu’nda çalıştı. 1872-73’te Mağakyan Topluluğuna girdi. Bu topluluk dağılınca Mınakyan başkanlığındaki Osmanlı Tiyatrosu’na girdi. Uzun yıllar orada çalıştı. Daha çok kötü ve hain rollerine çıkardı. Özel yaşamında dürüst ve ağırbaşlı bir insandı. En sivrildiği rol Kamelyalı Kadın’da, Baba Duvall rolüdür. 1880-81’de Ortaköy’de oynadı. Ölümüne kadar orada çalıştı. Veremden öldü. Hastalğı süresince Mınakyan ve ekibi ona yardımı hiç kesmediler. Her zaman destek olmaya çalıştılar. Cenaze töreni soğuk bir kış günü Kuzguncuk’taki küçük bir kilisede çok kalabalık bir toplulukla yapıldı. Cenazede devrin Patriği tabutun başında çok uzun ve övgü dolu bir konuşma yaptı. Ama onun tiyatrocu kişiliğinden hiç bahsetmedi. Bunun üzerine cenaze çıkışında Mınakyan, bundan duyduğu rahatsızlığı şöyle dile getirmiştir:
“Bu adam (Patrik) bir kez daha ölümsüz Sisak’ımızı öldürmek istedi.”
Istepan Ekşiyan (1834-1901)
İstanbul’da doğdu. Küçük yaşta Paris’e gitti. Murat Rafaelyan’da okudu. Öğrenimini yarıda bırakarak İstanbul’a döndü. Özel dersler aldı. Kırım savaşında askeri tercüman olarak çalıştı. Sonra tekrar Paris’e gitti, dönüşünde Ortaköy’deki gösterimlere yönetici olarak katıldı. Bir çok genç kızı sahneye kazandırdı. Arusyak Papazyan’la çok iyi bir ikili oluşturdu. Bir süre İzmir’de Vaspuragan Topluluğu’nda çalıştı. Bir Kumarbazın Otuz Senesi, Manastır Değirmen, Aristodem, Hastalık Hastası gibi oyunlarda oynadı. 1867-68’de İstanbul’a döndü. Arusyak Papazyan’la Şark Tiyatrosu’nu yeniden canlandırmaya çalıştı. 1869 yılında Timurlenk, Sappho, II.Arşak, VI. Levon, Vartan Mamigonyan gibi eserleri sahneye koydu ve oynadı. Denebilir ki önemli Ermeni tiyatrocular içinde sadece Arusyak Papazyan ile Ekşiyan, Güllü Agop’la işbirliğinden kaçınmışlar ve ondan uzak durmuşlardır. 1880’de Tiflis’e gitti. Mışdagan Topluluğu ile melodramlar oynadı. Yaşı ilerledi ve yavaş yavaş unutulmaya başlandı.
Bedros Mağakyan (1826 – 1891)
İstanbul’da doğdu. Kunduracılıkla hayata atıldı. Küçük yaşta tiyatroya ilgi duydu. Avrupa’dan gelen toplulukları izleyerek kendini yetiştirdi. 1856-57 döneminde Ermeni tiyatro çalışmaları başladığında Hekimyan ve Beşiktaşlıyan’la irtibata geçti. Şark Tiyatrosu’nun ilk gösterisi olan İki Çavuşlar’da cezaevi müdürü rolü ile adını duyurdu. Daha sonra yönetmen olarak çok sevildi. Güllü Agop’un en önemli karşıtlarındandı. Repertuarında tamamen Ermenice eserlere yer verdi. Kral Eğleniyor, Serseri Yahudi gibi oyunlardaki rolleriyle çok başarılı oldu. Atamyan, Hraçya gibi seçkin sanatçılarla Ortaköy ve Beyoğlu’ndaki tiyatro hayatını yeniden canlandırmaya çalıştı. 1878’e kadar çalışmalarını sürdürdü. Ancak siyasal nedenlerle yine kunduracılığa döndü. 1888’de Atamyan’ın dönüşüyle yeniden tiyatroya girdi ve yeni bir topluluk kurdu. Artık ortam ulusal Ermeni tiyatrosu için çok değişmişti. Umutsuzluğa kapıldı. Rus hastanesinde ölümle pençeleşen Atamyan’a yardım için bir gösteri düzenlemek istedi ama buna ömrü yetmedi.
