16 Mayıs 2010
“diyerbekir@yahoogroups’un üyesi değilim. Ama üye olan bir arkadaşımın gönderdiği bu metin o kadar hoşuma gitti ki sizinle de paylaşmak istedim. Benim şahane ülkemin, benim çok renkli, çok kültürlü ülkemin henüz öğrendiğim bir nimetini daha sizin de bilmenizi istedim.
“Hristiyan âlemi Paskalya Bayramı’dan 40 gün sonra (İsa Peygamber’in göğe yükseldiği gün) genel adıyla (Hampartsum) Anadolu deyimiyle (Vicag’ı) büyük bir coşkuyla kutlar. Bu aynı zamanda da, Anadolu Ermenilerinin ‘Bahar Bayramı’dır. Yalnız bu bayram her yıl aynı tarihe denk gelmez. Genel olarak mayıs ayı içinde bir güne denk gelir. Bu yıl 13 Mayıs 2010’a denk geldi.
Sizlere Diyarbakır Ermenilerinin bu bayramı nasıl kutladıkarını anlatmaya çalışacağım. Bu bayram, Paskalya Bayramı’nın 40. gününe denk gelen perşembe günü kutlanır. Hazırlıklar günler öncesinden başlar. Alışverişler yapılır. Bakır tavalarda kahveler kavurulur. Taş dibeklerde tunç veya demir havan kollarıyla kahve taneleri genç kızlarca öğütülür. Çörekler yoğurulur, taş ekmekler hazırlanır, lavaşlar hazırlanır ve pişirilmek üzere muhtemelen fırıncı Tümes’in fırınına yollanır...
Kavun ve karpuz çekirdekleri güzelce kavurulur. Sıcak kumda pişirilen leblebiler de hazırlanır. Zeytinyağlı dolmalar pişirilir. Kebaplık etler terbiyelenir. Çiğköftesiz asla olmaz!.. Kahvaltılıklar da hazırlanınca, bütün bu hazırlananlar güzelce sepetlere yerleştirilir. Çarşamba akşam üzeri Diyarbakır’ın Gavur Mahallesinde bir telaş, bir koşuşturma başlar... Evin genç kızları mahallelere dağılarak, 7 evin kuyusundan, 7 tas su toplarlar. Topladıkları suları eve getirerek, büyükçe bakır bir kaba boşaltırlar.
Tabii Diyarbakır’a ‘çekirdek aile’ modası gelmemiştir henüz. Aileler küçük kabileler halinde, (Nene, dede, halalar, amcalar yengeler ve tüm çoluk çombak) bir arada yaşamaktalar... Tüm ev halkı su dolu bakır kabın etrafında toplanır. Herkes içinden bir dilek tutarak, kendisine ait bir objeyi (yüzük, kolye, bilezik, toka, düğme vs.) suya atar. Ev halkının tamamı, bu uygulamaya birer dilek tutarak katılır.
Akşam karanlığı çöktükten sonra, bakır kaba kırmızı bir örtü örterler. Üstüne de 7 renkte 7 çiçek koyarak, dama çıkarlar. Kabı damda yıldızların altında 1 gece bırakarak, aşağı inerler. Perşembe sabahı daha gün ağarmadan dama çıkar, kabı alır, aşağı avluya inerler. Ev halkı yine kabın etrafında toplanır. İçlerindeki en küçük çocuğu kaba yaklaştırarak, maniler eşliğinde, sudan bir obje seçmesini ve çıkarmasını isterler. Çocuğun ilk objesini çıkardığı kişinin dileği, çok çabuk gerçekleşecek demektir. Bu ritüel, kabın içinde hiçbir obje kalmayana kadar maniler eşliğinde devam eder...
Maalesef, ben bunu yaşamadım. Ancak, dinlerken dahi çok etkilendiğimi itiraf etmeliyim. Hafızamda çocukluğuma ait, çok net olmayan flu bir Gazi Köşkü fotoğrafı var. Bu ritüel bittikten sonra evin yaşlıları paytonlarla, gençleri ise yürüyerek Gazi Köşkü’ne gitmek üzere yola koyulurlar. Gül kokuları etrafa yayıldığı zaman, Gazi Köşkü’ne yaklaştıklarını anlarlarmış eskiden. Herkes kilimlerini oturacakları yere yayar, yastıklarını yerleştirir, gaz ocaklarını ya da kömür ateşlerini yakmaya, çaylarını ve kahvaltılarını hazırlamaya başlarlar. Kahvaltılar yapıldıktan sonra yaşlılar iskambil oynamaya başlar. Gençlerin bir kısmı ip atlar, bir kısmı top oynar, bir kısmı da çevremizi tanıyalım turları yapar. Sevdalılar da, birer birer ortalıktan kaybolarak, köşkün ağaçlık kesimlerine doğru, hasret gidermeye yol alırlar...
Daha sonra komşu kilimlere gidilerek dedikodular eşliğinde kahveler içilir, fincanlar kapatılır, fallar bakılır, çekirdek çıtlanır. Gün akşam üstüne yaklaşırken, çiğköfteler yoğurulmaya başlanır. Mangallarda şişler pişirilerek, bir güzel yenilir içilir... Bir gruptan diğer gruba yemekler ve çiğköfteler yollanır. Daha sonra cümbüşler, sazlar ve darbukalar alır sahneyi. Hep birlikte çifttetelliler oynanır; el ele, omuz omuza verilerek halaylar çekilir... Hep bir ağızdan çıkan nağmelerle; Mardin kapı şen olur...
Uzun yıllar önce geleneksel olarak kutlanan bu bayramı, sizlere aktarmaya çalıştım. Nezdinizde, bu gelenekleri ve güzellikleri anlatılarıyla benimle paylaşanlara, teşekkür ediyorum.
Saygılarımla, Silva Özyerli.”