Neden Resmi Tarih? - Haber Arşivi 2001-2011
02 Mayıs 2024 - Հակական տոմար - Տարի : 4516 / Ամիս : Ահեկան / Օր : Հրանդ / Ժամ : Այգ

Haber Arşivi 2001-2011 :

03 Temmuz 2009  

Neden Resmi Tarih? -

Neden Resmi Tarih?

Eger tarihimize sahip çıkarsak, yalancıları, tahrifatçıları, efsane ve tabu imalatçılarını teshir edebilirsek, tarih bizi özgurlestirecektir.

Fikret BAsKAYA İstanbul - BİA Haber Merkezi27 Haziran 2009, Cumartesi Eger nereden gelindiği 
bilinmiyorsa, 
nereye gidildi de bilinmez Afrika atasözu

Resmi tarih, hakim sınıfların bilinmesini isteği tarihtir. Tarihin, geçmiste yasanmıs olanın iktidar sahiplerinin ihtiyacaçları doğrultusunda kurgulanmıs versiyonudur. Bu amaçla toplumsal bellek [hafıza-ı enâm] yok edilmek, toplum hafıza kaybına uğratılmak istenir Fakat, resmi tarih olusturmak bir basına amaç değildir.

Asıl amaç 'resmi ideoloji' olusturmaktır. Velhasıl, resmi ideoloji olusturmak için resmi tarih olusturmak, resmi tarih olusturmak için de toplumun hafıza kaybına uğratılması, toplumsal belleğin [kollektif hafızanın] yok edilmesi, bozulması, tahrif edilmesi, bu gunun egemenlerinin ihtiyacına uygun bir bellek imâl edilmesiyle mumkun oluyor.

Resmi tarih, yalan, tahrifat, yok saymaya [occultation], adıyla çağırmamaya, sansur ve otosansure dayanan bir tarih versiyonudur. Toplumsal bellek, egemen sınıfların ihtiyacına cevap verecek sekilde yeniden kurgulanır. Dolayısıyla genç nesillere öğretilen tarih 'gerçek tarih' değil ısmarlama uzerine uretilmis bir tarih versiyonudur.

Bu uydurulmus tarih basta genç nesiller olmak uzere, kitleler tarafından 'içsellestirildiğinde' amaç gerçeklesmis sayılır. Öyleyse bir toplumun hafızasını [belleğini] yok etmeye, değilse bozmaya, hafıza kabı [amnésie] yaratmaya, tarihi tahrif etmeye kim neden ihtiyaç duyuyor sorusu akla gelir. İktidar olmanın ve iktidarda kalmanın yolu gizlemekten, unutturmaktan, toplumu geçmisine yabancılastırmaktan, toplumu tarihsizlestirmekten, kimliksizlestirmekten geçiyor. Zira, toplumsal hafıza toplumsal kimliğin en temel yapıcı unsurudur.

Bu yuzden iktidar gizlemesini bilenindir” denmistir. Hafıza kaybına uğramıs, kim olduğunu, ne olduğunu, nereden geldiğini bilmeyen, kendi geçmisine yabancılasmıs birine hukmetmek çok daha kolaydır. Bir birey için geçerli olan bu durum, toplum için de aynı sekilde geçerlidir. Hakim sınıflar binlerce yıllık tecrubelerinden biliyoryar ki, toplumun geçmisine hakim olmadan bu gunune ve geleceğine hakim olmak mumkun değildir.

İste, toplumun hafıza [bellek] kaybına uğratılma gereği böyle bir ihtiyaçtan doğuyor. Bu is de duzen tarafından yere göğe sığdırılmayan anlı-sanlı tarihçiler, saray uleması ve/veya akademik statunun gardiyanları tarafından gerçeklestiriliyor. Sömuru duzeni tarihçisini ve tarih eğitimini bosuna önemsemiyor. Okullarda okutulan tarih her zaman 'kaybedenlerin' değil, kazanların, kitlelerin değil komutanların, kıralların, padisahların, imparatorların, ulu önderlerin yazdıkları, yazdırdıkları tarihtir. Öyle bir tarih ki, orada tarihin asıl yapıcıları, gerçek özneleri olan genis halk kitlelerininin esâmesi okunmaz…

