25 Ocak 2010
Ağca’nın Derin İlişkileri’ kitabının yazarı Belma Akçura yazdı: İpekçi ve Dink cinayetlerinin işleniş biçimi de, davaların gidişatı da aynı kirli ilişkileri gösteriyor. Çatlı ve Tuncel gibi ‘azmettirici’, Ağca ve Samast gibi ‘tetikçi’lerin ardındaki çete hep resmin dışında.
Biri Abdi İpekçi diğeri Hrant Dink.
Biri 30 yıl önce başlamış ve üzeri kapatılmış... Diğeri üç yıldır sürdürülen bir dava...
Bu iki cinayet; küçük bir çocuğun eline geçirdiği fotoğraf makinesinin deklanşörüne basma hali gibi...
Başı var kolları yok, ayakları var yüzü yok...
Ortak özellikleri çok; birinin tetikçileri Malatya’dan çıkmış, diğeri Trabzon’dan... Birinin tetikçileri MHP-Ülkü Ocakları’na gidiyor, diğeri BBP - Alperenler’e... Cinayetten önce birinin tetikçisi MİT’e ihbar edilmiş, diğerinin hem Emniyet’e hem de Jandarma’ya...
İpekçi 12 Eylül için öldürüldü
İpekçi Dosyası’ndan başlayalım...
1970’li yıllar...
Türkiye’yi 12 Eylül askeri darbesine götüren süreçte sayısız cinayet işlendi.
Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi’nin öldürülmesi bu sürecin en önemli ayaklarından biri...
Yine de neden öldürüldüğü üzerine çeşitli iddialar ortaya atılmışsa da; cinayette rol oynayan aktörler, o aktörlerin kimliği ve bu cinayet sonrası bu aktörlere yardım eden ‘gizli el’ ile ilgili her iddia bizi devletin derin yapılanmasıyla karşı karşıya bıraktı.
Cinayetin üzerinden 30 yıl geçti...
30 yıl boyunca cinayetin tek tutuklu sanığı Mehmet Ali Ağca ve onun ilişkilerini üzerine haberler yaptık. İdam cezasıyla yargılanırken askeri cezaevinden kaçırılan ve Papa suikastından 19 yıl bir ay hapis yattıktan sonra Türkiye’ye iade edilen ve sadece 10 yıl hapis yatan Ağca şimdi dışarıda...
Dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş; Abdi İpekçi’nin öldürülmesinin perde arkasının aydınlanması için hala Ağca’ya öldürme emrini veren, silah temin eden, ulaşım aracı veren Mehmet Şener’i işaret ediyor. Şener’in kimler tarafından kaçırıldığı bilinmektedir diyor.
Biz bilmiyoruz...
Dönemin Emniyet Müdürü Hayri Kozakçıoğlu “Bunu devlet değil ama devletliler yaptı. Ağca yalnız değildi” diyor.
Biz bilmiyoruz...
Dönemin Sıkıyönetim Komutanı Necdet Üruğ, Ağca’nın 15 günlük sorgu süresinin uzatılması konusundaki talebe “Nasıl olsa bir sonuç alınamayacağı” gerekçesiyle olumlu yanıt vermediğini ısrarla savunuyor. Askeri cezaevine titizlikle seçilmiş bir personel tarafından Ağca’nın nasıl kaçırılmış olduğu konusu ise ikna edici değil... Kaçıranlar “devlet bizi görevlendirdi” diyor. Bu görevi onlara kim verdi?
Biz bunu da bilmiyoruz...
Ama şunu biliyoruz... Bu cinayetlerin arkasında “Derin Devlet” var...
Öz’ün katili bile beraat ettirildi
Derin devleti ilk deşifre eden savcı olarak kayıtlara geçen Doğan Öz 1978’de Türkiye’de “kontrgerilla”nın varlığına işaret eden bir rapor hazırlayıp, bunu da dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e ulaştırdıktan sonra öldürülmesi davası, bugüne kadar beni en çok ürküten dava olmuştur. Çünkü Öz’ü öldüren ülkücü İbrahim Çiftçi, suçu sabit olduğu, dört kez idama mahkûm
edildiği halde ceza almadı. Askeri mahkeme “Öz’ü Çiftçi’nin öldürdüğü sabit görülmesine rağmen...” diyerek Askeri Yargıtay’ın kararına uyup beraat verdi...
