Balyan ailesi: Hangi bilgi doğru, hangi bilgi yanlış?
Mimarlık tarihimizin 'efsane' ailesi Balyanlarla ilgili halen teyit edilmemiş ya da yanlış pek çok bilgi var. Örneğin Pamukciyan, 'Kayserili' bir aile olduğunu söylediği için, bugüne kadar pek çok mimarlık tarihi kitabında bu bilgi yer aldı. Ancak Saro Dadyan, bunun doğru olmadığını belirtiyor. Belgeler üzerinden ilerleyerek Balyan yapılarının hangileri olduğu konusunda bir konsensüse varılması, ortak kültür mirasımızı korumak için olumlu bir adım olacak gibi görünüyor.
Araştırmacı yazar Saro Dadyan, geçen hafta Sen Piyer Kilisesi’nde gerçekleştirilen “Balyan Efsanesi” başlıklı konferansında, 19. yüzyılda İstanbul’da pek çok yapıya imzasını atan Balyan Ailesi hakkında yeni bulduğu bazı belgeler hakkında bilgi verdi. Dadyan’ın verdiği bilgiler ışığında Bahçeşehir Üniversitesi, Balyanlar hakkında kapsamlı bir sergi de açmaya hazırlanıyor.
İstanbul Ermenilerinden olan Balyan Ailesi, Dolmabahçe, Çırağan ve Beylerbeyi gibi, şehrin siluetini belirleyen 19. yüzyıl saraylarının çoğunda imzası olan mimar bir aile. Mimar demişken, 19. yüzyıl açısından yapı inşa disiplininde ‘mühendis’, ‘mimar’ ve ‘müteahhit’ ayrımının pek olmadığını anımsatmakta yarar var. Balyanların İstanbul’da pek çok yapı inşa ettiği biliniyor ancak bazı araştırmacılar, Balyanların aslında ‘mimar’ olmadığını, saray tarafından ‘kalfa’ seviyesinde görülen ‘müteahhitler’ olduğunu savunuyor.
Yüksek lisans tezi olarak ünlü İtalyan mimar Fossati’nin yapılarını çalışan Saro Dadyan’ın “Balyan Efsanesi” başlıklı konferansında, Balyanların ‘mimar’ olmadığı iddiası, Osmanlı arşivindeki belgelerle ve farklı kaynaklardan kayıtlarla tartışmaya açıldı ve Balyanlar hakkında bir sergi açılacağı bilgisi de konuklarla paylaşıldı.
SARKİS BALYAN, AİLESİNİN MARAŞLI OLDUĞUNU SÖYLEMİŞ
Balyanlar, İstanbul’daki Ermeni cemaatinde patrikhane yönetiminde söz sahibi olan ‘Amira’ sınıfına mensup iki mimar aileden biriydi. Saro Dadyan’ın belirttiğine göre ‘Amira’lar daima sarayla yakın ilişki kuran kişiler olmuşlar ve bu aileden olanlara padişah tarafından bazı imtiyazlar tanınmış. Örneğin Kirkor Balyan’ın 1831’de ölümünün ardından ona tanınan imtiyazlar 1835’te oğlu Garabet Amira Balyan’a (1800-1866) ve damadı Hovhannes Amira Serveryan’a aktarılmış. Balyanların mesleği ve Osmanlı ile ilişkisi konusunda bazı belgelerden kesin bilgiler edinmek mümkün. Ancak Saro Dadyan’ın belirttiği üzere, eski kitaplarda yer verilse de yeni gündeme gelen belgelere göre ‘güncellenmesi gereken bazı yanlış bilgiler’ de söz konusu.
Ermeni patrikhanesi sekreterliğini yapan ve Bağlarbaşı Ermeni mezarlığındaki mezar taşları üzerine çalışarak Osmanlı döneminde iz bırakan Ermeniler üzerine yazan Kevork Pamukciyan’ın Aras Yayıncılık tarafından basılan dört ciltlik kitabı, Ermeni mimarlar üzerine çalışanların bakması gereken ilk kaynak. Pamukciyan’ın mezarlıklardaki mezar taşlarını bile inceleyerek ulaştığı bilgilerle yazdığı kitabı, ne yazık ki çok kapsamlı bilgi içermiyor ve Saro Dadyan’a göre Balyanlara dair ilettiği bazı bilgiler yanlış. Örneğin Pamukciyan, Balyanların ‘Kayserili’ bir aile olduğunu söylediği için, bugüne kadar pek çok mimarlık tarihi kitabında bu bilgi yer aldı. Ancak Saro Dadyan, bunun doğru olmadığını belirtiyor.
