16 Mayıs 2010
Anadolu Kültürleri ve Yemek Festivali için geldiğim Irvine, Kaliforniya da Udi Yervant ile tanışmak da kısmet oldu. Yaşamını 18 yıldır Los Angeles’ta sürdüren Yervant Bostancı, okullu bir Sanat Müziği bestecisi ve solisti olmanın yanı sıra Diyarbakır yöresi türkülerinin de en iyi yorumcularından biri. Sevgili udu eşliğinde Kürtçe, Türkçe ve Ermenice şarkılar, türküler seslendiriyor. Diyarbakır’ın sesi oluyor. Anadolu’nun sesi oluyor.
18 yıldır Los Angeles’ta I love Kekom adlı şirketi bünyesinde çalışmalar yapıyor ve uduyla bütün dünyayı dolaşıp konserler veriyorsa da Türkiye’den kopmuş değil, hele Diyarbakır’dan hiç kopmuş değil. Anadolu’yu içinde taşıyor. Ahmed Arif der ya “Aç kaldım, susuz kaldım / Terk etmedi sevdan beni”. Anadolu sevdası terk etmez Anadoluluları. Udi Yervant’ın bir ayağı İstanbul’da, gönlü Diyarbakır’da. Ama bize kısmet aynı mahallede değil
Pasifik kıyısında tanışmakmış!
Anadolu Kültürleri ve Yemek Festivali’ni düzenleyen Pacifica Institute’un başkanı İbrahim Barlas ile hemşeriymiş Udi Yervant. O, Gavur Mahallesi’nden elbette. Kaleminden Diyarbakır’ı kana kana okuduğumuz Mıgırdiç Margosyan’ın öğrencisi olmuş. Onu yazmaya teşvik etmiş Margosyan. İbrahim Barlas ise yarısı Ermeni olan bir köyden. Akrabalarının arasında Ermeniler de varmış. Hepimiz dünyanın dört bir yanına dağılmışız bir şekilde...
Oturduk bir masanın başına yaşadık bu Anadolulu olma halini. Udi Yervant’ı dinlemeye gelenler arasında ABD’de yaşayan iki Kürt delikanlı hemşerisi vardı. Avustralya’da yaşayan ve benzer kültürel etkinlikler düzenleyen bir Erzurumlu ile ailesi ‘93 Harbi’nde göçmüş bir Karslı vardı. Irvine’da bir masa etrafında toplanıverdik rastlantı sonucu. Anadoluluk böyle bir şeydir. Araya kaç devlet, kaç millet, kaç din, kaç dil, kaç savaş, kaç katliam, kaç sürgün, kaç göç, kaç bölge, kaç şehir, kaç sınır, kaç yasak koyarsanız koyun herkes inadına hısım akraba çıkar birbiriyle! Herkes kendi dilinde ama aynı türküleri söyler! Aynı kahveyi içer ama acı ama şekerli. Asma yaprağına dolma sarar ama zeytinyağlı ama etli.
Yervant Bostancı, uduyla sahne alıp Müslüman kimliği baskın bir Türkiyeli grup tarafından organize edildiği için Festival’e temkinli ve mesafeli duran ama onun hatrına Great Park’a gelmiş, aileleri Anadolu’dan tehcir edildiği için Lübnanlı, Suriyeli, Ermenistanlı olmuş Ermenileri de coşturmadan önce ilginç bir konuk daha vardı: L.A. Times’ın gurme yazarı, El Bağdadi’nin Kitab el-Tabikh’ini İngilizceye çevirmiş olan Charles Perry. Uygulamalı Türk mutfağı dersleri verilen standda Türk mutfak sanatı üzerine bir konferans verdi. Yemeklerimizin kökenlerine değindi. Onlar da tıpkı Anadolu halkı gibi birbirine karıştığını, biraz Orta Asya’dan biraz Akdeniz kıyılarından, biraz Mezopotamya’dan biraz Karadeniz dağlarından lezzetleri, gelenekleri harmanladığını yemek isimlerinin etimolojik kökenlerine inerek anlattı.
Anadolu’nun yerlisi birçok etnisiteyi, birçok dili bir kimlikte birleştirmiş, göçmeni kendi kültürünü ve dilini de getirip yerlileşmiş, sonra hep birlikte uzaklara göçmüşlerdir. Ama yüreklerinin birer parçası kalmıştır terk ettikleri topraklarda. Bir araya gelir konuşur ağlarlar, şarkı, türkü söyler ağlarlar, birbirlerine kardeş gibi sımsıkı sarılır ağlarlar... İlle de gözyaşları dökülmez bu ağlamada ama yürekleri geride kalan parçalarını özleyip sızlar.
Udi Yervant’ı tanıyınca, Türkçeyi, Kürtçeyi, Ermeniceyi anadili ayırt etmeksizin konuşmasına tanık olunca, Diyarbakır’ı ve bütün Anadolu’yu biraz daha iyi tanıdım.