Savası kazanan, vatanı kurtaran, her zaman ulu hakandır, sanlı kraldır, padisahımız efendimizdir, ulu önderimizdir. Velhasıl tarihi yapan kitleler değil 'kahramanlardır'. uzerinde yasadığımız ulke bize 'ulu önderin' bir lutfudur… Bizi sadece dusmandan kurtarmakla kalmamıs, bir de vatan bağıslamıstır, eğer ulu önderimiz olmasa vatanımız da olmazdı, biz de olmazdık… Orhun Kitabeleri'nde Bilge Kağan sunları söyler: Tanrı buyurduğu için, ben çalısıp kazandığım için Turk halkı da öylece kazanmıs oldu suphesiz. Ben erkek kardesimle beraber bu kadar önderlik edip çalısmasa ve muvaffak olmasa idim, Turk halkı ölecek idi, yok olacak idi”.

Hakim sınıfların ihtiyacına göre yazılmıs tarih,ise, geçmisi tahrif ederek, geçmiste yasanmıs olana dair tabular olusturarak, bazı olayları öne çıkarıp önemini abartıp, bazılarını yok sayarak, değilse önemsizlesirerek, karartarak, siliklestirerek, kisiyi yuceltip, kisiye tapınmaya dayalı bir kisi kultu yaratarak, ama hepsinden önemlisi geçmisin bilinmesi istenmeyen kısımlarını unutturup, hafıza kaybı [amnésie] yaratatmakla mumkun oluyor.

Kimi zaman yok saymaya yok etme eslik eder, kitapların yakılması, kutuphanelerin atese verilmesi, o toplumun geçmisini çağrıstıran araçların tahrip edilmesi, tarihi eserlerin yok edilmesi gibi. Kimi zaman da yasanmıs bir olay efsanelestirilir, yasanmıs bir baska olay yok sayılır, veya gerçeklestirilmis olan ne varsa bir tek sahsiyete [lidere] mâl edilir. Kisiyi yuceltmekten, kisi kultu yaratmaktan amaç, sadece tarihi tahrif etmek, kafaları bulandırmak değildir, böylece tarihin gerçek öznesi olan kitlelerin rolu yok sayılır. Öyle bir anlayıs yerlestirilir ki, sanki tarih buyuk adamların elinde oyuncaktır. Böyle yazılmıs bir tarih de kaçınılmaz olarak elitist, erkek merkezli ve militaristtir. Dolayısıyla, bize miras kalan tarih 'gerçek tarih' değil, aracın direksiyonundakilerin 'uygun ve gerekli görduğu' ısmarlama uzerine uretilmis tarihtir.

Geleceği kurmak için 'tarihten ders çıkarmak', bu amaçla da tarihi öğrenmek gerektiği söylenir Oysa asıl amaç tam da bunun tersini yapmakla ilgilidir. Egemen sınıflar toplumun geleceğini karartmak için geçmisini karatmak durumundadırlar. Tarih eğitiminin amacı insanların [özelikle de genç nesillerin] geçmisleriyle, tarihleriyle, atalarıyla gurur duymasını sağlamaktır. Geçmisle gurur duymak için de geçmis sanlı olmalıdır.

İste devlet tarihçisi bu asamada devreye girer ve sanlı bir geçmis imalatına girisir. Fakat, tarihçinin misyonunu gerçeklestirebilmesi için önce tarihin bir uzmanlık alanı, tarihçinin de 'toplumsal hafıza uzmanı', bilminden sual olmaz otorite sayılması gerekir. Aslında bu, bir tur seçme, ayıklama, yok sayma, velhasıl temizlik operasyonudur. Tarihçi utanılacak ne varsa yok sayar, ustunden atlar, 'geçmisin kirlerini temizler', bos kareleri doldurur… sanlı bir geçmis kurgusuyla amaçlanan sadece gurur duyulacak bir geçmis yaratmak değildir. sanlı geçmis bu gun yasanan kötulukleri unutturma islevi de görur. Fakat bellek [hafıza] kaybı yaratmaktan amaç bununla da sınırlı değildir.

