16 Kasım 2009
CHP'li Onur Öymen'in gafıyla Dersim olayları yeniden gundeme geldi. Peki 1937-38'de ne olmustu? 22 yıl önce Nokta dergisinde yayınlanan 'Dersim dosyasını Bianet yeniden yayınladı
Nokta Dergisi'nin 1987'de yayımladıgı Dersim 1937-1938/ Yarım Yuzyıl Sonra dosyasını bugunun gundemine denk dusmesi nedeniyle İlk kez açıklanan belgeler, İsmet İnönu'nun Lozan'da okudugu bildiri, ABD, Demirel'e Federe Kurdistan Önerdi, Demirel Koças'ı yalanlıyor, Hedef doğrudan Dersim idi, Dıs basından, Parlamenter gözuyle baslıklı çerçeveleriyle birlikte aynen yayımlıyoruz.
Dersim, Cumhuriyet hukumeti için bir çıbandır. Bu çıban uzerinde kesin bir ameliye yapmak ve elim ihtimalleri önlemek, memleket selameti bakımından mutlaka lazımdır...
Okul açmak, yol yapmak, refah sebeplerini sağlayacak fabrikalar kurmak, kendilerini mesgul etmeye yarayan çesitli sanayi isleri sağlamak, özet olarak yurt sahibi yapmak veya uygarlastırmak suretiyle ıslaha çalısmak hayalden baska bir sey değildir.
Mulkiye Mufettisi Hamdi Bey, İçisleri Bakanlığı'na raporunu sunduğunda Dersim olaylarına doğru bir adım daha atılmıs oluyordu. Bir sure sonra Dersim'in adı Tunceli'ye dönecek, adına özel yasalar çıkarılacak, ardından da kanlar dökulecekti. Tam yarım yuzyıl önceydi butun bunlar. Ve yarım yuzyıl boyunca konusulmayacaktı. O kadar ki...
Muhsin Batur, 1985 yılında yayınlanan Anılar ve Görusler adlı kitabında sunları yazıyordu. Gunlerden bir gun alayımıza emir geldi... Tren yoluyla Elazığ'a intikal edilecek, bir sure orada eğitim gördukten sonra o zamanlar Dersim denilen bölgeye gideceğiz. Tren yolculuğumuz 40 kisinin paylastığı kapalı yuk vagonlarında pek ilkel ve zor kosullar altında gerçeklesti. Elazığ'ın biraz uzağında Harput'un eteklerinde çadırlı ordugâh kurduk ve bir muddet sonra ilk durak Pertek olmak uzere harekete geçtik ve iki ayı askın bir sure özel görev yaptık. Okuyucularımızdan özur diliyor ve yasantımın bu bölumunu anlatmaktan kaçınıyorum...
Muhsin Batur, yasadıklarını kendisine saklamıstı. Pek çok baskaları gibi... Bir seyler, önemli bir seyler olmustu 50 yıl önce. Oysa bugun genç kusaklar, neredeyse Dersim adını bile bilmiyordu. Bugunu anlamanın anahtarı olan dun unutulmustu.
Ve yarım yuzyıl sonra Nokta dunun kapısını açıyordu. İngiliz arsivlerinde bugune dek karanlıkta kalan belgeler ve mektuplar; Genelkurmay Harp Tarihi Baskanlığı'nın kamuoyuna yansımayan Turkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar adlı belgesel yayını; o gunlerin canlı tanıkları... Butun bunlar bir manzarayı gözler önune seriyordu: Dersim isyanı... 1937 baharından 1938 baharına iki tenkil harekâtı. Binlerce ölu, onbinlerce surgun..
Her sey köpruyle...
37 geldiği zaman bir köpru meselesinden geldi. İki ya da uç kisi köpruyu yaktılar. Cehaletten çoban mı yaktı, baskası mı yaktı bilemezsin yani... Belli değil, yani bilmezlikten yaktılar. Ondan sonra basladı. Olay buyudu...
Kuresanlı 60 yasındaki Veli Çelik'in anlattığı bu köpru olayı, Genelkurmay belgelerinde söyle geçiyordu: İlk olay, Pah bucağı ile Kahmut bucağını birbirine bağlayan Harçik deresi uzerindeki tahta köprunun 20/21 Mart 1937 gecesi Demenan ve Haydaranlılar tarafından yıkılması ve köpru ile Kahmut arasındaki telefon hattının tahrip edilmesiyle basladı.