Haçik Papazyan (1845-1877)
Balat’ta doğdu. Küçük yaşta yetim kaldı. Üsküdar’da yoksul teyzesinin yanına gitti. Komşuların yardımıyla Surp Pırgiç’te eğitim gördü. Orada Takvor Nalyan’la çok samimi arkadaş oldular. 1865-66’da Üsküdar’da öğretmenlik yaptı. Nalyan, Güllü Agop’un ekibine kabul edilince, Papazyan da arkasından başvurup kabul edildi. 1867’de ilk kez Gedikpaşa’da sahneye çıktı. 1870’de Fasulyeciyan’la Kafkasya’ya gitti. Orada Bedros Atamyan’la çalıştı. İstanbul’a döndü. 1872-73’te Ortaköy sahnesinde çalıştı. Mağakyan’ın işlerinin kötüleşmesinden sonra, tekrar Güllü Agop’a geçti. En önemli rollerini burada oynadı. Bunlar arasında Sezar Borgia, Bayan Saint Tropez, İki Çavuşlar, Yaşlı Onbaşı, Monte Christo, Kör Diran, Büyük Drtad gibi oyunları sayabiliriz. Oynadığı bütün rollere kişisel yorumunu da katarak karakterleri gerçek kişilikler haline getirdi. Hiçbir zaman aile hayatı olmadı. Çok kötü şartlarda yoğun bir şekilde çalıştığından verem oldu. Kumkapı’da küçük bir kulübede soğuk ve açlıkla mücadele ederek, ilaçsız doktorsuz, sefil bir şekilde öldü. Öldüğünde bütün dostları telaşlandılar ve büyük bir cenaze töreniyle Balıklı Mezarlığı’na defnettiler. Bugün mezar taşı olmadığından yeri belli değildir.
Arusyak Papazyan (1841 – 1807)
Kumkapı’da doğdu. Öğrenimini Kumkapı Surp Lusavoriçyan Okulunda tamamladıktan sonra 1857’de aynı okula öğretmen oldu. Bir yıl sonra Hekimyan başkanlığındaki Naum Tiyatrosu’na girdi. Çok önemli ve zor roller üstlendi. Kardeşi Ağavni’yi de yanına alarak Ekşiyan Kumpanyası ile İzmir’e gitti. Ağavni evlendikten sonra Ağavni Valideyan adıyla Güllü Agop’ta bir süre çalıştı. Arusyak 1863-64 yıllarında Acemyan başkanlığında Naum sahnesinde Mariam Dzağikyan ve Dikran Sancakçıyan ile; Medea, Francesca da Rimini gibi tercümelerde oynadı. Fakat bu ekip bir yandan Gedikpaşa’daki Güllü Agop, diğer yandan Şark Tiyatrosu’nun rekabetine dayanamayarak dağıldı. 1868 yılında Yeranuhi Karakaşyan, halk tarafından “Çok Beğenilen En Büyük Star” olunca tiyatro sahnesinden çekildi. En önemli rollerinden biri Angelo Malipieri’deki Tizbe karakteridir. Antigone’de çok başarılı olmuştur.
Çok zengin bir kuyumcu olan Sepon Bezirciyan ile evlenmesine rağmen kocasının onu terketmesiyle çok sefil bir hayat sürdü. Ünlü olduğunda kendisine hediye edilen mücevherlerini satarak geçimini sağladı. Son yıllarında Üsküdar’da bir kulübede dilenerek hayatını sürdürdü. Bir süre sonra Yedikule Hastanesi’nin tımarhanesinde sefalet içinde öldü.
Şazik Köylüyan (1854-???)
Beyoğlu’nda doğdu. Büyük Beyoğlu yangınında ailesi herşeyini kaybetti. O da ailesine yardım etmek için gece gündüz çalışmaya başladı. Bir gün tek göz evlerinde dertli dertli şarkı söylerken kapıdan geçen Mağakyan bu sesi çok beğendi ve hemen kendilerini ziyaret etti. Uzun bir uğraştan sonra kızının tiyatroda oynamasına izin vermesi için annesini ikna etti. Böylece tiyatro hayatı başladı. Güllü Agop Tiyatrosu’nda Mağakyan’dan okuma-yazma, Dikran Çuhacıyan’dan da müzik dersleri aldı. Arif’in Hilesi’nde Meryem rolüyle sahneye çıktı.
Çok başarılı oldu. Daha sonra 1878’de Leblebici’de Fatma, Köse Kahya’da Gül rolüyle çok beğenildi. Çengiler, Zeybekler, Karnaval Gelini, Pembe Kız gibi operet ve vodvillerde rol aldı.