Sarkis Balyan (1835-1899), 1875’te bir Fransız dergisinde yayınlanan uzun bir röportajında ailesinin Maraş kökenli olduğunu söylemiş. Bu durumda Saro Dadyan, Balyan Ailesi’nin Pamukciyan’ın belirttiği gibi Kayserili değil, Maraş’ın Bali kasabasından kabul edilmesi gerektiğini savunuyor. Pamukciyan, Bağlarbaşı’ndaki Ermeni mezarlığında, Osmanlıca yazı olan tek mezar taşının Krikor Balyan’a ait olduğunu iddia etmekle beraber, aynı mezarlıkta bulduğu Merametçi Bali Kalfa isminde bir hassa mimarının Krikor Balyan’ın babası olabileceğini savunuyor ancak Saro Dadyan, bunu doğrulayacak bir bilgi olmadığını söylüyor. Sarkis Balyan’ın Maraş konusunda verdiği bilginin doğruluğunu teyit edecek başka bir kanıt olmasa da aileden birinin kendi kökeni hakkında daha doğru bilgi veriyor olduğu kabul edilebilir.
Saro Dadyan’ın bahsettiği Fransızca röportajda Sarkis Balyan, 5-6 kuşaktır saray mimarı olduklarını söylemiş. Yapıların nasıl projelendirildiğine dair sorulara ise, “Her şeyi, bütün detayları sultanla birlikte tasarladık, bu yapıların mimarı aslında sultandır, ben inşaatı yürüttüm” gibi son derece mütevazı cevaplar vermiş. Saro Dadyan, bu üslubun Osmanlı’ya hizmet veren sanatçılar arasında ortak bir yaklaşım olduğunu, saraya beste üreten müzisyenlerle yapılan röportajlarda bile “Sultanın istediği gibi” türü ifadeler yer aldığını belirtiyor. Dolayısıyla kendini ‘tebaa’ olarak gören ustaların, verdikleri röportajı saraydakilerin okuyacağını düşünerek ‘dikkatli’ konuştukları düşünülebilir.
BALYANLAR KALFA MIYDI, MİMAR MIYDI?
Balyan konferansının gerçekleştirildiği Sen Piyer Kilisesi’ni de inşa eden, mimar Fossati üzerine çalışan Saro Dadyan, 19. yüzyıl açısından sarayın gözünde kalfa, mimar, mühendis ayrımı olmadığına dikkat çekerek, Osmanlı arşivi belgelerinde Fossati’den de ‘kalfa’ olarak bahsedildiğini belirtti. Esasen aynı işi yaptıkları için birbirlerine rakip olan Fossati ile Balyanlar arasında ise önemli bir fark vardı. Fossati, Osmanlı’ya maaş karşılığında çalışmıştı ve onun yaptığı işleri devlet finanse etmişti. Balyanlar ise kontrat yaparak çalışmışlardı ve işi bitirdikleri zaman ödemelerini aldılar. İnşa ettikleri saraylarda ve binalarda daima taş malzeme kullandılar. Bu taşların İstanbul’a nakliyesi, inşaatta çalışacak işçilerin bulunması ve malzeme tedariki gibi inşaata dair bütün işleri kendileri finanse ettiler.