Köpru bir kıvılcımdı. Avusturya veliahdının öldurulmesi Birinci Dunya Savası'nın baslamasında ne ölçude etkense, köprunun yakılması da Dersim olaylarını baslatmada o ölçude etkendi.
Evet, köpru yıllarca için için yanan bir atesi canlandırmıstı. Dersimlilerin asker ve vergi vermeyi reddetmeleriyle somutlasan bir atesti bu. Dersim bir sancıydı... Tunceli Kanunu, 1935 yılında böyle bir ortamda çıkarılmıstı. Kanuna göre, vali ve komutan, bakanların butun yetkilerine sahip olacak; kaymakamlıklara muvazzaf subaylar, belediyelere baskanlar atayabilecek; ilçe ve bucakların merkezlerini değistirebilecek; gerekli görduklerini il dısına çıkartabilecekti. Asıl önemlisi hukuk alanındaki duzenlemelerdi. Bu kanunla Tunceli'de yapılacak yargılamalara da özel yöntemler getiriliyordu.
Gazeteci Nasit Uluğ, Tunceli Medeniyete Açılıyor adlı kitabında, yapılanları mazinin kötuluklerini tasfiye olarak yorumluyor ve söyle diyordu:
Doğu illerimizdeki kötuluklerin basında memleketin emniyet ve asayisini tehdit eden hıyanet ve sekavet ocakları vardı. Halkı esir gibi kullanan derebeylik ve toprak ağalığının yanında, bunların daha korkuncu olarak asiret sistemi geliyordu. Bu sistem, Kemalist rejim muvacehesinde fiili bir isyan ve itaatsizlikten farklı görunmuyordu.
Meğer askeri yolmus...
70 yasındaki sukru Baykara Nokta'ya anlatıyordu: 1937'de önce yol yapıldı. Öğrendik ki meğer askeri yol yapılıyormus. O zaman ben 19-20 yasındaydım... Olaylar öyle hızlı oldu ki, iki-uç gun içinde sildi supurduler.
Önce yol gelmisti Dersim'e, ardından da uçaktan atılan bildiriler. 4 Mayıs 1937 tarihini tasıyordu bildiriler ve Genelkurmay yayınına göre Turkçe, Osmanlıca harflerle, mahalli lisanda yazılmıstı: Sizi ayaklandırmaya çalısan zavallıları Cumhuriyet hukumetine teslim ediniz veyahut onlar kendileri teslim olmalılar. Bu takdirde cumleniz masum kalacaksınız. Teslim edilenler veya kendiliğinden teslim olanlar dahi Cumhuriyetin adil muamelesinden baska hiçbir sey görmeyeceklerdir. Aksi takdirde, yani dediklerimizi yapmazsanız, her tarafınızı sarmıs bulunuyoruz. Cumhuriyetin kahredici orduları tarafından mahvedileceksiniz.
Bildirilerle aynı tarihi tasıyan Bakanlar Kurulu'nun gizli bir kararında da söyle deniyordu:
Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmıs olur. Bunun içindir ki, silah kullanmıs olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar veremeyecek hale getirmek, köyleri kamilen tahrip etmek ve aileleri uzaklastırmak luzumlu görulmustur.
Dersim'de adım adım tarih yaratılıyordu. Tarihi yasayanlardan biri Mehmet Kangutan'dı. 1937'de 11 yasındaydı Kangutan ve o gunleri Nokta'ya bugun söyle anlatacaktı:
Abdullah (Alpdoğan) Pasa buraya geldiği zaman hem adli hem idari butun yetkilere sahipti. İstese adam öldurebilirdi... Butun asiret reislerine emir çıkardı. Dedem Karabali asiretinin reisi olduğu için oha da emir çıkardı: Herkes asiretin silahlarını göndersin, fes yasak... Dedem belki yuz-yuz elli tufeği katırlara odun yukler gibi yukledi, gönderdi. Herkes sapka giydi. Tuccarlarda sapka kalmadı. Ve adam yol yapmaya basladı. Ataturk'un hastalığı zamanındaymıs... Abdullah Pasa uç sey istiyordu: Askere gideceksiniz, verginizi vereceksiniz, birbirinizin malına göz koymayacaksınız... Abdullah Pasa'nın bu icraatına rağmen tek tuk hadiseler oluyordu. Tabii bunlar buyuk bir katliamı icap ettirmiyordu.