Mikael Çaprast (1848 – 1907)
Bükreş’te doğdu. 1853’te İstanbul’a geldi. Babasının Ermenice öğretmenliği yaptığı Surp Pırgiç okulunda babasının zorlamasıyla, daha sonra da çeşitli okullarda öğrenimini sürdürmeye çalıştı. Dokuz yaşında annesinin ölümüyle kardeşine yardım etmek için okulu bıraktı. Bir çok işe girdi, hiçbirinde başarılı olamadı. Belli bir yaşa geldikten sonra dans öğretmenliği yaptı. Oyuncu Haçik Papazyan’ın ısrarıyla Üsküdar Aziziye Tiyatrosu’nda Voltaire’nin bir oyununda sahneye çıkmasıyla tiyatro hayatı başladı. 1869-1877 yılları arasında bir çok oyunda genelde ikinci sınıf rollerde çok başarılı oldu. Bunlar arasında “Saatçinin Şapkası”nda Johnny, “İki Sağırlar”da Don Voailo, “Deli Doktoru”nda Amca,“Niks Niks”te İhtiyar’ı sayabiliriz. 1877’de Güllü Agop’la Selanik’e gitti. Bir süre sonra anlaşamayıp bir grup oyuncuyla Rodos’a gitti. Güllü Agop İstanbul’a döndü. Çaprast İstanbul’a dönünce tekrar Güllü Agop’a katıldı. Yine anlaşamadılar ve bir grup oyuncuyla Edirne’ye gitti. Daha sonra Bengliyan Operet Kumpanyası’na katıldı. Çeşitli ekiplerle bir çok şehirde çalıştı. Adana’da tekrar dans öğretmenliğine başladı, tiyatro oyunculuğunu da sürdürerek, çeşitli müzikallerde oynadı. 1880’de yol parasını toparlayınca İstanbul’a döndü. Tekrar Güllü Agop’a katılarak Üsküdar ve Şahzadebaşında çeşitli komedilerde oynadı. 1907’de vefat eden oyuncu Üsküdar mezarlığına gömüldü.
Harutyun Aleksanyan (1857-1917)
Bursa’da doğdu. Yedi yaşında İstanbul’a geldi. 1871’de Surp Pırgiç okulundan mezun oldu. Okuldayken öğrenci tiyatrolarında oynadı. Güllü Agop’a kendisini kabul etmesi için başvurdu ama kabul edilmedi. Şansını Mınakyan’da denedi, gruba katılamadı. Çabalamaktan vazgeçmedi. Tiyatronun emektarlarından Kalust Liceli’yi bulup, durumunu ona anlattı. Liceli’nin ısrarıyla Güllü Agop, Aleksanyan’a bir kez şans verir. O da ikinci Arşak’tan Nerses’in tiradını okur. Güllü Agop çok beğenir ve böylece 1878’de kadrosuna alır. Kısa sürede çok önemli roller üstlenir. 1880-81’de Bursa’ya gider, Fasulyeciyan’a katılır. İstanbul’a dönüşünde Mınakyan’la çalışmaya başlar. En verimli devresi bu dönemdir. Oynadığı önemli rollerden bazıları “Mumdan Heykel”de Rodil, “Fakir Delikanlı”da Buasan, “Kumarbazın Sonu”nda Varnell, “Simon ve Marie”de Moris Vasseur, “Misk Sokağı Cinayeti”nde Valger, “Ekmekçi Kadın”da Jack’tır. 1883’te Kafkasya’ya oradan da Bakü’ye geçti. Rus Ermenileri’ne uygun bir repertuar seçmediği için başarılı olamadı ve İstanbul’a döndü. 1897’de Mısır’a gitti. Serope Bengliyan ve Yevkine Karakaşyan ile başarılı bir devre geçirdi, İstanbul’a döndü ve orada öldü. Gelelim Ermeni tiyatrocular arasında en popüler olmuş sanatçıya. Hagop Vartovyan, veya herkesin bildiği adıyla Güllü Agop, sonraları da Güllü Yakup.
Şarasan’a göre eğer Agop Efendi’nin yeterli tahsili olsaydı, bir bankayı yönetebilirdi. Ama tiyatro kumpanyasını asla yönetememiştir. Kötü bir fabrikatör mantığıyla her sanatçı için özel olarak hazırladığı sözleşme, bunun en belirgin örneğidir. Kısa zamanda Mınakyan, Rıştuni, Papazyan, Tosbatyan, Nalyan gibi bütün iyi oyuncuları kadrosunda toplamış, fakat geçimleri tamamen tiyatro olan bu elemanların ücretleri, hiçbir zaman tam olarak ödenmediğinden, kumpanyadaki huzursuzluklar bitmemiştir. Hatta açlık ve bakımsızlık yüzünden hastalanan Rıştuni’nin doktor ya da ilaç göndermesini rica etmek için bir Paşa’ya ve bir eczacı dostuna yazdığı mektup en somut örneğidir. Karakteriyle ilgili bu ön bilgilerden sonra sıra geldi Güllü Agop’un sanatçı kişiliğine.
