13 Ocak 2010
9 Ocak 2010'da "İkinci Büyükelçiler Konferansı Değerlendirme Toplantısı" için 27 büyükelçiyle Mardin'e giden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu "Uluslararası alanda kurulacak yeni düzenin felsefesinin Mardin'in kadim kültürüne dayanması gerektiğini" söyledi.
Bugün küresel düzenin bir felsefeye ihtiyacı olduğunu söyleyen Davutoğlu'na göre "Medeniyet kuran şehirler vardır; Atina gibi. Medeniyetlerin kurduğu şehirler vardır; Bağdat gibi. Birçok medeniyetlerin kurduğu şehirler vardır; İstanbul gibi, bugün New York gibi. Bir de medeniyetlerin hülasası, özeti olan şehirler vardır; Biblo medeniyet şehri... herhalde o Mardin olurdu". Davutoğlu'nun sözlerini, toplantıya ev sahipliği yapan Mardin'e bir rüşvet-i kelam olarak değil, üzerinde uzun uzadıya düşünülmüş bir düşüncenin ifadesi, geleceğe ilişkin bir projenin habercisi olarak anlayabiliriz.
En çok ihtiyacını hissettiğimiz bir arada yaşama tecrübelerini araştırırken, karşımıza Mardin modelinin çıkıyor olması ne bir yakıştırma ne kuru bir temennidir. Model teorik mülahazaların ötesinde yaşayan canlı bir örnektir, sahicidir ve örnek olmaya adaydır. Belirtmek gerekir ki, mevcut durum tarihsel tecrübeye göre zayıftır. Bu köşede söz konusu modelin kamuoyunca daha iyi anlaşılması için birkaç yazı yayınlayacağım.
Tarihî ve aktüel Mardin modelinin dayanağını eden teşkil üç ana referans çerçevesi var:
1) İslam dininde ifadesini bulan dini/felsefi arka plan;
2) Sosyo-kültürel ilişkilerin tanziminde başat rol oynayan Müsta'rebe Arap kültürü;
3) Sosyo-politik sistemin farklı din ve etnisiteleri ihtiva edebilen Selçuklu-Artuklu yönetimi.
Belirtmek gerekir ki, Mardin modeli, tarihte biricik veya tek-örnek değildir. Bugüne kadar kuvvetli unsurlarını muhafaza ederek yaşayabilme kabiliyetini göstermesinin kendine özgü sebepleri var. İslam tarihinin genelinde yaşanan sosyo-politik tecrübeye bakıldığında bu modelin hemen hemen İslam dünyasının her coğrafyasında derece farkıyla yaşandığını tespit etmek mümkün. Ben İslam devletleri ve imparatorluklarının gerçekleştirdiği bu tarihi başarılı sisteme "Kubbe modeli" adının verilebileceğini düşünüyorum. Ana hatları ve karakteristik özellikleriyle Emevi-Abbasi, Safevi, Selçuklu-Osmanlı ve Endülüs tecrübesi bu modele dayanır.
Mardin'de tarihte yaşanan ve bugün de kısmen yaşanmakta olan tecrübe söz konusu olduğunda bu modeli anlayabilmek için; indirgemelerden, genellemelerden, erken kavramsallaştırma ve bir kavram çerçevesinde yaşama tecrübesini akademik tanımlama ve sabitleştirmelerden; Batı'daki modeller ve kavramlardan hareketle belli ve analojik okumalardan kaçınmak gerekir. Tarihsel bir tecrübeyi çözümlemeye tabi tuttuğumuzda, olası/muhtemel bir çerçeveye atıflarda bulunmanın bizi daha çok gerçekliğe yaklaştırabileceğini düşünüyorum.
Bunun yanında bugünkü/verili Mardin'i idealize etmek de bir o kadar hem yanlış hem sakıncalıdır. Çünkü bir arada yaşama tecrübesini bugüne taşıyan geleneksel kodlar ve refleksler giderek zayıflamaktadır. "Modern durum" sanıldığı kadar umut verici görünmemektedir. Bu açıdan, tarihi tecrübeyi analiz edip anlamaya çalışırken, bunun bugün için bizlere neler söyleyebileceğine bakmak gerekir.
Mardin modelinin dört ana damardan beslendiğini söylemek mümkün ki, bunlar da İslam öncesine ait olmak üzere Roma-Bizans, Pers ve daha gerilere gidildiğinde kadim Mezopotamya kültürleri (Sümer, Akad, Asur vs.). İslami dönemlere ait olmak üzere Arap Emevi-Abbasi ve Selçuklu-Osmanlı damarlarıdır. Selçuklu'yla mukayese edildiğinde Osmanlı etkisinin nispeten zayıf olduğunu söylemek mümkün. Baskın karakter Arap-Selçuklu etkisidir.
İlk İslami fetihlerden bugüne kadar Hanefi ve Şafii mezhepleriyle Müslümanlar, Süryani Ortodokslar, Süryani Katolikler, Süryani Protestanlar, Keldaniler, Ermeni Katolikler, Ermeni Gregoryenler, Ermeni Protestanlar, Yahudiler, Yezidiler ve güneşe tapan Şemsiler şehrin din ve mezhep dokusunu meydana getirmiştir.