Böylece iktidar sahipleri [buyuk gaspçılar ve surekâsı], sadece ayrıcaklıklı konumlarını guvence altına almıs olmazlar, isledikleri insanlık suçlarının, katliamların, kıyıcılığın ve zulmun hesabının sorulmasını da engellemeyi amaçlarlar. Hafıza kaybı yaratma amacı gerçeklestiğinde egemen sınıflar masumiyetlerini de kanıtlamıs olurlar… Dolayısıyla resmi tarih zalimlerin zulmunun cezasız kalmasını sağlar, bir tur berat ettiricidir, Ermeni sorununa dair bağnaz 'resmi refleks İttihatçıların islediği insanlık suçunun hatırlanmasını engellemek içindir. Eğer bu vesileyle yalanlardan biri desifre edilir, açığa çıkarsa, baska yalanların da çorap sökuğu gibi ortalığa dökulme riski vardır ki, böyle bir sey buyuk gaspçıların ve ideolojik usaklarının korkulu ruyasıdır.

Siyasetçiler, devlet adamları ve sözculeri sık sık tarih tarihçilere bırakılmalıdır” derler. Aslında bununla tarih benim tarihçilerimden baskasına bırakılamaz” demek isterler… Bu yuzden toplumsal bellek alanı [toplum hafızası densin], önemli bir ideolojik mucadele alanı, dolayısıyla sınıf mucadelesini angaje eden birseydir. Resmi tarih [ve ona dayanan resmi ideoloji de] yalana, tahrifata yok saymaya, adıyla çağırmamaya [sözde Ermeni soykırımı” gibi], tabulastırmaya, kisi kultune [Mustafa Kemal'in putlastırılması] vb. dayandığı için, mantikî, etik, bilimsel iç tutarlılıktan yoksun, inandıcılığı supheli, son derece kırılgan bir tarih versiyonudur. Son dönemde efsane urecilerinin yeniden arzı-endam etmesi [su Çılgın Turkler ve bezeri zorlamalar] tam da söyediğim durumla ilgilidir...

Bu yuzden resmi tarihin sadece tarihçiler, akademik statunun gardiyanları tarafından savunulması mumkun değildir. Resmi tarih yasalar, mahkemeler tarafından da korunmaya muhtaçtır. Herhangi biri 'resmi tarihi' teshir edip, 'gerçek tarihe' ulasmaya kalkar, mayınlı alana girer', rejimin tabularına dokunursa, karsısında sadece devlet tarihçisini, 'zihin gardiyanlarını' bulmaz, polisi, savcıyı, yargıcı, nihayet hapisaneyi de bulur… Durum böyleyken, devlet tarihçisinin rejim tarafından ödullendirilmesi, tarafsız bilimin timsali sayılması, burjuva duzeninin bir ironisidir…

Elbette bu, resmi tarihe karsı çıkıp baska”, farklı” bir tarih versiyonu olusturmayı amaçlayanın yazdığı tarihin mutlaka gerçek tarih olduğu anlamına gelmez. Asla böylesi bir kesinlik söz konusu değildir . Devlet tarihçisi [resmî terihçi] değil, öyleyse söylediği muteberdir diye bir kural yoktur ve olmamalıdır. Bu resmi tarihe karsı çıkan, resmi tarihi teshir etme niyeti tasıyan tarihçinin, sadece yöntem ustunluğune sahip olduğu anlamına gelir. Yalanın karsısında durmak, geçmise ezilen, sömurulen sınıflar, gerçeğe ihtiyacı olan 'asıl tarih yapıcılar', tarafından bakmak, asıl misyonu yalan uretmek olan 'devlet tarihçisine' göre 'gerçeği yakalamak bakımından daha avantajlı durumda olmaktır. Dolayısıyla, resmi tarihe karsı çıkanın bilimsel yetkinliğe sahibolması, bilimsel ögelerin diyalektik butunluğunu yakalaması, kendinden beklenen yuksekliğe çıkabilmesi gerekir.