Hagop Güllüyan (Vartovyan) (Güllü Agop) 1840 – 1902
İstanbul’da doğdu. 1861’de Balıkhane’de küçük bir memur olarak çalışırken, Şark Tiyatrosuna amatör olarak girdi. İki yıl sonra İzmir’de Ermenice oyunlar oynayan bir topluluğu yönetti. İstanbul’a döndüğünde Ermenice oyunlar seyretmek isteyen seyirci sayısı azalınca, Türkçe oyunlar oynayabilmek için harekete geçti.1867’de Ohannes Kasparyan, Gedikpaşa sirkini tiyatroya dönüştürdü. Güllü Agop 1869’da burayı kiralayarak “Tiyatro-i Osmani”adlı topluluğu kurdu. Sadrazam Ali Bey’in de çalışmalarıyla bütün Ermeni oyunculara diksiyon dersleri verildi. Bu tiyatro aynı yıl Fuzuli’nin “Leyla ile Mecnun” eserinden düzenlenmiş 5 perdelik bir oyunla perdelerini açtı. Güllü Agop 1870’de Türkçe oyunlar oynama tekelini Sadrazam Ali Bey’in emriyle eline geçirdi. Bu süre içinde Molière’in Ahmet Vefik Paşa adaptasyonu olan “Ayyar Hamza”sından, Namık Kemal’in “Vatan” adlı oyununa kadar bir çok oyun sahnelendi. Güllü Agop sayesinde ilk kez Müslüman oyuncular da ekibe katılarak sahneye çıkmışlardır. Bunların arasında sahneye çıkan ilk Müslüman oyunculardan Ahmet Necip ve Ahmet Fehim’den başka, Hüsnü, Hamdi, Abdülrezzak, Küçük İsmail gibi oyuncuları sayabiliriz.
Agop Efendi’nin hükümetten aldığı belli bir metine dayanan, suflörlü oyun oynama tekeli, diğer toplulukların belli bir metine dayanmayan oyunlar sergilemesini zorunlu hale getirdi. İşte bu yasak, belli bir metine dayanmadan, oyuncuların bir taslağa göre oynadıkları sahne oyunu olan, TULÛAT’ın doğmasına neden oldu.
İşte bu tamamen halkın içinden gelen pırıl pırıl ve sımsıcak esprilerle dolu tulûat tiyatrosu Cumhuriyet’ten önce Hamdi, Şevki, Abdülrezzak, Küçük İsmail, Kel Hasan, Ali Rıza; Cumhuriyet’ten sonra da Naşit Özcan, İsmail Dümbüllü, Şevki Şakrak gibi sanatçıları sahnelere kazandırdı.
Bu kısacık bilgiden sonra dönelim yine Güllü Agop’a. 1873’te sahnelenen “Vatan” oyunundan sonra halkın yaptığı gösteriler nedeniyle, Abdülaziz’in emriyle, Namık Kemal, Mustafa Nuri, Ebu Ziya Tevfik ve Ahmet Mithat gibi yazarlar tutuklanarak sürgüne gönderildiler. Böylece Tiyatro-i Osmani için zor günler başladı. Bir süre müzikli oyunlarla durum idare edildi. 1876’da sürgündeki yazarların İstanbul’a dönmesiyle yeniden sahnelenen “Vatan yahut Silistre” büyük yankı uyandırdı.
10 yıllık tekel süresinin bitimiyle topluluk dağılmaya başladı. 1881’de Güllü Agop topluluktan ayrılarak Şehzadebaşı’nda yeni bir salon kiraladı. II.Abdülhamit’in emriyle Mızıka-i Hûmayun kadrosuna alınarak Müslümanlığı kabul etti. Ve adı Güllü Yakup oldu.
Bir iddiaya göre Güllü Agop’un saraya girdiğinde çoktandır Müslüman olduğunu, Müslümanlığı ve Kur-an okumayı Osmanlı Tiyatrosu sanatçısı Ahmet Necip’ten öğrendiği söylenir. Ayrıca saraya gelmeden önce Cezayirliyan ailesinden Rosa adında bir kadınla ilk evliliğini 18 yaşında gerçekleştirmiştir. Bu evlilikten 4 çocuğundan sadece biri hayatta kalabilmiştir. Tiyatro hayatının aile yaşantısının önüne geçmesin üzerine aile dağılmış ve Güllü Agop, pek çok maceradan sonra Rum bir kadınla evlenmiştir. Eşinin kendisini terk etmesi üzerine üçüncü ve son evliliğini Huriye hanım adında Müslüman bir kadınla yapmıştır. Güllü Agop’un Müslüman olduğu sırada bu evliliğin Ermeni kilisesinde yapılması ilginçtir. Bu evlilikten de dört çocuğu oldu. Çocuklarından, artık hayatta olmayan müzik sanatçısı Necip Aşkın’ın oğlu ise Van 100.Yıl Üniversitesi Rektörü olarak gündemde uzun süre güncelliğini koruyan Yücel Aşkın’dır.