Saro Dadyan, Doç. Dr. Selman Can’ın Balyanların mimar değil, müteahhit oldukları iddiası konusunda da, aynı belgeler üzerinden açıklamalar yaptı. Ayasofya restorasyonu işinin Fossati’ye verilmesi kararını içeren Osmanlıca belgede, bu işin Garabet Balyan’a verilmesinin düşünüldüğü ancak bundan vazgeçildiği, onun yerine Fossati’nin tayin edildiği bilgisi yer alıyor. Belgeleri dikkatle incelediğini belirten Saro Dadyan, Selman Can’ın belgelerdeki metinlerin sadece bir bölümünü alıntılayıp bu bilgileri kendine göre yorumladığını, kanıt olarak sunduğu belgelerin de aslında Balyanlar ile Fossati’nin Osmanlı’nın gözünde aynı işi yaptığını kanıtladığını söyledi. Osmanlı arşivinde yer alan Balyanlara dair bilgilerin, Ermeni kaynaklarından da teyit edilebildiğini ekleyen Saro Dadyan, aynı belgede Garabet Amira Balyan’ın Dolmabahçe’yi inşa ettiği bilgisinin yer aldığını belirterek Abdülhalim Efendi’nin mimar değil, masrafların nasıl harcandığını kontrol eden devlet memuru olarak görülmesi gerektiğini savundu. Saray masraf defterleri konusunda yakın zamanda bir doktora tezi çalışıldığını da belirten Dadyan, Balyanların mimar yerine ‘müteahhit’ olduğu iddia edildiğinde, bu durumda Fossati gibi mimarların da bugünkü anlamı ile ‘kalfa’ kabul edilmesi gerektiğini ve bu iddiaların bizi tutarlı bir sonuca götüremeyeceğini vurguladı.
ABDÜLHALİM EFENDİ TARTIŞMASI
Osmanlı saraylarının mimarının Balyanlar olmadığını savunan tek kişi Doç. Dr. Selman Can değildi. Osmanlı arşivlerinde araştırma yapan Prof. Dr. Mustafa Cezar da daha önce bazı ‘şüphelerini’ dile getirmişti. Bu tartışmanın nereden kaynaklandığı konusunda kısaca bilgi vermek yerinde olabilir.
Klasik dönemde Mimar Sinan dönemi yapılarının, Mimar Sinan’ın şahsen gitmediği yerlerde bile inşa edilmesi, Osmanlı’da mimarinin tek bir merkezden yönetilmesinden kaynaklanıyordu. Mimar Sinan’ın çizdiği ve mühendislik hesabını yaptığı binalar, yapının yapılacağı yere gönderilen ustalar tarafından, topoğrafyanın inşaata uygun hale getirilmesinin ardından uygulanıyordu ve bu inşaatı başkaları yapmış olsa bile bu binaları Mimar Sinan yapısı olarak kabul ederiz. Klasik dönemde mimar mühendis ayrımı yoktu. (Hatta bina planına bile ‘resim’ deniyordu.) Bu mimari örgütlenme Hassa Mimarlar Ocağı çatısı altındaydı ve mimarlar bu ocakta usta-çırak ilişkisiyle yetişiyordu. Dolayısıyla Hassa Mimarlar Ocağı’nın başında kim varsa onun döneminde yapılmış yapıları o kişiye atfederiz. Ancak ocakta, 18. yüzyılda çözülme başladı. 19. yüzyıla yaklaşılırken mimar-mühendis ayrımı da ortaya çıktı. Mustafa Cezar, yeni kurulan Mühendishane-i Berri Hümayun mezunlarından, topçu ve istihkâm subaylığından başka mühendislik hizmetlerinin de beklenmiş olmasını, hassa mimarlarının bu görevi yerine getiremiyor olmasının belirtisi kabul ediyordu. Bunun yanında 1801’de mimarlara teknik bilgiler kazandırmak üzere Mühendishane-i Berri Hümayun’da bir kurs açılmıştı. 1795/96 tarihli Mühendishane Kanunu’na göre, hassa baş mimarlığı Mühendishane’ye bağlandı, mimarbaşılık Mühendishane’nin Halife-i Evvel’ine tahsis edildi. 1801’de verilmeye başlanan dersler, 1807’de kaldırıldı. II. Mahmud, şehreminilik (belediye başkanlığı) ile başmimarlığı birleştirdi. Ardından, 1831’de Ebniye-i Hassa Müdürlüğü kuruldu ve bu kurumun başına son başmimar Abdülhalim Efendi getirildi.