Silah meselesi Genelkurmay belgelerinde de yer alıyordu. Dersim havalisini teftisle görevlendirilen Diyarbakır Valisi Cemal Bey'in İçisleri Bakanlığı'na sunduğu su raporla: uç-bes sahıs mustesna, ağalar ve reisler ve dahil butun Dersimliler son derece fakirlik ve zaruret içinde çırpınmaktadırlar. Soygunculuk hareketlerinin sebebi, yasamak hissi ve endisesidir... Her Dersimli, hayatını, malını korumak kaygusu ile silahlı bulunmak zorunluluğunda kalmıstır...
Gerek Cemal Bey'in raporu gerekse öteki istihbarat ve değerlendirme, hukumeti bir sonuca göturuyordu: Dersim'in ıslahatı zaruridir.
Genelkurmay yayınında su satırlara yer veriliyordu: Tunceli Kanunlarının uygulanmasında ilkin, Dersim'e hâkim olmak esası dikkate alındığı için Kahmut, Sin, Karaoğlan, Amutka, Danzik, Haydaran gibi bucak merkezlerinde birer karakol tesisi ve binalarının insaasına baslanmıstı.
Bu is; çok uzun zamandan beri hukumet memuru ve nufuzu görmeyen asiret reisi ve ağalarının hosuna gitmemis ve özellikle Kalan'da yeni bir ilçe teskili bunların kuskularını busbutun artırmıstı. Bu arada Suriye'den Tunceli bölgesine giren bazı Ermenilerin Koçkirili Ali sir'in etrafta yaptığı menfi propagandanın halk uzerindeki etkisi de buyuktu. Bu durum dolayısıyla Yukarı Abbas usağı asireti reisi Seyit Rıza; Haydaran, Demenan, Yusufan, Kureysan asiretlerine adamlar göndermek suretiyle bunların hukumet aleyhine ittifakını sağlamıs oldu.
Bu ittifakın gözle görunur ilk sonucu köprunun yakılması olarak gelmisti. Bunun uzerine, bölgeye ilginin artırılmasına karar verilmisti: Son olay ve alınan haberler gösteriyordu ki, hukumetin Tunceli içerisine adım adım girisi, çıkarları bozulan bazı kimseleri sıkmakta, çıkarılan Orman Kanunu, dağ köylerinde keçilerinin aç kalacağı korkusunu doğurmakta ve bunlara benzer birtakım zararlı propagandalarla halk kıskırtılmakta idi. Bu durum dolayısıyla önumuzdeki ilkbaharda gerek Tunceli içinde ve gerekse çevresindeki illerde sarkıntılık ve çapulculuk hareketlerinin artacağı ihtimali karsısında Tunceli içinde ve çevresinde kuvvetli bulunmak lazımdı.
Kanlı bahar
1937 yılında ilkbahar Dersim'e böyle koptu kopacak bir fırtınayla birlikte gelmisti. Dağ tas silah aranıyor, silah toplanıyordu. Karakolların sayısı artmıstı. Ve...
Genelkurmay yayınının 382. sayfasında anlatılıyordu: Hemen hemen her gun eskıyanın su veya bu karakola baskın yapacağı haberleri alınıyordu. Birkaç kez Elazığ'da bulunan uçak böluğunce; eskıyanın toplandığı yerler, özellikle bu ayaklanmayı görunurde perde arkasından yönettiği bilinen Seyit Rıza'nın evi ve civarı havadan bombalandı.
Her gun biraz daha siddetini artıran kaynasmaya rağmen henuz ciddi bir hareket olmamıstı.
Nihayet bir gun (26 Nisan 1937) Sin bucağının Hozat'la irtibatının dağ yolu ile yapılmasını sağlamak maksadı ile açılan ve mevcudu 36 sabit jandarmadan ibaret olan Askisor karakolu saat 20.00'den itibaren 100 kadar eskıya tarafından kusatıldı. Alınan diğer haberlerden de anlasıldığına göre; bu gece eskıyanın gruplar halinde Sin ve Kahmut bölgelerine baskın yapmaları bekleniyordu.