Kolağası Halil Bey’in verdiği bilgiye göre, 62 yaşında ölen Güllü Agop, Beşiktaş’la Ortaköy arasındaki Yahya Efendi mezarlığına gömülmüştür. Bu bilgiyi 1924 yılındaki bir yazı doğrulamaktadır. Yazıda şöyle denilmektedir:
“…Güllü Agop namında bir Ermeni, Devr-i Hamidi’de ihtida eylemiş ve Yakup Efendi namiyle yâd ve irtihalinde bî irade Yahya Efendi Dergâh-ı Şerifi bahçesindeki kabristana defn edilmiştir.”
Mardiros Mınakyan (1837 – 1920)
Balat’ta doğdu. Çok başarılı bir öğrenciydi. Hasköy Nersesyan Okulu’ndan babasının ölümüyle ekonomik nedenlerle ayrılmak zorunda kaldı. Annesi para kazanabilmesi için onu bir ustanın yanına çırak olarak verdi. Okulun müdürü Teodoros Zorayan’nın annesini ikna etmesiyle tekrar okula döndü. Bir süre Hasköy, Gedikpaşa ve Eyüp okullarında yardımcı öğretmenlik yaptı ve oralarda amatör olarak tiyatroyla tanıştı. Profesyonel anlamda 1862’de Naum Tiyatrosu’nda kadın rolü oynayarak sahneye çıktı. İzmir’de Vaspuragan topluluğunda Türkçe ve Ermenice oyunlarda rol aldı. 1863’te İstanbul’a döndü, İmasduhi Esmeryan ile evlendi. Kayseri’deki Ermeni okuluna matematik öğretmeni olarak gitti. Tiyatrodaki tanınmışlığının öğretmenliğine zararlı olabileceği düşüncesiyle soyadını Tesciyan olarak değiştirdi.
1872’de İstanbul’a döndü ve Ortaköy’de yalnız Ermenice oyunlar sahneleyen Mağakyan Topluluğu’na katıldı. Bu topluluğun dağılmasıyla Üsküdar’daki Aziziye ve Gedikpaşa’daki Güllü Agop’un “Tiyatro-i Osmani”sine girdi. Küçük Polonya’da Gerard, Lusi Didie’de Paul Didie, Değirmencinin Kızı’nda Roje, Angelo Malipieri’de Rudolf, Cezar Borgia’da Fabio Orsino, Kamelyalı Kadın’da Armand Duvall, Yurttaş Kane’de Kane ve daha bir çok oyundaki karakteri başarıyla canlandırmıştır.
1878’de ayrılarak Selanik, Edirne, Mersin ve Adana’da çeşitli gruplarda oyunlar oynadı. Güllü Agop saraya alınınca, Tiyatro-i Osmani’yi idare etmeyi üstlendi ama beceremedi. 1885’te “Osmanlı Dram Kumpanyası”nın başına geçti. Fakat oyuncular arasındaki geçimsizlik ve parasızlık nedeniyle, 1888’de kumpanya dağıldı. 1893’te Ermenice oyunlar oynamak üzere izin aldı. Seyirci azlığından 1895’te bu işten vazgeçti, “Dram Tiyatrosu”na tekrar girdi ve turnelere katıldı.
1904’te İstanbul Şehremini Rıdvan Paşa’nın tiyatroyu yasaklamasıyla bütün tiyatrocular açıkta kaldı. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla tekrar çalışmalar başladı. 1909’da “Tasfiye-i Ahlak Kumpanyası”na katıldı. Bu arada “Yeni Tiyatro”nun da yönetmenliğini yapıyordu. 1912’de Serope Bengliyan’la birlikte 80 kişilik bir kadro oluşturdu. Aynı yıl 50. sanat yılı jübilesi yapıldı. Bu jübile Türk Tiyatro tarihinin ilk jübilesi oldu. Padişah Mehmet Reşat kendisine “Maarif Nişanı” verdi. 1920’de Temaşa Dergisi’nin okurları arasında yaptığı “50 yıldan beri Türk tiyatrosuna en çok emeği geçen kimdir?” anketinde en çok oyu Mınakyan aldı. 150’yi aşkın oyunda oynadı.
Böylece geldik 20. yy. başlarına. Bu yıllarda şimdiki adı şehir tiyatroları olan Dar-ül Bedai’nin Muhsin Ertuğrul tarafından kurulmasıyla, Osmanlı temaşa sanatı çok büyük bir adım atmıştır. Dar-ül Bedai 27 Ekim 1914’te İstanbul Şehremini Cemil Paşa’nın girişimiyle ve 3.000 TL bütçesiyle Şehzadebaşı’ndaki Letafet apartmanındaki Dar-ül Bedai-i Osmani adıyla kuruldu. Açılan sınavda 55’i erkek 8’i kadın, 63 kişi başarı gösterdiler. Bu 8 kadından hiçbiri Müslüman değildi. Kınar Hanım ve Eliza Binemeciyan da bu sınavda büyük başarı göstererek kadroya kabul edilen hanım sanatçılardandı.