Abdülhalim Efendi, 1795–1807 arasında Mühendishane’de verilen derslerden faydalanmıştı. Mustafa Cezar, eski Çırağan Sarayı’nın mimarının Abdülhalim Bey olduğunu savunur. II. Mahmud döneminin bir başka yapısı olan Nusretiye Camii’nin mimarının Kirkor Balyan olduğu söylenmekle beraber, yapımına Başmimar Mehmed Rasim Efendi döneminde başlanıp Abdülhalim Bey’in başmimarlığı döneminde bitirilmiş olması ve bu sırada Kirkor Kalfa’nın sürgüne gönderilmiş olması, Cezar’ın Nusretiye’nin mimarının Kirkor Kalfa olduğu konusunda şüpheye düşmesine neden olmuştur.
Çırağan Sarayı’nın inşasının tamamlanması, 1841’de, II. Mahmud’un ölümünden sonra gerçekleşti. Mustafa Cezar, II. Mahmud döneminin Eski Çırağan Sarayı’nın mimarının da Abdülhalim Bey olduğunu iddia ediyordu. Mustafa Cezar’a göre, Eski Çırağan Sarayı, tasarımında Batı saray yapıları anlayışı ve Batı üslûplarının etkili olduğu, minder-sedir düzeni yerine masa-sandalye düzeninin esas alındığı ilk saraydı. Bunun yanında, Mustafa Cezar Beylerbeyi Sarayı’nın mimarının da Balyanlar olduğu konusunda şüphededir.
Topkapı Sarayı terk edildikten sonra, ilk sürekli oturma sarayı eski Çırağan Sarayı olmuştu. Sultan Abdülmecid, eski Çırağan’da oturmaktayken Eski Beylerbeyi ile Beşiktaş Sarayı yazlık saray olarak kullanılmaktaydı. İleride padişah olacak oğullarından II. Abdülhamid, V. Mehmed ve V. Murad, Eski Çırağan Sarayı’nda doğdu. Bu saray, 1855’te bilinmeyen bir nedenle yıktırıldı. Abdülmecid, saltanatının geri kalanını Beşiktaş Sarayı yerine yapılan Dolmabahçe’de geçirdi. Dolayısıyla bugüne ulaşmış olan Çırağan Sarayı, 1855’te yıktırılan sarayın yerine yapıldığından, şu anda mevcut olan sarayı Sarkis Balyan’ın inşa ettiği söylenebilir. Selman Can, Sarkis Balyan’ın hapse atıldığını yazıyor, Saro Dadyan ise hapse girenin Bahriye Nezareti’nin kalfası Sarkis Kalfa isminde başka bir mimar olduğunu söylüyor.
Hangi sarayı kimin yaptığı konusundaki tartışmalar, Ebniye-i Hassa Müdürü’nün Abdülhalim Efendi olmasından kaynaklanıyor. Ancak Osmanlı’nın mimari teşkilatının yapısı düşünüldüğünde, Saro Dadyan’ın da ifade ettiği gibi, Abdülhalim Efendi, binalar için sarayın ödediği parayı denetleyen kişi olarak kabul edilebilir. 19. yüzyılda mimari örgütlenme klasik dönemden farklı olduğu için, devlete bağlı kurumun başındaki kişiyi, o tarihte yapılan yapının mimarı kabul etmemiz çok mantıklı görünmüyor. Balyanlar konusunda araştırma yapanların karşılaştığı en büyük problem ise inşa ettikleri yapıların orijinal planlarının bulunamamış olması. Bu yüzden sarayın masraf defterleri ve sarayla yapılan yazışmalar gibi arşiv belgelerine bakıldığında Balyanların yapı üretimini üstlenen ve bunu organize eden kişiler olduğu anlaşılıyor. Prof. Dr. Sedad Hakkı Eldem’in ve Prof. Dr. Afife Batur’un plan tipolojisi konusundaki yorumları açısından Türk evi plan tipinin devamı sayılan ve sahilsaray mantığında yapılan bu saray planlarını kimin çizdiği ise kanıtlanamıyor. Bu durumda, sarayın planını çizen kişiye mi mimar demeliyiz? Yoksa inşaatı gerçekleştiren kişiye mi? Belki de bu tartışmayı sonlandırmanın tek yolu, Sarkis Balyan’ın söylediği üzere, bugüne ulaşan sarayların padişahın isteğine göre inşa edildiğini kabul etmek olabilir çünkü 19. yüzyıl sarayları, dış görünüşte ne kadar Avrupalı olsalar da iç mekanda harem-selamlık mantığını sürdüren, sadece dış görünüm olarak ‘Batılılaşmış’ yapılar. İç mekan planında bir yenilik içermeleri açısından değil, dış görünümlerinin Avrupalı olması açısından daha önemliler çünkü bu yapılar imparatorluğun itibarını temsil etmek için üretildiler.