Genel bir çerçevede geçerli olan durum, Turkiye söz konusu olduğunda daha da belirgindir. Böylesine köseli, bağnaz bir resmi tarih versiyonu olusturup, genç nesillerin zihnini yalanla dordurmanın nedeni, iktidar sahiplerinin mesruiyet sorunuyla ilgilidir. Egemen sınıfın egemenliği sadece zora, çıplak siddete dayanarak surdurulemez. Kaba kuvvet, çıplak siddet, iktidar olmayı sağlasa da, iktidarın kalıcı olabilmesi için ideolojik egemenlik [gönullu kabullenme] gereklidir.

Fakat, insanların [toplumun] bilincine nufûz edebilme yeteğine sahip bir egemen ideoloji, sadece lafla, nutukla, kahramanlık ayinleriyle, bıktırıcı törenlerle, marslarla, sanlı geçmis masallarıyla, dusmanı denize dökme edebiyatıyla, vb. mumkun olmaz. Kitlelerin bilincine nufuz edecek, yanılsama yaratacak ideoloji bile bir maddi arka planı varsayar. Velhasıl kitlelerin 'yeni duzenin' durumlarını iyilestireceğine inanmaları, ikna olmaları gerekir. İkna olmaları için de maddi dunyada asgari duzeyde de olsa birseylerin değismesi, gerçeklesmesi gerekir.

İste bir darbeyle Cumhuriyeti kuran İttihatçı kliğin maddi dunyada kitlelere teklif edeceği fazla birseyin olmaması, onların egemen ideoloji uretme yeteneklerini zaafa uğratıyordu. Gönullu kabullenme anlamında bir egemen idieoji olusturmanın mumkun olmadığı kosullarda, bağnaz bir resmi ideoloji olusturmaya mecburdular.

Resmi ideoloji de ancak resmi tarihe dayandırılabilirdi ve öyle oldu. Mustafa Kemal kliğinin bir darbeyle kurduğu Cumhuriyet, emekçi halk çoğunluğunun yasam kosullarını iyilestirici birseyler teklif etme yeteneğine sahip değildi. Bir kere Cumhuriyet [ zaten gucu ve etkinliği kalmamıs Halife Sultanın sahneden çekilmesi dısında] hiçbir köklu yenilik içermiyordu. Sadece gaspçıların sömuru, yağma ve talanı guvence altına alınmıstı. Gaspçıların durumu da emekçi çoğunluk aleyhine guvence altına alınabildiğine göre, kemalist kliğin önderliğindeki burokrat, toprak ağası, komprador burjuvazi ittifakı, kitlelerin bilincine nufûz edecek bir egemen ideoloji olusturamazdı. İste maddi plandaki bu zaaf, ideoloji dunyasına daha çok yaslanarak telafi edilmeye çalısılınca, ortaya garip bir resmi tarih ve resmi ideoloji versiyonu çıktı.

Eğer 1923 ten sonra toprak ağalarına ve hazineye ait topraklar yoksul ve topraksız köylulere dağıtılsaydı, kuçuk çiftçilere kredi ve tarımsal girdi kolaylıkları sağlanabilseydi, isçilerin yasam kosullarını iyilestirici bazı duzenlemeler yapılsaydı, devlet-toplum yabancılasmasını hafifletici kimi yöntem ve araçlar devreye sokulabilseydi, sınırlı da olsa halk iradesinin tecellisinin yolu açılabilseydi, vb. yukarda söylediğim 'maddi geri plan' kısmen de olsa gerçeklesmis olabilirdi. [Hakim sınıf ittifakınını yapısı ve konumu böyle bir açılama engeldi]. Tam tersi gundeme geldi, toprak ağalarının toprakları 1923 sonrasında daha da genisledi… Devlet-toplum yabancılasması derinlesti, her turlu demokratik açılımın önu kesildi…

Bağnaz diktarörluğun ideolojik alanı önemsemesinin, tarihi tahrif etmek ve yeni bir tarih versiyonu olusturmak için Turk tarih tezi, Turk dil tezi gibi gulunç çabalar ve zorlamalar içine girmesi, yeni olduğunu söyleyen iktidarın kitlelere teklif edecek yeni birseyi olmamasıyla ilgiliydi. Kendisi eski olan yeni birsey teklif edebilir miydi? Bu yuzden Turkiye'deki rejim her zaman ideolojik alanı önemsemistir.

