Turk-Ermeni sorununa nasıl bakılabilir? - Haber Arşivi 2001-2011
17 Kasım 2024 - Հակական տոմար - Տարի : 4517 / Ամիս : Տրե / Օր : Ասակ / Ժամ : Զօրացեալ

Haber Arşivi 2001-2011 :

19 Nisan 2005  

Turk-Ermeni sorununa nasıl bakılabilir? -

Turk-Ermeni sorununa nasıl bakılabilir?

Son gunlerin gundeminde Ermeni soykırım iddiaları oldukca on plana cıkmıs durumda. Turk toplumu haklı ya da haksız olarak cogu kez ustune almadıgı veya unutmak istediği yarınlara ertelediği veya belirli gruplara havale ettiği bir sorunla artık eskisinden farklı bir sekilde yasamak gereğini duymaya basladı. Ancak pesin hukumler suclamalar kınamalar ve tehditlerle dolu tartısmaların icinde bir cozum yolu labirentten cıkısı gosterecek bir harita yok elimizde. Aynı fasit daire icinde donup duruyoruz. Yine de umutlu olmak gerek. Son birkac aydır suregelen tartısmalar soruna yaklasımda orneğin sorunu (sadece) tarihcilere bırakmamak veya atak davranmak’ gibi kamuoyu icin yeni kavramlar getirdi. Sorunla ilgilenenlerin cesitlenmesi bir diğer gelisme olarak kaydedilebilir. Tarihcilerin ve diplomasiden gelenlerin (emekli buyukelciler vb.) yanı sıra bir yandan gazetecilerin ilgisinde bir artıs gozlenmekte diğer yandan sosyal bilimcilerin de (orneğin TESEV ve HASA’nın arastırması) konuyla ilgilenmeye basladığı gorulmektedir. Son gunlerin tartısmalarında tarihci Hanioğlu’nun Zaman’da yayınlanan yazısının ardından kamuoyunda one cıkan goruslerden biri de konunun tarihciler yerine siyasetcilere havale edilmesi olmustur. Ancak soykırım iddialarıyla ilgili olarak sorunu sadece tarihcilere havale etmek ne kadar yanlıssa tarihcileri devre dısı bırakmak da o kadar yanlıs gorunuyor. Zira pek cok kesimi ilgilendiren bu sorunda tarihci tarih hakkında kim ne derse desin bilimi temsil etmektedir. Gecmiste yasananlar hakkında olguları saptayacak ve dolayısıyla verileri sağlayacak olan odur. Sorunun bir cozume kavusturulmasında nihai olarak son sozu soylemesi gereken de hukuktur. Siyasetci bu surecin değisik noktalarında devreye girerek ilgili kisi veya mercileri harekete gecirmek taraflar arasında iletisim kanallarını acmak ve surecin isleyisini sağlamak gibi islevler gorebilir. Hatta surecin sonunda da hukukun kararı ne olursa olsun toplumsal yaraların sarılmasında ve psikolojik travmaların asılmasında toplumlar arası onyargı ve stereotiplerin duzeltilmesinde geleceğin insasına yonelik iliskilerin gelistirilmesinde cok onemli gorevler yurutebilir. Ancak tarihcisiz bir cozum verisiz malzemesiz is yapmakla esdeğerli olacaktır. Dunya siyaset kulturundeki Makyevelik pratikleri unutmamak gerek. Siyasetcilerin realiteyle iliskisini canlı tutacak olan yine buyuk olcude tarihcidir. Kurgusal olarak hic olmamıs bir olay uzerinde iki ulkenin siyasetcilerinin anlastıklarını ve bu olayı yasanmıs gibi deklare ettiklerini dusunelim. Bu tur bir durum imkânsız gibi gorunse de teorik olarak mumkundur. Boylesi bir durum ancak ve ancak olgusal zeminle iliskiyi koparmama kosulunda engellenebilir. Tarihcinin rolunu vurgulamak doğru anlasılmalı. Tarihciyi bilimsel dusunce ya da yaklasım olarak anlamak da mumkun. Bilimsel yaklasım halkın genellikle sağduyu dusuncesinden ve kamuoyundan farklı olarak cifte standartlara yanlılıklara keyfiliğe carpıtmalara izin vermeyecek belirli bir dusunce yonteminin izlenmesine dayanmaktadır. Burada vurgu