22 Mart 2010
Geçen hafta Ankara’daydım. Başbakan’a yakın bazı isimlerle görüştüm. “Seçimler yaklaşırken AK Parti’nin karşısındaki en büyük risk nedir” diye sordum. Aralarından biri “Başbakan’ın kontrolsüz, haddini aşan ifade biçimi” diye cevap verdi.
Tayyip Erdoğan, ülkemizde sayıları 100 bine ulaştığını iddia ettiği kaçak Ermeni nüfusu hakkında düşünmeden sarf ettiği sözler, kaynağımızın tarif ettiği sendromun en taze ve zamanlama açısından da en talihsiz örneklerinden biri. Başbakan’ın, namusları ile para kazanmaya gayret eden bu insanları sınır dışı etme tehditleri Dünya kamuoyu önünde Türkiye’yi daha da haksız duruma düşürdü. ‘Sessiz diplomasi’ diye çırpınan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Ermenistan ile ilişkilerimizi normalleştirmek için son yıllarda büyük emek harcayan büyükelçilerimiz Ertuğrul Apakan, Ünal Çeviköz, Aydın Engin ve isimlerini bilmediğimiz nice diplomatlarımızı da ofsaytta bıraktı.
Keşke sayıları yüz bin olsa. Çoğu kadın olmak üzere, yaşlı ve çocuk bakıcısı olarak Türkiye’de çalışan bu Ermenilerle defalarca Erivan’a gidip gelirken karşılaştım. Türkiye ve Türkleri öve öve bitiremiyorlar. Onlar Ermenistan halkı nezdindeki en etkin ve samimi iyiniyet elçilerimiz. Ve kendi elimizle bu insanları sürekli kapıya koyma tehditleri savurarak canlarından bezdiriyoruz, kendi vatandaşları karşısında ‘hain işbirlikçi’ yaftasına mahkûm ediyoruz.
Bunlar yetmiyormuş gibi herhangi diplomatik teamüle sığmayan biçimde ABD Kongresi’nin hür iradesine müdahale etmeye kalkışıyoruz. Nasıl mı? ABD’den, Kongre’nin Dış İlişkiler Komisyonu’nda geçenlerde kabul edilen soykırım tasarısının Genel Kurul’a gelmeyeceğine dair güvence vermesini talep ederek... Bırakın Amerika’yı kendisine demokrasi diyen hangi ülke böyle bir dayatmaya “Evet” der ? Bu sorunun cevabı ABD Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Phil Gordon’dan geldi. Yönetimin Kongre adına taahhütte bulunamayacağının altını çizerken, arzulanmayan sonuçları engellemek için yapabileceğimiz en doğru işin, Washington Büyükelçimiz Namık Tan’ı en kısa zamanda görevine iade etmek olduğunu ifade etti. Bizce de.
Biz bu satırları yazarken Başbakan Çanakkale Savaşları’nın 95. yıl dönümü münasebetiyle bir konuşma yapıyordu. Ajanslara düşen haberlere göre, Erdoğan, “Altını çizerek ifade ediyorum, bu ülkenin Mehmetçiği nasıl tarihe sığmayacak kadar büyükse bu ülkenin tarihi de parlamentolarca çarpıtılmayacak kadar temizdir, azizdir, şanlıdır, güneş gibi parlak bir hakikattir” demiş.
Tarihimiz ile ilgilenenlerin bir gün de Suriye’deki Der Zor çölüne gitmelerini tavsiye ederim. Hani, kadın ihtiyar, çoluk çocuk demeden İttihat ve Terakkicilerin yüz binlerce Ermeniye adres gösterdiği çöl. Orada güneş altında parlayan başka korkunç ‘hakikatler’ var. Ermenilerin atalarına ait olduğunu iddia ettikleri toplu mezarlar ve o toprak yığınları arasından fışkıran kemikler var. Ben o kemikleri gördüm. Kime ait olduklarını ispatlayacak durumda değilim. Zaten esas mesele de bu değil. Esas mesele o kemiklerin milyonlarca Ermeni için neler ifade ettiğidir. Oraya birlikte gittiğim Ermeni dostum Khatchig Mouradian, en büyük düşünün bir gün Türk arkadaşlarıyla o çöllerde ölen yakınları için birlikte dua etmek, birlikte yas tutmak olduğunu söyledi. Der Zor üzerinde gezinen acılı ruhların fısıldamalarını duyar gibiyim: “Geçmişi çarpıtan esas sizlersiniz.