Kınar Hanım 1876 – 1950
İstanbul’da doğdu. Annesi Bercuhi Hanım, Fasulyeciyan topluluğunda çalışıyordu. 1890’da Fasulyeciyan’ın oyuncularından Takuhi Hanım vefat edince yeni bir oyuncu arandı ve Kınar Hanım, annesinin isteğiyle Tekirdağ’da“Körün Oğlu” oyunuyla sahneye çıktı. 1894’te Fasulyeciyan’la altı yıl süren Bulgaristan ve Romanya turnelerine katıldı. 1901’de Mınakyan topluluğuna girdi. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla çoğalan tiyatro topluluklarının aranan bir oyuncusu oldu. Bir ara Zabel Binemeciyan ile birlikte dekor çalışmalarını Muhsin Ertuğrul ve Behzat Butak’ın gerçekleştirdikleri “Yeni Osmanlı Tiyatrosu” adı altında bir topluluk kurduysa da ömrü kısa oldu. Dar-ül Bedai kurulunca sınavı kazanarak oraya geçti. Muhsin Ertuğrul, Raşit Rıza ve Şâdi Fikret Karagözoğlu ile çalıştı. Fasulyeciyan topluluğunun komik oyuncularından Sıvacıyan ile evlendi.
Mınakyan melodramlarının oyun stiline alıştığı için Dar-ül Bedai üslubuna uymakta zorluk çektiyse de kısa sürede bunu da yendi ve başarılı bir oyuncu olarak sanat hayatını tamamladı.
Eliza Binemeciyan 1890 – 1981
Hepsi de tiyatrocu olan Rupen ve Ağavni Zabel Binemeciyan’ın kızı Onnik Binemeciyan’ın kardeşidir. Notre Dame De Sion Fransız okulunda okudu. Annesi ve babası Mınakyan tiyatrosunda olduğu için tiyatro içinde büyüdü. Daha 10 yaşına gelmeden Mınakyan tiyatrosunda küçük kız ve oğlan rollerine çıktı. Profesyonel oyunculuğa 1908’de Ermeni gençlerin kurduğu “Serbest Sahne”de başladı. Bir süre sonra Mınakyan tiyatrosuna girdi. Babası 1912’de, annesi de 1915’te ölünce, kardeşi Onnik Binemeciyan Amerika’ya gitti ve kendisinden bir daha haber alınamadı. Eliza Hanım, Donanma Cemiyeti Heyet-i Temsiliye’si ve Yeni Sahne’de, daha sonra yeni kurulan Dar-ül Bedai’nin sınavlarında başarı göstererek Dar-ül Bedai’de çok iyi rollere çıktı. 1921’de ilk kez, 1924’te de bir daha dönmemek üzere Paris’e gitti. Raşit Paşa’nın davetiyle, 1926’nın Ramazan ayında Fransız tiyatrosunda oynamak üzere İstanbul’a geldi. Sezon bitince Paris’e döndü. 1981’de Kanada’nın Toronto kentinde öldü. Raşit Rıza ile çok uyumlu bir ikili oluşturmuşlardı. Osmanlı Türk tiyatrosunda sahneye çıkan Ermeni oyuncuların en yeteneklilerinden biriydi.
1920’de Kadıköy’de Apollon Tiyatrosu’nda Hüseyin Suat’ın “Yamalar” oyununda oynayan Eliza Binemeciyan yurtdışına gidince, Emel rolüyle Afife Jale sahneye çıktı. Daha sonra “Tatlı Sır” ve “Odalık” oyunlarında polis kovuşturması yapıldı. Dahiliye Nazırlığı gönderdiği genelgeyle Müslüman kadınların sahneye çıkışı resmen yasaklandı.
Bütün gelişmeler devam ederken, 1918’de Serope Bengliyan’dan sonra bu kez Arşag Bengliyan 1924’e kadar süren ve kendi adıyla anılan bir operet kumpanyası kurdu. Bu kumpanyada yine Arif’in Hilesi, Leblebici Horhor ve Arşın Mal Alan gibi oyunlar sergilendi. 1920’lerde Aşot Madatyan’ın kurduğu “Stüdyo Tiyatrosu”yla temsillerine devam eden oyuncular arasında Drtad Nişanyan, Nişan Beşiktaşlıyan ve Eliza Binemeciyan’ı sayabiliriz.