Bir gun önce Uzuntarla bölgesinde toplandığı haber alınan eskıya 26/27 Nisan gecesi saat 23.00'te 80 kisilik bir kuvvetle Harçik suyunun doğusunda ve Pah kuzeyinde bulunan 9'uncu Seyyar Jandarma Taburu Suvari Böluğu'ne taarruza basladı ve sabaha kadar eskıya ile böluk arasında çok yakın mesafede ve çok siddetli musademe devam etti. Böluk bu saldırıyı ancak iki mangası ile karsılayabilmisti.
Hukumet kararlıydı. İsyan bastırılacak, Dersim tedip, yani terbiye edilecekti. İlk kadın pilot Sabiha Gökçen'in uçağından atılan bu ilk bombalar kararlılığın göstergesiydi. Ama fırtına da kopmustu. Artık tedip de yetmiyordu. Onun yerini, sözluklerin Dusman ya da zararlı kimseleri topluca ortadan kaldırma diye tanımladığı tenkil almıstı. Bakanlar Kurulu kararlarında tenkilden söz ediliyor, Genelkurmay'ın arsivine tenkil raporları yağıyordu: Bu hava taarruzunda özellikle Sabiha Gökçen Hanım'ın attığı 50 kiloluk bir bomba Keçizeken köyunden kuzeye doğru kaçan asi grubuna oldukça ağır bir zayiat verdirdiği yapılan gözetlemeden anlasılıyordu.
Mehmet Kangutan da belleğindeki arsive yazmıstı tanık olduklarını: Bir ara dediler ki yukardan kırıp geliyorlar. Tabii anamız gözu açık biri. Beni, ağabeyimi çıkarttı köyden... Gelmisler köye, toplamıslar tarlalarda. Biz tepenin arkasındaydık. Ordan mitralyöz seslerini duyuyorduk. Bizim köy ateslendiği zaman, konağımız buyuktu, o konağı yaktıkları zaman ağlama tuttu beni. Biz karsıdan göruyorduk. İnsanlar da ölduruldukten sonra köyde insan hemen hemen kalmadı, ama biraz kaçan vardı.
Aynı sıralarda, yani 1937 Haziran sonlarında manzarayı Genelkurmay söyle yorumluyordu: Devam eden tarama faaliyetinde birçok asi köyleri yakılıyor, sıkıstırılan eskıya grupları ile yapılan musademelerde oldukça ağır zayiat verdiriliyor ve çok sayıda buyuk bas hayvan, koyun ve keçileri toplanarak mahalli kaymakamlıklara teslim ediliyordu.
Genelkurmay'a gönderilen raporlarda benzeri cumlelere gittikçe daha sık rastlanır olmustu. Bu raporlarda Seyit Rıza'nın adı da çok sık geçiyordu. Temmuz 1937 sonlarında Tunceli'nin 1937 itaatsizliğine katılmıs olan butun asiretlerin bölgelerinde, inilmemis dere, çıkılmamıs dağ ve taranmamıs hiçbir yer kalmamıstı. Sarf edilen butun gayretlere rağmen Seyit Rıza ve avenesi henuz ele geçirilememisti.
Generalissimo
Aynı gunlerde Seyit Rıza, İngiliz Dısisleri Bakanlığı'na bir mektup yazıyordu. Seyit Rıza, Dersim Generali diye imza attığı ve elli yıl sonra ilk kez Nokta ile gun ısığına çıkan bu mektupta, İngiliz hukumetinden yardım istiyordu. Ne var ki, umduğunu bulamayacaktı. İngiliz Dısisleri Bakanlığınca İstanbul'daki İngiliz Konsolosluğu'na gönderilen bir yazıda söyle deniyordu: Eğer Turk hukumetine, mektubun tarafımızdan dikkate alınmadığı gayri resmi olarak bildirilirse iyi olur.
Bu ilginç yazının tarihi de ilginçti. İngiliz Dısisleri Bakanlığı'nın yazısı 5 Ekim 1937 tarihini tasıyordu.
Oysa Seyit Rıza bu yazıdan yaklasık bir ay önce, 10 Eylul gunu tutuklanmıstı. Anlasılan bu kez İngiliz politikası, bekle ve dengenin kimden yana döneceğini gör biçiminde gelismisti.
