21 Ekim 2009
Turk-Ermeni diplomatik cephesindeki olumlu gelismeler, Washington'da son zamanlarda Turkiye'nin artı hanesini en çok kabartan hadiselerden oldu. Amerikan devleti ve sivil toplumu, bu sureci önemsiyor ve katalizör rolu oynuyor.
Turkiye ile Ermenistan arasındaki iliskileri normallestirme protokollerinin İsviçre'deki imza töreninin fiyaskoya dönusmemesini önemli ölçude ABD Dısisleri Bakanı Hillary Clinton'un son dakika 'limuzin diplomasisi'ne borçluyuz. Obama yönetimi, protokollerin parlamentolarda onaylanma ihtimalini azaltan Karabag tıkanıklıgına çare bulunması yönunde gayretlerini de surduruyor. Amerikan diplomatik kaynakları, Matt Bryza'dan bosalan Minsk Grubu esbaskanlığına jet hızıyla yeni bir temsilci (Robert Bradtke) atanmıs olmasını siyasi iradenin göstergesi olarak takdim ediyorlar. Bu tur atamaların Kongre'deki burokratik sureçlere ne kadar uzun sure takılabileceğini bilenler onlara hak veriyor.
Butun bunlar iyi guzel, ama ben bu hafta diplomatik çabalardan ziyade sivil toplum evreninde cereyan eden kaydadeğer bir girisimden bahsedeceğim. Harvard universitesi, 18-20 Eylul tarihleri arasında uç gunluk bir sivil Turk-Ermeni çalıstayı duzenledi. Katılımcılardan biri olduğumdan, bu faaliyeti yakından gözlemleme ve katkı yapma imkanı buldum. Meselenin hassasiyetinden dolayı kural gereği diğer Turk ve Ermeni katılımcıları açıklayamayacağım. Ancak bu tecrubeden daha fazla istifade edilebilmesi için, organizatörlerin de onayı ile, içeriğini sizlerle paylasacağım.
İse önce organizatörleri tanıtmakla baslayayım. Projenin basında Harvard İnsani Girisimi'nin (Harvard Humanitarian İnititative) iki kıdemli uzmanı var: Prof. Dr. Eileen Babbitt ve Prof. Dr. Pamela Steiner. İkisi de uluslararası ihtilafların çözumu alanında kendilerini ispatlamıs dunyaca unlu akademisyenler. Steiner'ın bir özelliği de, Ermeni tehcirinin yasandığı dönemde ABD'nin Ankara Buyukelçiliği'ni yuruten Henry Morgenthau'nun torunu olması. Harvard'lı uzmanların davetiyle, 13'u katılımcı, 4'u gözlemci sıfatıyla 17 Turk ve Ermeni bir araya geldik. Steiner ve Babbitt'e Kuzey İrlanda'da barıs çalısmalarıyla ön plana çıkan meslektasları Hugh O'Doherty de yardımcı oluyordu.
Katılımcıların profilleri itibarıyla çesitlilik arz etmesine özen gösterilmisti. Hem anavatandan hem diasporadan Turkler ve Ermeniler vardı. Toplumlarında muayyen oranda etki kabiliyetine ya da potansiyeline sahip, medenice diyalog kurabilen insanlar seçilmisti. Organizatörler önce sırf Turkler ve Ermenilerle ayrı birer oturum yaptı. Ardından musterek oturumlara geçildi. Amaç, korkuların, kaygıların, umitlerin ve ihtiyaçların açık kalplilikle ve akademik bir sistematik çerçevesinde ifade edilmesine imkan vermekti. Tabii ki bu, uzmanlara tarafların zihni ve duygusal haritasını çizme, elde edilen bulgulardan belki de mustakbel ihtilaf çözumu çalısmalarında faydalanma imkanı verecekti.
Çalıstayın en ilginç bölumlerinden biri, Ermenilerin Turkler, Turklerin Ermenilerle ilgili kanaatlerini ve tecrubelerini paylastıkları 'sahsi öyku' bölumu oldu. Orada iki toplumun karsılıklı empati yapmasının diyaloğu ne derece gelistirdiğini, buzları nasıl eritebildiğini musahede ettik. Onca psikolojik, ideolojik ve siyasi engele rağmen hâlâ birbirimizle çok iyi kaynasabiliyorduk. Zaten sonuçta hepimiz aynı toprakların, birbirinden beslenmis kulturlerin çocukları değil miyiz?
Bu vesileyle, özellikle diaspora Ermenilerinde Turkiye'yi ziyaret etmenin ne derece olumlu tesir icra ettiğini gördum. Anadolu'ya gidip atayurtlarını gezmis birkaç Amerikalı Ermeni katılımcıya 'Kendinizi Turkiye'de mi yoksa Ermenistan'da mı daha çok evinizde gibi hissettiniz?' diye sordum. Ve istisnasız 'Turkiye'de.' cevabını aldım. Bence bu, hem devlet hem de sivil toplum olarak çok iyi değerlendirilmesi gereken bir psikoloji.
Ermenilerin 'soykırım' iddiaları ve Turk tarafında genel olarak buna karsı olusan tepkisellik, suphesiz diyaloğu en çok zorlastıran unsurlardan biri.
Ermeniler Turklere 'soykırım'ın Turk devleti ve halkınca tanınmasının kendileri için psikolojik önemini vurguladı. Turkler ise 'soykırım' iddiasının psikolojik, hukuki ve siyasi boyutlarına iliskin kaygılarını ifade etti. 'Eğer Turkiye bir gun soykırımı resmen tanırsa, bir sonraki hamleniz ne olur?' sorusuna ise Ermeni tarafından gelen cevapların özeti su idi: Toprak talebi yapılmaz, ama kimilerinin tazminat istemeyeceği de garanti edilemez. Ermenistan'dan bir katılımcı, toplantının sonunda sakayla karısık 'Eğer soykırım kelimesini kullanmazsak, Turkler bize her istediğimizi verecek gibi görunuyor!' dedi. Bu arada katılımcı bazı diaspora Ermenilerinin bu konuda Turklerin uzerine fazla gitmektense baska seylere yoğunlasmayı tercih ettiklerini de gördum. Mesela birisi kendini Turkiye'de insan haklarının gelistirilmesi yönunde mucadeleye vermisti. Bir diğeri kulturel kesif ve isbirliği uzerinde çalısıyordu.
Toplantıda da ifade ettiğim gibi, ortada travmaya uğramıs iki kardes toplum var. Ermenilerin ana travması, Osmanlı'nın son döneminde, buyuk insani trajediler de yasayarak, anayurtlarını neredeyse tamamen kaybetmis olmaları. Turkler ise kurdukları koca cihan devletinin içten ve dıstan darbelerle yıkılması travmasından muzdarip. İki toplum da hâlâ 'post-travmatik stres sendromu' yasıyor. Aralarındaki yakınlasma, ancak bu derin psikolojik yaraların olumsuz siyasi girisimlerle kanatılmaması ve tedavi edilmesi ile mumkun. Diplomatik alandaki son ilerlemeler, umit verici. Ancak Harvard'daki çalıstay, sivil toplum cenahında da yapılabilecek çok sey olduğunu gösteriyor...