Aynı yıllarda Kirkor Hagopyan Şark Tiyatrosu’nu yeniden harekete geçirdi. Buradan Kirkor Çobanyan, Lusi Hagopyan, Sait Köknar ve Baltazar gibi oyuncular yetişti. Bu devrede tiyatro sahnelerinde gözle görülen bir canlılık başladı. Gedikpaşa’daki Y.M.C.’de Gençler Temaşa Derneği adlı bir grup kuruldu. Bu grupta sayabileceğimiz önemli isimler Yetvart ve Sisi Yeresyan, Apraham Hıdışyan, Nigoğos Menaşkyan ve Torkom Sırabyan’dır.
Ekibin sahnelediği oyunlar arasında Ahmet Nuri’nin Ceza Kanunu, Reşat Nuri’nin Çifte Keramet gibi eserlerini ve bütün Mınakyan repertuarını görüyoruz.
Bütün bu çalışmalar Cumhuriyetin ilanı sırasında çıkan karışıklıklar nedeniyle bir süre duruyor. Bu tarihlerde Vahram Papazyan, Hraçya Nersesyan gibi sanatçılar Erivan’a gidip, “Sıntukyan Tadron”u kurdular. Tekrar temsilerine başlayan Gedikpaşa’daki Y.M.C’de Torkom Sırabyan, Sisi Yeresyan, Hıdışyan, Dr.Alyanak, Betty Aslan, İsrailyan gibi oyuncular, Kurtuluş ve civarına taşınmaya başlayınca, Gençler Temaşa Heyeti İnci Tiyatrosu’na (İnci Sineması) yerleşiyor. Burada da başarılı temsiller veren ekip yine ikiye ayrılıyor. Hagop Ayvaz, Torkom Sırabyan, Arşavir Alyanak, Apraham Hıdışyan gibi isimler Tan Sinemasında “Genç Tiyatro Sevenler Derneği”ni kuruyorlar ve Gençler Temaşa Heyetiyle 15 günde bir dönüşümlü olarak “Kayıp Aranıyor”, “Süt Kardeşler”, “Çifte Keramet” gibi eserleri sahneliyorlar. Faruk Nafiz’in Kazan adlı oyunuyla ilerde özellikle dernek tiyatrolarında pek çok başarıya imza atacak olan Kevork Kabaracıyan’la Zaruhi Değirmenciyan ilk kez burada sahneye çıkmışlardır.
Böylece Aşot Madatyan’ın Stüdyo’su, Gençler Temaşa Heyeti, Genç Tiyatro Sevenler Derneği, İstanbul’un çeşitli semtlerinde temsiller veriyor.
Yeri gelmişken, Ermeni tiyatro tarihinin ele alınan, kaydı tutulabilmiş yaklaşık 100 yılı içinde, ismi geçen oyuncuların, birbirini tekrar eden oyunlarda rol aldığı dikkat çeker. Çünkü dönem şartları itibariyle padişahın onayını alan tercüme eser sayısı 30-40’ı geçmiyordu. Telif eserler de henüz yazılmamıştı. Daha önce de belirtildiği gibi ilk telif eser Aldatılan Eğinli’dir.
1925’te Yenişehir’deki Mangasar sahnesinde Şavarş ve Boğos Karakaş kardeşler, Aram Elmas Tiyatrosu’nu kurdular. 1933’e kadar temsiller veren bu tiyatroda, yine Mınakyan reperutarı vardır. Bu ekibin kadrosunda da Baltazar, Samurkaş, Naşit Özcan, Siranuş, Jerfin Elmas ve Hagop Ayvaz’ı sayabiliriz.
Hagop Ayvaz ilk kez 1929’da Narlıkapı’da oynanan Demirhane Müdürü adlı piyesteki doktor rolüyle sahneye çıkmıştır.
Osmanlı Türk ve Oslanlı Ermeni tiyatrosunun 2000’li yıllarda yaşayan en büyük duayeni sevgili Hagop Ayvaz’la ilgili biraz geç kalınmış olsa bile bir belgesel ve kitap çalışmasının başlandığını sizlere müjdeledikten sonra (2006), bir gün evine yaptığım bir ziyaretle o tatlı üslupla anlattıklarına şöyle bir bakalım:
“Yıllarca uşak ve polis rolleriyle halkın karşısına çıktım. Artık dostlarım bana uşak veya polismişim gibi davranıyorlardı. Bir gün Şark Tiyatrosu’nda oynarken 12 perdelik “Kara Değirmen Cinayeti” adlı oyunda aşık rolündeki delikanlı gelmeyince, kendimi suflörün de yardımıyla apar topar sahnede buldum. Uşak ve polis rollerinden aşık ve tiran rollerine geçmek benim için büyük bir aşamaydı. Altı yıl bu tür rollerde oynadım. Genelde Mınakyan repertuarını tekrar ederdik. Oyuncuların da çoğu Mınakyan’ın oyuncularıydı. Yavaş yavaş ölümler başladı. Ayrılanlar oldu, topluluk dağılınca ben de ortada kaldım. Bir süre amatörlerle çalıştım. Esayan Derneği’nde “Pokır Taderahump” adlı tiyatro grubunu kurdum.”