Şimdi gelelim aynı yıllarda benzer cinayetlerin başını çeken Abdullah Çatlı grubuna...
Adlarının karıştığı hiçbir olayda Ağca’nın dışında kimse bu gruptan yakalanamamış, yakalansa bile ceza almamış, ceza alsa bile cezaevinde yatmamış... Örneğin Çatlı’nın İpekçi suikastında rolü bilindiği halde dava dosyalarında İpekçi ile ilgili iddianamelerin hiçbirinde şeceresi bile okunmuyor. Önüne gelen ‘Planlayan Mehmet Şener’ diyor, bir kere ifadesi bile alınmıyor...
İpekçi’yi vuruyorlar, sadece Ağca yakalanıyor ceza alıyor, Papa’yı vuruyorlar yine sadece Ağca yakalanıyor ceza alıyor...
Nasıl oluyor da bu grubun içerisinde her defasında sadece Ağca yakalanıp ceza alıyor?
Ve nasıl oluyor da bu gruptakiler, birbiri aleyhine hiç konuşmazken, sadece Ağca aleyhine konuşuyorlar? Ağca ‘Ya konuşursa...’ diye korkmuyorlar yani... Ağca konuşmadı da değil;
Türkiye’de önce ‘ben öldürdüm’ dedi, ardından ‘eyleme katıldım ama ben öldürmedim’ dedi, Uğur Mumcu’ya ‘Oral Çelik öldürdü’ dedi, İtalyan Mahkemesi’ne ‘Yalçın Özbey öldürdü’ dedi... Bazı insanlar taksit taksit konuşur... Acaba bunun anlamı ‘Hep beraber öldürdük’ demek olamaz mı?
İpekçi ve Papa suikastının arkasında olanı bilmeyenler; bir örgütün kendisini hemen belli eden ‘gücü’nü, o gücün görüntüsünün arkasına sığınmayı seviyorlar ama aslında çoğu, medyayla ‘şekillenmiş’ sonradan öğrenmiş, işi neresinden tutmuşlarsa oraya kadar anlatabiliyorlar.
Ama ilginçtir Ağca’yı kaçıran, kollayan, saklayanların bir bölümü, bu suikastla ilgili kendilerinin dışında gelişen bazı olayları da sanki aynı metin üzerinde çalışmış gibi ezberden konuşuyorlar.
Dink davası benzerliği 30 yıl sonra anlıyorsunuz ki; birinin söylediğiyle, bir diğerinin söylediği çoğu kez tutmuyor...
Dolayısıyla bu cinayetin arkasının bunlarla gelmeyeceği açık...
2000’li yılları ise Hrant Dink cinayeti ile kapattık...
Dink cinayeti ile İpekçi cinayeti arasında inanılmaz bir benzerlik bulunuyor...
30 yıl önce işlenen bir cinayeti çözemeden bir diğerinin üzerine kurulan senaryolara bakınca acaba bir 30 yıl da bu cinayetin tetikçilerini konuşmakla mı geçireceğiz sorusuyla bizi karşı karşıya bırakıyor.
Dink cinayetinin üzerinden de üç yıl geçti ve bu üç yıl içerisinde 11 duruşmada yaşananlar dehşet verici... İlk 5 duruşma basına kapalı yapıldı. Halen 5’i tutuklu 20 sanıklı davanın 1. duruşmasında 12 tutuklu sanıktan 4’ü serbest bırakıldı.
2. duruşmada telefon görüşmesine yayın yasağı getirildi.
3. duruşmada sanıkların telefon görüşmeleri imha edildi.