ANADOLU’DAN GELEN ERMENİ İŞÇİLER
1858 tarihli Arazi Kanunnamesi ile beraber bina eminliği kurumu sona erdikten sonra, her türlü devlet inşaatı, devlet görevlisi olan bina eminleri tarafından değil, müteahhitler tarafından gerçekleştirilmeye başlandı. Böylece servet birikimine sahip olan gayrimüslimler, inşaat alanında söz sahibi olmaya başladı. Gayrimüslim mimarlardan inşaat işine girişenlerden biri de yine Balyanlar’dı. Kirkor Balyan’ın yurtdışına gitmediği, Avrupa mimarlığını kitaplar yoluyla öğrendiği genel olarak kabul edilen bir bilgi. Babasının sayesinde önemli görevler üstlenmiş olan Garabet Amira Balyan, oğullarından Nikogos (1826-1856), Agop (1838-1875) ve Sarkis’i (1835-1899) Paris’e eğitime gönderdi. 1855’te Collège Sainte-Barbe de Paris ve Ecole des Beaux-Arts’a devam ettikten sonra İstanbul’a dönen Sarkis Balyan, babasının ölümünden sonra saray başmimarı unvanıyla çalıştı ve Yeni Çırağan Sarayı’nı inşa etti. II. Mahmud’un yaptırdığı Eski Beylerbeyi Sarayı ise 1863’te yıkıldı ve yenisi 1865’te tamamlandı. Sarkis Balyan’ın diğer eserleri arasında Akaretler, Maçka Karakolu, Zincirlikuyu Kasrı, Maçka Silahhanesi, Aksaray Pertevniyal Valide Sultan Camii ve Şale Köşkü’nde ilk yapılan bölüm ile Bahriye Nezareti sayılabilir. Bunların haricinde Abdülaziz döneminde, Yıldız koruluğunda yapılan Malta ve Çadır Köşkleri ile Büyük Mabeyn Köşkü yapıldığı sırada Sarkis Balyan saray başmimarı unvanına sahipti. Saro Dadyan’ın belirttiği üzere, ‘saray mimarı’ (ser mimar-ı devlet) aslında sadece bir unvandı ve başka mimarlara da veriliyordu. Sarkis Balyan’ın konumunun gösterilmesi için unvanı Ser Mimar-ı Hazreti Şehriyari, yani padişahın baş mimarı olarak değiştirildi.
Saro Dadyan, o dönemde inşa etkinliğinin ve müteahhitlik kavramının nasıl olduğu konusunda biraz daha ayrıntılı bilgi vererek Anadolu’dan İstanbul’a getirtilen Ermeni inşaat işçilerinden söz etti. Dadyan’ın belirttiğine göre, Balyanlar bir binanın inşaatını üstlendiklerinde malzeme tedarikinden işçilerin bulunmasına kadar her şeyi, inşaat bitene kadar üstlenmiş oluyorlardı. 19. yüzyılda Osmanlı’nın resmi olarak iflas etmiş durumda olduğunu hatırlarsak sarayın ödeme yapmakta gecikmesine şaşırmamamız gerekir. Garabed Amira Balyan’ın saraya yolladığı ve Dolmabahçe Sarayı’nın inşasına karşılık olan 61 bin kese alacağının 40 bin kesesini acilen talep ettiği bir mektubu, işçilere ödeme yapmak zorunda olduğunu, böylelikle bu işçilerin Anadolu’daki köylerine geri döneceği bilgisini içeriyor. Balyanların Anadolu’nun neresinden Ermeni işçi getirdikleri bilinmiyor ancak Ermenilerin marangozluk ve taş işçiliği konusunda yetenekli oldukları da kabul edilen bir gerçek. Özetle, Osmanlı’dan bugüne ulaşan sarayların büyük çoğunluğu, Ermeni Cemaatine mensup Amira sınıfından gelen Balyanlar tarafından, işçileri bile Ermeni olan bir ekip tarafından inşa edildi ve bu inşaatların masraflarının iş bittiğinde ödenmesine dair kontrat mevcuttu. Sarkis Balyan’ın bazı alacakları için dava açmış olması, daha sonra bu davanın kendi aleyhine dönmesi ise Saro Dadyan’ın belirttiği üzere belgelerden takip edilebiliyor.