İngilizlerin gözlediği denge, Seyit Rıza'nın aleyhine bozulmustu. Abasan asiretinin bası Seyit Rıza, tutuklanmıstı. Kimi kaynaklara göre bu tutuklanma, teslim olma sonucunda gerçeklesmisti. Kimi kaynaklara göre ise, Seyit Rıza hukumetin barıs görusmesi çağrısına uyarak Erzincan'a gitmis ve ele geçmisti.
Seyit Rıza'nın öykusu yargılanıp 18 Kasım 1937 tarihinde sona eriyordu. Seyit Rıza, kuçuk oğlu Resik Huseyin, yeğeni Yusufhan asireti reisi Kamber, Kureysan asireti reisi Seyit Huseyin'in de aralarında bulunduğu on kisiyle birlikte asılmıstı. Bu, aynı zamanda 1937 harekâtının sonuydu. Basbakan İsmet İnönu, idamlar dolayısıyla yaptığı açıklamada, Dersim meselesini ortadan kaldırdık, son verdik. Dersim muskilesinden kurtulduk. Dersim'i her turlu askeri hareketlerle temizledik diyordu.
Ancak, mesele ortadan kalkmamıstı. 1938'e yine huzursuzluklarla girilmisti. Gazeteci Nasit Uluğ, söyle anlatıyordu: Azgınlık bu sefer Kalan mıntıkasında basladı. Kalanlılara bundan önce uslu oturduklarından dokunulmamıstı. Henuz imar ve temdin çalısmaları kendi bölgelerine erismemis olan Kalanlılar, ağaların ve Seyit'lerin tahrikine uyarak Diztas karakoluna tecavuz ettiler. Kıs gelmisti, dağlar karla örtulmustu, yollar henuz bitirilmemisti, harekâta yazın devam edilmek uzere kıs geçirildi. Havalar açılınca asker Kalan mıntıkasına girdi.
Bir baska bahar
Dersim'de yine hazırlık vardı. Yine bahar bekleniyordu. Ama bu kez hazırlıklar daha sistemli, tedbirler daha yoğundu. Basbakan da artık Celal Bayar'dı. Gerek 1937, gerekse 1938 harekâtını yakinen izleyen gazeteci Nasit Uluğ sunları aktarıyordu kitabında:
Kamutay 1938 yaz tatiline girerken o zamanki Basbakan Celal Bayar, iç meseleler arasında Dersim'e de temas ederek, 'Bu yıl Dersim denilen isi kat'i surette tasfiye etmek için devletin bir tedbiri daha olduğunu ve ordumuzun Dersim havalisinde vazife alacağını ve umumi bir tarama hareketiyle bu meseleyi kökunden sökup atacağını söylemisti.
1938 harekâtı için her sey hazırdı. Öyle ki, harekâtın artık basılı bir kılavuz kitabı bile vardı. 1938 yılında Elazığ Turan Matbaası'nda Tunceli Vali ve Kumandanlığı tarafından bastırılan kitapçığın adı söyleydi: Tunceli bölgesinde yapılan eskıya takibi hareketleri, köy arama ve silah toplama isleri hakkında kılavuz.
Dam nasıl yakılır?
Kılavuz, bir tenkil hareketi için gerekli tum bilgileri içeriyordu. Örneğin, köyde eskıya araması bölumunun 6. maddesinde Silah atan köy yakılmalıdır denilirken, 7. maddesinde bu isin nasıl yapılacağı anlatılıyordu: Damlar tas ve topraktan ibaret olup yalnız tavan ve direkleri ve ağaç dalları vardır. Bunları yakmak guçtur. Ancak dam ustunden bir kısım toprak atılarak ağaçlar meydana çıkarılır. Toplanacak odun ve çalılar burada yakılmak suretiyle bina atese verilir. Oda kapısından içeriye odun yığarak atesleme sureti ile genisletilir.
Kılavuzun silah toplama bölumunde de su bilgilere yer veriliyordu: Silah teslime mecbur etmek için kadın ve çocukların toplanarak hukumete teslim edileceğini söylemek çok kere iyi netice verir. Bu gibilerin damlarını yakmak faydalıdır.