4. duruşma: Çapraz sorguda sanıkların konuşması engelledi
5. duruşmada yine sanıklardan birinin ait telefon görüşmeleri imha edildi
6. duruşma: Mahkeme polisleri tanık sıfatıyla dinlemeye karar verdi
7. duruşmada emniyetin 90 sayfalık raporunun 74 sayfası gizlendi
8. duruşmada 8 tutukludan 3’ü tahliye edildi
9. duruşmada mahkeme, dönemin emniyet müdürünün tanık sıfatıyla dinlenmesini bile reddetti... bu böyle devam ediyor... Duruşmalarda birçok delilin yok edildiği, saklandığı, kayıt altına alınmadığı, silindiği biliniyor... Dolayısıyla davaya ‘gölge düşüren’ bu soruların sayısı her geçen gün daha da artmakta...
Zaten sanıklar tehditkâr ve pişman değil...
Böyle giderse belli ki 30 yıl nasıl bizi Mehmet Ali Ağca’yı konuşarak oyaladılarsa bir 30 yıl da Ogün Samast ile oyalayacaklar... Bu cinayetlerin arkasındaki gizli bir el hepimize el sallıyor!..
Türkiye’de Derin siyasi cinayetler ‘Susurluk, Şemdinli ve Ümraniye’de ortaya çıkan ‘derin devlet’ yapılanmaları ve bu yapının ilişkiler ağına doğru doğru yol alınca Susurluk ve Şemdinli ‘her şeyi devlet için yaptık’ diyerek ‘affa’ uğrattı.
Suç işlemek alışkanlık olmuş
Herkesin çete dediğine ‘arkadaşlarımız’, herkesin faili meçhul cinayetler dediğine ‘terörle mücadele’, herkesin korkunç ilişkiler ağı dediği ülkücü mafyaya ‘devletin özel yöntemleri’ herkesin derin devlet dediği şeye de ‘devlet sırrı’ diyenlerin bir bölümü ise bugün Ergenekon davasının sanıkları arasında yer alıyor...
Ama o kadar...
Türkiye’de sadece konjoktürel değişimlere ve birbirinin kopyası işlere tanıklık etmemizin yapısal sistemin hep aynı olmasının sonuçları üzerinde duruluyor.
Belki de tamda bu nedenlerle Türkiye’de toplumsal ilişkileri ‘düzenlemek’ adına siyasete girenler ile toplumsal ilişkileri ‘değiştirmek’ adına siyaset yapanlar ‘derin devlet’ i acaba meşru bir zemine mi taşıyor kaygısını yaşıyorum.
Bu nedenle Türkiye’de bazılarının suç işleme alışkanlığı sürüyor.
Bu yüzden derin devlet ilişkileri bizde hala en popüler! Hala geleneksel devletin ruhuyla yeniden yeniden şekilleniyorlar.
Yapana değil yaptırana bakın
Devletin siyaset yapma tarzı ise hiç değişmiyor. Her defasında birbiriyle iç içe geçmiş suçlar, benzer adamlarla, benzer ilişkilerle karşımıza çıkıyorlar
Türkiye’de işlenen cinayetlere bakıp belki de şuna karar vermemiz gerekiyor;
Derin devlet yöntemleriyle başarıya ulaşmış bir Türkiye mi istiyoruz?
Yoksa başarısız olsa da namuslu, bir hukuk toplumunun üyesi olmayı mı tercih ediyoruz? . Çünkü dönüp bir geri bir ileri bakın; İpekçi ve Dink cinayetine bakın; dava dosyalarına derin devletin sadece gölgesi düşmüş!..
Hiç sonuç vermeyen, hiç çözülmeyen, hesabı sorulamamış gittikçe kirlenen, kirletilen bir arşiv bu. Nedeni basit; Türkiye’ye Abdullah Çatlı ve Erhan Tuncel gibi ‘azmettirici’ Mehmet Ali Ağca ve Ogün Samast gibi ‘tetikçi’ kazandıranlar çeteyi içine alan karelerin hep dışında kaldı...