yontemdedir. Ben merkezci tutumdan kacınılmalı! Turkiye dısında dunyada da hem yakın gecmiste yasanmıs ve hem de guncel tarihte yasanmakta olan cesitli etnik temizleme ve soykırım olaylarını ele alan calısmalar giderek artmaktadır. Bunların buyuk bir coğunluğu tekil olaylar uzerinde durmakta ve genel gorunumu itibarıyla bir ifsa yakınma kınama lanetleme hesap sorma ve elestirme havası tasımaktadır. Tum bunlar kuskusuz haklılık payı tasımakta ve belirli bir mantık icinden kendine ozgu bir bakısı ifade etmektedir; ancak genel bir bakıs acısı olusturmada yeterli olamamaktadır. Coğu kez her acı olay daha onceki veya eszamanlı diğer olayların etrafında olusmus bulunan anlam yukleri’ni otomatik olarak yuklenerek anlamlandırılmaktadır. Bu tur insanlık sucu’ olarak nitelenen olaylar karsısında tum insanlığın/ ulusların ortak bir tavır alması ve bir yaptırım uygulaması bakımından islevsel bir değer tasıyan bu yaklasım yine de otomatik bir suc arama’ veya suclu ilan etme’ tavrına donusme ve her acı olayı buyuk harfle yazılan bir soykırım’ olarak niteleme riski tasımaktadır. Ustelik bu tutumun dolaylı bir sonucu olarak tum arastırmacı ve entelektuellerden sadece genel kervan’a katılması beklenmekte farklı bir arayısa bu arayıs nuansları kacırmama gibi bir kaygı tasısa bile inkarcı’ (negasyonist) damgası vurulmaktadır. Suclananlar baskası olduğunda seytan taslama’nın ne kadar rahatlatıcı ve kolay olduğunu soylemeye gerek yok. Ulkemizde pek cok entelektuelin tavrı da cağın havası’na uymaktadır. Bu noktada bir yandan soz konusu olaylardan her birinin kendine ozgu yanlarını ve tekilliğini korumayı ote yandan bir ust bakıs kazanmayı sağlayacak calısmalara gerek duyulmaktadır. Bu farklı bir yonden de olsa Todorov’un da (2004) kaygısı. Kuskusuz herkes gecmisini tanıma isimlendirme ihtiyacındadır. Pek cok grubun kimliği tumuyle olmasa da buna bağlıdır. Belleksiz birey kimliğini yitirip kendisi olmaktan cıktığı gibi ortak belleksiz halk da yoktur. Kendisini halk olarak tanımak icin onun ayırt edilmesini sağlayacak bir takım gecmis basarılar ve zulumler secmek zorundadır. Fakat gecmise basvurunun kacınılmaz olması bunun her zaman iyi olduğu anlamını tasımaz . Bu demektir ki gecmise bakmanın bellekten yararlanmanın pek cok tarzı vardır. Belleğin iyi ve kotu kullanımları olabilir. Nitekim AB’nin kurulus surecinde Avrupa yuksek oğretim alanının harmonizasyonu calısmalarında AB’ye uye ulkelerde ulusal tarih kitaplarının yeniden yazılması yonunde alınan kararlar kimlik siyasetiyle yazılmıs tarih kitaplarının iyi’ olmadığının acık bir kanıtıdır. Bellek gorevi” denen gecmisi hatırlama mecburiyeti insanların rovans veya intikam alma duygusunu beslerse veya birtakım imtiyazlar kazanmanın yolu olarak goruluyorsa moral olarak haklılastırılabilir mi? Todorov gecmisi kavramada kacınılması gerekli iki eğilim gorur; kutsallastırma’ ve sıradanlastırma. Birinci halde tarihsel bir dram tumuyle spesifiklestirilerek yuceltilir apayrı bir yere konur; ikinci halde ise diğer olaylarla benzer kılınarak olağan alelade bir duruma sokulur. Bu eğilimlerden birincisi her olayı ayrı bir kategoriye ikincisi ise pek cok olayı aynı kategoriye sokmayı ifade eder. Olayın kutsallastırılması hicbir seyin ona yaklasamamasını sağlamak uzere onu ayrı bir alanda tutmak icin diğerlerinden soyutlamak seklinde tanımlanabilir. Sıradanlastırma