BALYANLARIN DİPLOMASI MESELESİ
Mustafa Cezar, Sarkis Balyan’ın Fransa’da az önce bahsedilen okullarda öğrenim gördüğünü yazmış olmasına rağmen, Aygül Ağır’ın “Balyanlar’ın Eğitimleri Üzerine Notlar” adlı makalesinde belirttiği gibi, okul kayıtlarında Sarkis Balyan’ın ismi yer almıyor. Sadece 24 Ekim 1848 tarihli bir belgede Fransızca ve Ermenice olarak kimlik bilgileri olduğu tespit edilmiş. Deniz Artun ise ‘Paris’ten Modernlik Tercümeleri’ adlı kitabında, 19. yüzyılda Fransa’ya gönderilen Osmanlı tebaasından kişilerin, okullara misafir öğrenci olarak kabul edildiğini, sınavlardan muaf oldukları için diploma almadıklarını belirtiyor. Bu durumda Sarkis Balyan’ın dersleri izlediği ancak Osmanlı tebaasından olduğu için diploma almadığını söylemek mümkün çünkü o dönemdeki sistemde kimseye diploma verilmiyordu. Saro Dadyan’ın da belirttiği gibi, mimar Vedat Tek de Paris’e gönderilmişti ancak diploma almamıştı.
Saro Dadyan, Balyanların 1848 Devrimi esnasında Paris’te olduklarını ve bu devrimden çok etkilendiklerini de söyledi. Devrimin sonunda, Paris’te Ermeni dilinin öğretimi amacıyla kurulan bir dernekte Balyanların isminin yer alıyor olması, ailenin son kuşağının Paris’e gönderilmiş olmasından şüphe duymamamızı sağlayan yeni bir bilgi.
BALYAN YAPILARININ HARİTASI ÇIKARILABİLİR Mİ?
Saro Dadyan, “Balyan Efsanesi” adlı konferansında Bahçeşehir Üniversitesi’nin Balyanlar konusunda bir sergi ve kitap hazırlığı içinde olduğunu belirtti. Yakın zamanda yurt dışında yayınlanan bazı kitaplardan da söz eden Dadyan, sergi ile bağlantılı olarak Osmanlı Arşivleri ve Ermenistan Mimarlık Akademisi Arşivleri başta olmak üzere birçok arşivden toplanan Balyanlarla ilgili belgeleri de kapsayan bir kitap üzerine çalıştıklarını aktardı. Yeni bulunan belgeler ışığında, Pamukciyan da dahil olmak üzere, yanlış aktarılan bazı bilgilerin güncellenmesi açısından Balyanlar konusunda açılacak bir sergi çok faydalı olabilir.
Belgeler üzerinden ilerleyerek Balyan yapılarının hangileri olduğu konusunda bir konsensüse varılması, ortak kültür mirasımızı korumak için olumlu bir adım olacaktır. Bu konsensüsü sağlamak için, sadece Osmanlı arşiv belgeleriyle yetinmeyerek farklı kaynaklardan da bilgileri teyit ederek ilerlemek daha tutarlı bir yaklaşım olacak gibi görünüyor. Saro Dadyan’ın bu bakış açısıyla yaptığı araştırmalar gerçekten önemli bir katkı.
Gazete Duvar