O gunleri yasayanlardan sukru Baykara'nın kıran kırana diye tanımladığı bir çatısma baslamıstı artık Tunceli'de. Genelkurmay yayınında, bu çatısmalardan 21 Temmuz 1938 gunu Laç deresi civarında cereyan edeni söyle anlatılıyordu:
Haydutların sığındığı, ağızları mazgallı tas duvarlarla kapatılmıs mağaralar, cesur askerlerimiz tarafından kusatılmıs, top ve makineli tufek atesinden baska 25'inci Alay'dan gönderilen istihkâm mufrezesi tarafından tahrip kalıpları atılmak suretiyle mağaralar tahrip edilerek içindekiler öldurulmus, can havli ile dısarıya fırlayanlar da atesle imha edilmisti. Böylece tarama sahası içindeki mağaralarda toplam olarak 216 haydut imha edilmis, ayrıca 12 haydut cesedi Munzur suyu uzerinde görulmustu.
Genelkurmay yayınının bundan sonrasında tarihler, mevki isimleri ve ölu sayıları birbirini izliyordu: Haydutlardan 20 kadar ceset... Tayyare filosunun bombalı taarruzunda haydutlardan 40'tan fazla zayiat... Kaçmak isteyen 49 kisinin imhası... Dört köyden 395 haydudun ölu olarak ele geçirilmesi...
Ve bir örnek: Mameki Dağ Tugayı bölgesinde bir kuvvetimiz Çat Köyu'ne ates baskını yaptı. Bu baskına haydutlar siddetle karsı koydularsa da Çat Köyu'ndeki kalabalık, perisan bir halde bağrısma ve feryatlar içinde kaçıstılar. Bu musademede haydutlar 15'i silahsız olmak uzere 70 kadardı. Musademe sırasında 20 kadarı imha edildi.
Doğal olarak raporlara, belgelere yalnızca rakamlar ve kuru bilgiler yansıyordu. 80 yasındaki Menez Akkaya ise, Nokta'ya anlattıklarıyla canlı bir tablo çiziyordu:
Ben o zaman genç kızdım. Bizim köye askerler birkaç kez geldi gittiler. Bir sey yapmadılar bize. Turkçe bilmediğimiz için ne dediklerini anlamıyorduk. Daha sonra bir gun yine geldiler. Butun köy halkını topladılar. 200-300 kisi vardı. Kadın, çoluk çocuk hepsi oradaydı. Hepimizi Değirmentas'ın oraya göturduler. Bize, silahlarımızı toplayıp serbest bırakacağız diyorlardı. Ama bizi çay kıyısına göturup öldurduler. Kocamı da öldurduler. Biz uç kisi kurtulduk. Ben ağaca yapıstım, öyle kurtuldum. Gunlerce aç susuz ölulerin yanında kaldık. Öyle olmustu ki, korku diye bir sey kalmamıstı
1938 fırtınası Eylul sonunda diniyordu. Ardında binlerce ölu bırakarak. Genelkurmay yayınına bakılırsa, ölu sayısı 4 binden az değildi. Gerçi bu, Kurtulus Savası boyunca 9 bin kisinin sehit olduğu dusunulunce oldukça buyuk bir rakamdı, ama yine de kesine yakın olduğu söylenemezdi. Çunku ölu sayıları genellikle yuvarlak hesaplarla veriliyor ve örneğin tarama bölgesi içinden ölu ve diri 7954 kisi çıkarılmıstır gibi, ölu sayısının bilinemeyeceği ifadeler kullanılıyordu.
Aralarında, özel olarak gönderilen Muhafız Alayı'nın bulunduğu yaklasık 50-60 bin kisilik askeri kuvvet artık çekilmeye baslamıstı, Tunceli'den.
İsyan bitmis, ölen ölmustu. Kalan sağlar ise... Onlar için Bakanlar Kurulu, Tunceli halkından ve yasak bölgelerin içinden ve dısından 5-7 bin kisinin Batı illerine nakil ve iskânı kararını almıstı.
Ve İngiltere'nin Trabzon Konsolosu, Dersim olaylarıyla ilgili olarak Ankara'daki Buyukelçiliği'ne gönderdiği son raporunu su değerlendirmeyle sonuçlandırıyordu: Artık söylenen su: Turkiye'de Kurt sorunu bitmistir.
* Nokta Dergisinin 28 Haziran 1987 tarihli yıl 5, sayı 25'te Dersim 1937-1938/ Yarım Yuzyıl Sonra baslıklı dosyası Aysenur Arslan, Hıdır Göktas, Nadire Mater, Mahmut Övur ve Seral Özzeybek imzalarını tasıyor.