10 Kasım 2009
Beyaz Saray'da ABD Baskanı ile görusme. Baskan yardımcısı ile görusme ve konutunda onuruna aksam yemegi. Dısisleri Bakanı'nca onuruna aksam yemegi. Temsilciler Meclisi ve Senato baskanlarının ev sahipliğinde Kongre'de onuruna öğlen yemeği. Georgetown universitesi ve Brookings'de konferanslar...
Butun bu iltifatlar, geçen hafta ABD baskentine Turkiye'den gelen bir ziyaretçi için yapıldı. Cumhurbaskanı Gul ya da Basbakan Erdoğan Washington'a gelmis de haberiniz olmamıs değilsiniz. Zaten gelselerdi bile, böyle karsılanmaları mumkun değildi. Sadece onlar değil, simdiye kadar herhangi bir Turk yetkilisine ya da Turkiye'den baska bir kimseye Washington'da bu seviyede iltifat edildiğine sahit olmadık. Peki ABD baskentinde en ust duzey protokole ve muameleye tabi tutulan bu Turk vatandasının ismi ne? Bartholomeos. Onu Turkiye'deki kuçuk Rum azınlığın dinî lideri ve protokolde Fatih kaymakamına muhatap görenler, genelde 'Fener Rum Patriği' sıfatını kullanıyor. Dunyadaki yaklasık 300 milyon Ortodoks Hıristiyan'ın en önde gelen ruhani lideri görenler ise, ki buna basta ABD dunyanın birçok devleti dahil, 'Ekumenik Patrik Hazretleri' diyor.
Bediuzzaman Said Nursi'nin eserlerinde çok geçen guzel bir söz vardır: Gözunu kapayan sadece kendine gece yapar. Turkiye'de devletin ve toplumun bazı kesimlerince asağılanan, dıslanan, yeterince ihtimam gösterilmeyen Patrikhane'nin saygınlığı ve bağlantıları Turkiye sınırlarını çoktan asmıs, atı alan uskudar'ı geçmis vaziyette. Halbuki Patrikhane'yi sudan bahanelerle mutsuz edip uluslararası camiada basımızı ağrıtacağımıza, mutlu edip Turkiye'nin milli menfaatleri, özellikle tanıtımı yönunde değerlendirmeye çalıssak daha iyi olmaz mı? Desteğini umduğumuz baska hangi lobi ya da milyonlarca dolarla beslediğimiz hangi danısmanlık sirketi, Batılı liderleri hurmetle el pençe divan karsısına dizebilecek böylesine bir guce ve saygınlığa sahip? Elin adamlarına lehimizde çalısması için dil ve para dökmeye gocunmuyorsak, neden kendi ulkemizin bağrından çıkmıs azınlıkların liderleri ve mensuplarıyla birlikte çalısmaktan gocunalım? Zaten Ekumenik Patrik Bartholomeos'un Turkiye'nin AB uyeliğine fiilen destek olduğu biliniyor. Bu perspektifi Amerika'ya da tasımak, bence o kadar da zor değil. Yeter ki bazı modası çoktan geçmis dar açılı milli guvenlik mulahazalarını ve sosyo-psikolojik engelleri asabilelim.
Dinî ve etnik azınlık meseleleri, Turkiye Cumhuriyeti'nin kurulusundan bu yana sadece kendimize gece yaptığımız seyler listesinin tepelerinde yer alır. Gözlerimizi gerçeklere kapayınca Kurt meselesinin hallolacağını, Ermenilere yaptıklarımızın unutulacağını, Alevilerin ayrımcılık sikâyetlerinden vazgeçeceğine, ya da Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin ekumenik keyfiyetinin ortadan kalacağını sandık. Bugun mezkur alanların çoğunda devletin ve sivil toplumun iyi niyetle yuruttuğu açılım çalısmaları, Turkiye'nin gözlerini yeniden açarak tarihsel aklına yeniden kavusma yönunde atılmıs en kayda değer adımlarından biri.
Demokratik açılım surecinin tum sorunlu alanlara tesmil edilerek buyuk resmin parçaları halinde ele alınmasında fayda var. Biliyorum, yılların uykusundan uyanan devletin, özellikle bu surece buyuk siyasî riskleri de göze alarak önculuk eden icranın bası Erdoğan hukumeti ile Cumhurbaskanı Gul'un sırtında ağır yukler ve sorumluluklar bulunuyor. Ancak sorunları bir butun halinde kavramsal bir çerçeveye oturtup esgudumlu çalısmalar yurutulmemesi halinde, içeride ve dısarıda kredibilite erozyonu olabilir.
Tamam, Turkiye açılımlarını kendi ulusal çıkarları ve iç huzuru için yapıyor, yabancı guçlere sirin görunmek için değil. Diğer taraftan, Ankara'nın imza attığı uluslararası insan hakları sözlesmeleri ve uyesi olduğu çokuluslu resmî kurumların beklentileri göz ardı edilemez. Açılımlar, en yetkin ağızlarca benimsendiği ilan edilen 'değer eksenli' gerçekçi dıs politika çizgisinin de gereği. Azınlıklarıyla barısık bir Turkiye gucune guç katacak, milli guvenliğini pekistirecek, uluslararası camiada saygınlığı ve nufuzu daha da artacaktır.
Amerika'ya geldim geleli azınlık psikolojisini daha iyi anladığımı sanıyorum. Mesela Teksas'ta Musluman bir Amerikalı binbasının persembe gunu silah arkadaslarını yaylım atesine tutarak 13 kisiyi öldurmesi Turkiye'de yasayanların çoğu için hayatlarına doğrudan yansıması pek olmayan bir haberden öteye geçmeyebilir. Ama, devlet, medya ve aydınların genel olarak sağduyulu tavırlarına rağmen, Amerika'daki Musluman azınlık, olayın İslamofobiyi körukleyebileceği ve toplumun asırı uçlarını nefret suçlarına itebileceği endisesiyle su gunlerde diken ustunde. İslam dunyasında Ankara'nın da dahil olduğu bazı baskentlerin Batı'daki İslamofobiyle mucadeleye verdiği destek suphesiz içimizi biraz ferahlatıyor. Diğer yandan Turkiye'nin kendi içindeki azınlıklara iliskin fobilerini yenmesi ve onların çesitli haklı sikâyetlerini gidermesi, ABD ve Avrupa'daki Musluman dindaslarını ve Turk-Kurt soydaslarını savunma kabiliyetini de gelistirecektir.
Kanaatimce en az 'komsularla sıfır problem' kadar önemli hedeflerimizden biri, demokratik açılım çerçevesinde 'azınlıklarla sıfır problem' olmalı. Haddizatında, içeride ve dısarıda yapılan bu açılımlar birbirini tamamlayıcı mahiyette. Demokratik açılımın meyveleri, Turk dıs politikasının bölgesel ve global açılımlarını da hızlandıracaktır. Tum azınlıklarının ve muhtelif sebeplerle azınlık psikolojisine girmis çoğunluk mensuplarının problemlerini sıfırlamıs bir Turkiye tasavvur ediniz. İste ben öyle bir Turkiye'ye gerçek manada 'yumusak guç' ya da 'akıllı guç' derim...