Patrik memnun
17 Mayıs 2010
BESİM Tibuk dostumun evinde pazar günü brunch daveti... Patrik Bartholomeos da davetli, yanına gidip hoş geldiniz diyorum. Bir ara aynı masada yan yana oturuyoruz. Başbakan Erdoğan’ın Atina gezisini soruyorum, çok memnun olduğunu, tüm ülkeler arasındaki ilişkilerin gelişmesini arzuladığını söylüyor, “Güzel sözler uygulamaya da geçmeli, iki tarafta da” diye ekliyor.
Patrikhane’nin Sen Sinod Meclisi’ne seçilecek yabancılara Türk vatandaşlığı verileceği konusunda Başbakan’ın yaptığı açıklamayı soruyorum, cevabı şöyle:
- Bu süreci Sayın Egemen Bağış başlattı. Biz de bunu bir yazıyla Türkiye dışındaki bütün metropolitlere yazdık. Sayın Başbakanımızın bu iyi niyetini ve saygıdeğer kararını bildirdik. Olumlu cevaplar geliyor, çok iyi karşılandı...
Patrik’in verdiği bilgiye göre, ‘kutsal ve ruhani kurul’ demek olan Sen Sinod’a üye olan metropolitler aynı zamanda geleceğin Patrik adayları...
‘Rahmetli Özal...’
Bartholomeos 1999’da Sen Sinod Meclisi tarafından Patrik seçildi. Yasalara göre Sen Sinod Meclisi adaylar seçiyor, Ankara’nın onayladığı adaylar arasında Patrik seçimi yapılıyor.
Bartholomeos anlatıyor:
- Adayların bir kısmını daima Ankara veto ederdi. Benim bulunduğum aday listesini rahmetli Özal hiç veto etmedi, ben seçilince de tebrik etti. Bana ‘Bu ruhani bir mesele, seçimi yapmak sizin hakkınız’ dedi. Allah razı olsun...
Patrik Hazretleri masadakilere birer küçük anahtarlık armağan etti. Üzerinde Patrikhane’nin tarihi mührü var...
Çift başlı kartal
Mühürde yüzlerce yıldan beri Rumca “Ekümenik Patriklik” yazıyor. Ortasında da tuğra gibi stilize edilmiş bir yazıyla Patrik’in isminin baş harfleri, imzası yer alıyor. Eskiden mührün ortasında “çift başlı kartal” varmış. Bartholomeos, 1940’lı yıllarda çift başlı kartalın mühürden kaldırıldığını anlattı.
“Çok iyi olmuş, böylesi daha iyi ve daha ruhani” dedim.
Çünkü ‘çift başlı kartal’ Bizans’taki “sezaro-papizm” geleneğinin yani imparator-patrik özdeşleşmesinin, devlet-din kenetlenmesinin tarihsel bir simgesiydi(*).
Patrikhane’nin şimdiki mührü siyasi bakımdan laikliğe daha uygun, itikaden daha ‘ruhani’ nitelikte.
Okul ve cemaat
Tabii Heybeliada Ruhban Okulu’nu da konuştuk. Patrik, hükümetin “iyi niyetine” inanıyor, “güzel sözlerin uygulamaya geçmesini” diliyor. Özellikle Hüseyin Çelik’ten övgüyle bahsediyor:
- Okulun açılması için çalışmaları, Milli Eğitim Bakanlığı sırasında Hüseyin Bey başlattı.
Patrik formül konusunda “Milli Eğitim’e bağlı okul, çünkü biz meslek okuluyuz” diyor.
Patrik Bartholomeos pazar ayinini yönettikten sonra davete gelmişti. Cemaati ve yurtdışından gelenleri sordum; cevabı şöyle:
- Cemaatimiz daima 200’ün üstünde oluyor. Bu pazar Yunanistan’dan, Fransa’dan ve Almanya’dan ayin için gelenler vardı. Her pazar böyle yurtdışından ayine gelenler oluyor.
Buna sevindim, sadece ‘turizm’ diye değil, Türkiye’yi ‘tasavvur etmek’ yerine ‘tanımak’ imkânı buluyorlar diye...
Bakış açısı
Bu konulara bakış açımız, yakın tarihteki acı anıların hafızalardaki izleriyle değil, yüzyılları kapsayan ‘büyük tarih’in zenginliği ve özellikle bugünkü dünyanın standartları olmalıdır: Her din ve her dini lider saygıya layıktır, Türkiye insan hakları konusunda ilerledikçe daha güçlü ve itibarlı olacaktır.
Düşündüm de, keşke Süryani Patrikliği de 1930’larda Mardin’den Şam’a gitmemiş olsaydı. İyi düşünmek lazım, İsmet Paşa ‘Şark Raporu’nda Türkiye’deki Keldani Hıristiyan nüfusunun ne kadar önemli ve değerli olduğunu yazmıştı.
* Tarihçi George Holmes’a göre Justinyen’in kurduğu bu çok sıkı Ortodoks devlet-kilise bürokratik geleneği ile ‘Stalinizm’ arasında önemli benzerlikler vardır. (The Oxford History of Medieval Europe, 1992, sf. 7)