Sevgili Ayvaz kadim dostu Berç Erziyan’ın dekor işlerini üstlendiği bu küçük grupla İ.Galip Arcan’ın “Hıntrem Mi Intmiçek” (Lütfen Müdahale Etmeyiniz) adlı tek perdelik oyununu sahneliyor. Dört kişilik ekibini toplayıp ustası Aşot Madatyan’ın Tarlabaşı’ndaki evine götürüp ona prova izleterek, beğenisi ve takdirini kazanıyor.
Ekip kısa zamanda çoğalarak 30 kişiye çıkıyor. Hagop Ayvaz, 15 yıl kendi ekibiyle çeşitli derneklerde oyunlar sahneliyor. Bunların ön önemlilerinden biri “Hars U Gesur” (Gelin Kaynana) adlı oyundur. Bu oyun Kınalı Ada’da bile sahnelenmiştir.
Aşağı yukarı tamamen Türkçe olarak sahnelenen bu etkinlikler 1945-46’ya kadar sürüyor. 1946’da İsmet İnönü aralarında Suren Şamlıyan, Mardiros Koçunyan’ın da bulunduğu bir çok basın mensubunu davet ederek, sorunlarıyla ilgili bir toplantı düzenliyor. Bu toplantıda Şamlıyan, İnönü’ye: “Paşam, neden Ermenice tiyatro yapamıyoruz ?” diye soruyor. Böyle bir uygulamadan haberdar olmadığını, istedikleri zaman Ermenice oyun oynamakta özgür olduklarını ifade eden İsmet Paşa’dan alınan bu sözle cesaretlenilerek, Ermenice oyunlar tekrar oynanmaya başlanıyor.
Aşot Madatyan, Arşam Çizmeciyan gibi isimler “Vega” topluluğunu kuruyor. Köse Kahya, Leblebici Horhor gibi operetler Ermenice olarak sahneleniyor. Daha sonra Sona Der Markaryan ve eşinin çalışmalarıyla “Arpi Tadron”kuruluyor. Bu ekip “Marvoğ Cıragner” (Sönen Kandiller), “Kare Bubrigıs” (Taş Bebek) adlı oyunları oynamıştır. Ekipler çoğalınca rekabet de artar. Hatta Kevork Kabaracıyan’ı transfer ücreti olarak Hamlet rolü teklif edilir. O da Stüdyo’dan ayrılarak Gençler Temaşa Heyeti’ne geçer.
Bütün bu ekiplerde sadece yönetmenlik görevini üstlenebilecek kimse yoktu. Herkes oyununa göre bu görevi yerine getiriyordu. Aynı tarihlerde bu ekiplerden bir araya gelen oyuncularla Aşot Madatyan’ın yönetmenliğinde Nazan ve Haygasar Vosgeriçyan, Haçik Arzumanyan, Nışan Hançer, Zaruhi Değirmenciyan, Hagop Ayvaz gibi sanatçılarla, Ermenice olarak “Arşın Mal Alan” sahneleniyor. Bu operetin müzik provaları tek bir keman eşliğinde yapılmış, ekip o günlerde İstanbul’da olan Azeri Orkestrayla ancak galada tanışmışlardır.
Son olarak.
Yukarıda bahsi geçen 1820’den başlayıp 1900’lerin ortasına kadar süren Profesyonel Ermeni Tiyatrolarının, bölünerek çoğalması, ekipler arasındaki sürtüşmeler ve oyuncu egolarının, oyunculukları ve tiyatro disiplinlerinin önüne geçmesi, zamanla profesyonel sahne yaşamının dernek tiyatrolarına kayarak Amatör Ermeni Dernek Tiyatrolarının günümüze kadar ulaşan tarihini oluşturmuştur.
1946’dan günümüze kadar geçen sürede amatör dernek tiyatroları, dernek lokallerinde veya başka sahnelerde yüzlerce oyun sahnelemişlerdir. Buralardan yetişen bir çok amatör oyuncu olmuştur. Bunlardan bazıları hâlâ aynı lokallerde çalışmalarını sürdürmektedirler. Ama bu etkinliklerle ilgili hiçbir dernekte, üzülerek belirtmeliyim ki düzgün bir arşiv bulunmamaktadır. Bunları derleyebilmek çok uzun ve kapsamlı bir araştırmayı gerektirmektedir. Başka bir tiyatro aşığının bu yorucu araştırmaya zaman ayırabilmesini umarak, Ermeni tiyatrosuyla ilgili notlarıma burada son veriyorum.
Bana tiyatro sevgisini veren Arto Berberyan’a ve Misak Toros’a teşekkürlerimle.