12 Ağustos 2009
Yasar Kemal Anadolu yu Dunyanın kultur bahçesini guzel ısıklarla doldurmus bir çiçekler mozaigi diye tanımlar.
Bu mozaigin ustune titremeliyiz” der.
Cumhurbaskanı Abdullah Gul’un dunku Milliyet’in mansetine yerlesen sözleri, bu anlayısa denk dusuyor.
Gul, Malazgirt kadar Bizans’ı da sahipleniyor.
Dede Korkut gibi Mem u Zin”i de miras sayıyor.
Hem Ahlat’ı hem Ani’yi bizden” göruyor.
Bir zamanlar kafatasçılardan ha babam fırça yiyen mozaik”, yeniden itibar kazanıyor.
Toplumsal barısın ilk adımı, devletin ırkçılıktan kopması, bahçenin her çiçeğine aynı saygıyla yaklasmasıdır.
Bunu yapabilirsek o mumbit toprak bire on verir.
* * *
Geçen hafta sonu Kosova’daki belgesel festivalinde izlediğimiz bir film, o zenginliğe bir kez daha sapka çıkarttırdı.
Nezih unen, 5 yıl önce ilk belgeselini çekmek için yola çıkarken ekibine Bir senaryomuz yok” demis:
Anadolu yazacak; biz çekeceğiz.”
Çekmis de...
Turkiye’nin her kösesine gidip yöre insanlarının otantik icralarını kaydetmis.
Muzisyenliğiyle fotoğrafçılığını harmanlayıp 5 yılda 350 saatlik çekim yapmıs.
Yok olmaya yuz tutmus kulturel bir mirasın uzerindeki tozu silkelemis, ona ilk parlaklıklarını kazandırmıs.
Sonra da arsivleyip essiz bir muzik kutusuna sığdırmıs.
* * *
Anadolu’nun Kayıp sarkıları”, bize nasıl rengârenk bir kultur bahçesinde yasadığımızı hatırlatıyor.
unen’in kamerası, kâh Karadeniz’e çıkıp horon tepenleri kaydediyor, kâh Mardin’e inip Suryanilerin kilise ayinlerine dalıyor.
Bursa’da kılıç kalkan oynuyor Anadolu; Sivas’ta semah dönuyor; Yozgat’ta bozlak söyluyor.
İstanbul’da bu bahçeye Ermenice, Rumca, İbranice sarkılar katılıyor.
Destan söyleyen nineler, rebet söyleyen muhacirler, ağıt yakan dengbejler, diz vuran zeybekler, raks eden dervisler...
Davullar, zurnalar, tulumlar, bağlamalar, sipsiler, cumbusler, bendirler, kemaniler...
Duğunde, hasrette, göçte, kederde söylediğimiz, dert dökmekte, hasta iyi etmekte, koyun eğlemekte, ilanı ask etmekte kullandığımız turkuler...
Demir döverken, pamuk toplarken, ipek sararken, çamasır yıkarken, ekin biçerken, toprak kazarken, hamur açarken, bebe uyuturken söylediğimiz ninniler, ağıtlar, deyisler, gazeller...
Hepsini en yalın haliyle kaydedip harikulade göruntulerle bezemis unen; sonra da studyoda onları gitarla, dudukla, neyle, klarnetle beslemis, guncellemis, guzellestirmis.
Ortaya, Anadolu’ya dair butun ırkçı yorumları reddeden, guzelim bir gökkusağı resmi çıkmıs.
* * *
Farklılıkları reddeden, ırkçı ulus anlayısıyla her seyi tek tiplestirilen populer kultur salgınının el ele unutturmaya çalıstığı bir kulturel sermayeyi belgeliyor bu film...
Disi dökulmus, sesi kısılmıs, gözunun feri sönmus, ama çalma, söyleme, oynama istahını hiç yitirmemis Anadolu insanının belki de son seslerini kaydediyor.
Son sahnede, turkusunun ardından of çeken nineye bakınca, tum varlığı kafatası avcılarınca yağmalanmıs batık bir zengine benziyor Anadolu...
Yorgun ve tukenmis görunuyor.
Ama bir yandan da butun guzelliğiyle Benden umudu kesmeyin” diyor.
Çiçeklerim kurusa da ben, sulandığında yeniden bire on veren, essiz bir kultur bahçesiyim.”