Okullarda okutan tarih gerçeğin tarihi olmaktan çok ideolojik bir kurgudur. Genel bir çerçevede de CHF [Cumhuriyet Halk Fırkası] kongresinde Mustafa Kemal'in sunduğu Buyuk Nutuk'a dayanıyor. Bir ulkenin tarihi sadece bir siyasi sahsiyetin hikaye ettiğine dayandırıla bilir mi? Mustafa Kemal'in yapılan herseyi kendisine mal etmesi ve olayları öyle hikaye etmesi isin doğası gereğidir. Bir kere Nutuk'ta anlatılanlarla gerçekte yasanlar arasında bariz uyumusuzluk var. İkincisi, yakın tarih yazılırken ekseri Birinci emperyalistler arası savas yok sayılıyor. Aslında emperyalist savas atlanarak, geçistirilerek yazılan tarihin bir kiymet-i harbiyesi olması mumkun değildir. Aynı sekilde 1908 de geçistiriliyor.

Oysa, asıl kırılma noktası resmi tarihin ısrarla ileri surduğu gibi 1923 değil, 1908'dir. Daha önce baska yerde yazdığım gibi [Yediyuz-Bir Devlet Geleneğinin Anatomisi] 1923 sonrasında kurulan rejim 'İkinci İttihatçı rejiminden baska birsey değildi. uçuncusu de, kisi kultu yaratmayı, kisiye tapınmayı marifet sayan bir tarih anlayısı, modernite sonrası dönemin toplumuna yakısmaz... Fakat Turkiyenin tarihinde ve o tarihin hiçbir döneminde bir modernite devrimimin ve aydınlanmanın yasanmamıs olması, hâlâ kisi kultunu surdurmeyi mumkun kılıyor. Gerçek durum böyledir ama Cumhuriyet modernitenin ve aydınlanmanın timsâli sayılıyor… Bu durum Turkiye'deki bilimsel-entellektuel azgelismisliğin rahatsız edici bir göstergesidir ve bilimsel-entellektuel azgelismislikle resmi tarih ve resmi ideoloji birbirlerini karsılıklı olarak yeniden uretiyor.

İradi olarak geçmisi yok saymak mumkundur ama geçmisi yok etmek mumkun değildir. Resmi tarihin yok saydığı, yok etmek için onca çaba harcadğı gerçeklerin aradan onca zaman geçmesine rağmen, öcunu alırcasına ve inatla gundemdeki yerini alması bu yuzdendir. Geçmis bu gunku zamanda bizde varolmaya. bizimle yasamaya devam ediyor. Tarih sağır ve dilsiz değildir, duyup söylemeye devam ediyor ve edecek ama bu kendiliğinden olacak birsey değildir.

Eğer tarihimize sahip çıkarsak, yalancıları, tahrifatçıları, efsane ve tabu imalatçılarını teshir edebilirsek, tarih bizi özgurlestirecektir. Bu yuzden unlu İngiliz tarihçisi Martin Bernal'in dediği gibi: Tarih tarihçilere, akademik statunun gardiyanlarına bırakılmayacak kadar önemlidir.” (FB/Eu)

* Editörluğunu Fikret Baskaya'nın yaptığı Resmi Tarih Tartısmaları-7, Özgur universite yayınlarından çıktı ve kitapçılardaki yerini aldı. Kitapta Baskaya'nın yanı sıra Mete K. Kaynar, Tolga Ersoy, Kadir Dede, Kamil Demirhan, Gun Zileli, Mehmed Durmus, Çağlar Enneli ve saban İba'nın yazıları bulunuyor. 31 Mart'tan Gunumuze Gericilik Söylemi alt baslığını tasıyan kitap 278 sayfa, 14 TL.





Bu haber kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı () ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+