13 Aralık 2009
Bilmenin laneti
Hallarımı aynı böyle çekHrant Dink’in öldürülmesi hâlâ iç ve dış mihraklar üzerinden konuşuluyor. Bu durumda ne hallolur?
Yıl gelmiş 2010'a dayanmışken, halen ülkenin yumuşak karınları, Ermeni sorunu üzerinden azınlık meselesi ve Kürt sorunu olduğu gibi duruyor. Göz gözü, yürek yüreği görmüyor hâlâ
Bilmemek, kendi içinde görece bir sorumsuzluk hissi yaratıyor. Ama gitgide, şımarık çocuğun omuz silkme hareketiyle özetlenebilecek “Bilmem”ya da “Bana ne” hallerinin geçiştiremeyeceği tarihi bir eşiğe geldik dayandık. Çünkü artık biliyoruz. Eğer bilmeyi gerçekten istersek, biliyoruz. Ve hatta artık bilmemek için özel çaba harcamak gerekiyor. Sonra iş geliyor bunca bildiğimiz şeyle ne yapacağımıza. Çünkü bize sunulanlar “Ha, öyle miymiş?” diye geçiştirilecek gibi de değil.
Ormanlık arazilerde bulunan mühimmattan daha tüyler ürpertici olan, şifreler kırılınca karşımıza çıkıveren Kafes Eylem Planı’ydı. Günlük hayat olanca sıradanlığı içinde akıp giderken, bir yerlerde öğrencilerin en yoğun olacağı saatte patlatılmak üzere Koç Müzesi’ndeki denizaltıya bomba konuluyordu misal. Ve bulunuyordu o bombalar üstelik. Derken hazırlık, korku oluşturma, kamuoyu oluşturma ve eylem olmak üzere dört safhadan oluşan gayrimüslim azınlıklara yönelik planı biliyor olduk. Gayrimüslim nüfusun adres, gazete, dergi abonelikleri, kilise, vakıf, okul kayıtlarının tespiti, listelerin internet ortamında teşhiri, yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde korku yayacak sloganlar yazılması, ilk aşamaların ayrıntıları arasında. Suikast, adam kaçırma, kundaklama ve bombalamaların öngörüldüğü son noktaya gelindiğinde ise tüm saldırıların, Santoro, Zirve Yayınevi, Hrant Dink cinayetine atfen irticai örgütler adına üstlenilmesi, oyunun çokkatmanlılığını göstermesi açısından ibret verici. Üstelik, bu senaryosu çokça çekilmiş, provası defaten yapılmış bir film. Mesele şu ki, yıl gelmiş 2010’a dayanmışken, halen ülkenin yumuşak karınları Ermeni sorunu üzerinden azınlık meselesi ve Kürt sorunu olduğu gibi duruyor. O sorun sözcüğü, ülkenin hayrı için halledilmesi gereken hayati meseleler olarak değil de, şu bildik iç ve dış mihraklar üzerinden kurgulanan komplo-kumpasların başa bela uzantısı gibi görüldükçe de hiçbir şey hallolmuyor. Hrant Dink’in öldürüldüğü bir Türkiye’de halen gayrimüslim azınlıklar üzerinden nefret ve korku iklimi yaratabilineceğine güvenmek, işin en ürperten yanı. Çünkü şu soruyu soruyoruz o cüret karşısında: “Başarısız olacaklarını kim söyleyebilir?”
‘Masum bir ülke arıyorum’
İtalyan şair Guiseppe Ungaretti’nin her sözcüğü içime dokunan bir şiiri vardır. Arayışını anlatır şair; aradığıysa ne bir sevgili ne de eskimiş anılardır. Bir ülke arar Ungaretti ve arayışının ne denli çetin olduğunu tek bir sıfattan anlarız: “Masum bir ülke arıyorum.”
Dünyanın hiçbir yerinde kalamam
Hissettiğim her yeni iklimde özlem çektim, daha önce buralara alışkın olduğumdan
Ve hep bir yabancı olarak ayrıldım
Bir kere kendi yurdunu rızası dışında terk etmek zorunda kalan artık hiçbir yerde yurt edinemez kendine. Gittiği yerlerde, görünüşte uzaklaştığı ülkesinin hayaleti kovalar peşini. Oralardan, kendi ülkesinin bitmek bilmeyen siyasi mücadelelerine bakar. Ama mesafe daha da acımasızlaştırır, iktidar adına girişilen o savaşın izlerini. Sirk aynalarındaki görüntü gibi çarpıklaşır gerçekler. Neye inanacağını bilmez olur bu zorunlu mülteci. Boşlukta sallanan köklerinin sızısıyla kendini yeni aidiyetlerden özenle sakınır. Dayatılmış ayrılıkların anavatanıdır ülkesi. Kim bilir belki de en çok sevenlerin en önce gitmesini gerektiren büyülü ve lanetli mekândır memleketi. Orayı bıraktıktan sonra artık içini acıtacak başka bir ayrılık kalmamıştır. Her yerden bir yabancı olarak ayrılışı bundandır. Yerli olmaya yüreği elvermez artık.
En genç kuşakların bile “Ben bu filmi gördüm”diyebileceği denli tanıdıktır senaryo. Günde defalarca tekrarlanan Brezilya dizilerinin uydurukluğuna da benzemez bu film. Ölümüne gerçektir. Sonunu bilmek, işte bu yüzden bu denli acı verir. Ve o yüzden bu denli katlanılmazdır yeniden çekilebileceğine duyulan o sarsılmaz inancı görmek. İhtimali, hakikatinden beterdir bu anlamda çünkü zaafları ifşa eder. İtelenmiş, ötelenmiş, üstesinden gelinmemiş vicdan tortularını... Her karışık zamanda o tortular havalandırılır. Göz gözü, yürek yüreği görmez olur.
Başlangıcın tadına varmak
Acıların mükerrerliğinde insanın sorası gelir. “Hiç mi başka türlü olmadı?” Yaşamın en bakir alanına dönmek, henüz silah, henüz kan, isyan, henüz gözyaşı, çığlık olmayan o benzersiz anı ömründe bir kez olsun görmek, toplumsal barışın kalıcılığına inanabilmek ister. Masal çağı geçmiştir, yapamaz. Ama yine de işte fısıldar gecenin kör vakti: “Masum bir ülke arıyorum.”
Yorulur yürek. Ama aramadan da duramaz çünkü aramak umuttur. Öyle bir ülkenin mümkün olduğuna dair bir umut. Çocukluğunu anımsamak gibi bir teselli. Ve güvende olma hissi. Her tür kışkırtmanın denendiği günlerden geçiyoruz. Çünkü bir kez daha o umudu dillendirmiş bulunduk. DTP’nin kimi beyanatlarıyla açılım sürecini kestirip atmasında acıtan yan, oyunda taraf olmaması gerekliliği. Yeni başka roller de mevcut olabilmeli artık çünkü kaçırılacak başka fırsat yok. Son olarak DTP’nin kapatılmasına yönelik Anayasa Mahkemesi’nin dava görüşmesi ise güçler savaşının nasıl kızıştığını gösterir nitelikte. (Radikal İki baskıya gittiğinde Anayasa Mahkemesi’nden henüz bir karar çıkmamıştı.) Oyunu bilmek, herkese bir kez daha sorumluluk dayatıyor. İlle de birlikte ve el yordamıyla ilerlenecek ve o şafak vakti bir de çelme takmayacak kimse kimseye. Elimizi tutup da ilerlediğimiz yolun sonunda bir kavşak gözükürse bileceğiz ki orası bizim masum ülkemizdir. Hepimizindir. Ve sonuna kadar helaldir artık.