ise gecmisi ana yapıstırmak birini diğeriyle basitce ozumsemek sonucta her ikisini de yanlıs tanımak demektir”. Todorov buna ornek olarak Yugoslavya’da son yıllarda cereyan eden savasları vermektedir; bu savaslar sırasında yasanan etnik gruplar arası catısmaların II. Dunya Savası’na Milosevic’in Hitler’e; dikenli teller arkasındaki Musluman Bosnakların durumunun Holocaust’a benzetilmesi vb. spesifik bir olayı olağanlastırmakta tekillikten cıkarmaktadır. Bu analiz cercevesi Ermeni soykırımı iddiaları konusunda kafa yoran herkes tarafından dikkate alınmak zorundadır. Todorov’un da bir demokraside temel yurttas haklarından biri saydığı hakikati arama ve bildirme hakkı ancak bu turden yaklasımlarla mumkun olabilir. Bu hak sadece mağdur veya mazlum sayılanlara ozgu olmayıp suclananlara da aittir. Onurlu bir insan muamelesi gormek herkesin hakkıdır. Bir toplumun gecmiste acılar yasamıs olması baskalarına acılar yasatma hakkını vermez. Burada soz konusu hakikatin bir tarih insa etmeye bir kimlik olusturmaya yaradığı icin secilen ve dayatılan bir hakikat değil tarihsel olgularla tekabuliyeti olabildiğince sağlanmıs bir hakikat’ olması her seyden onemlidir. Bulunacak cozumler ancak bu kosuldadır ki gelecek nesillere adil ve tarafsız gelebilir. Tum niyetler ve pozisyon alıslar parantez icine konarak soyle sorulabilir: Sorunu nasıl ele alacağız? Konuya nasıl yaklasacağız? Durum su: Belirli bir donemde yasananlar konusunda farklı anlayıslar var. Kabaca bir taraf bunları soykırım’ diğer taraf tehcir’ olarak kavramlastırıyor. Her seyden once neye veya nelere soykırım’ ya da tehcir’ demek gerektiğini saptamak gerek. Bunun icin her ikisinin de ayırt edici nitelikleri belirlenerek birer prototipi’nin (Rosch anlamında) veya ideal-tipi’nin (Max Weber anlamında) olusturulması ve 1915’te cereyan eden olayların detaylı bir sekilde betimlenerek bunlardan hangisine uyduğunu belirlemektir. Tarafları pesinen suclu veya kurban zalim veya mazlum ilan etmeden oncelikle her iki isin de yerine getirilmesinde gorev alacak uluslararası bir uzmanlar kurulu olusturulabilir. Bundan sonradır ki gecmiste yasananların zaman zaman bir trajediye donusen ve acılarla dolu bir tehcir mi yoksa kelimenin tam anlamıyla bir soykırım mı olduğuna karar verilebilir. Bu surecin sonucu hangi tarafın lehinde veya aleyhinde olursa olsun kabul edilmek zorundadır. Aksi takdirde konjonkture ve reel politikaya bağlı olarak sorun surekli yeniden gundeme gelecektir. Esasen soykırım’ denen olayların prototipi az cok belli. Bu II. Dunya Savası yıllarında yasanan ve BM tarafından da soykırım’ olarak tanımlanan Yahudi soykırımı’dır. Eğer I. Dunya Savası yıllarında yasananlar soykırım’ olarak nitelenirse etik ve adalet gereğince cifte standart uygulamadan aynı islemi tum diğer benzeri olaylar icin de uygulamak gerekir. Bu durumda tarih boyunca imparatorlukların halklar uzerinde hâkimiyet veya kontrol amacıyla sık sık basvurduğu tum onlemler zorunlu (veya zora dayalı) kitlesel gocler gibi pek cok olay soykırım kategorisine girecektir; bu ise bir insanlık sucu olarak dunya kulturunde yerini alan soykırım’ sucunu sıradanlastırma sonucunu doğuracaktır. Kaldı ki yasananların bir tehcir’ olarak adlandırılması Turk toplumunu tum sorumluluklarından da arındırmayacaktır. Ancak soykırım ve tehcirin moral yuku karsılastırılamayacak kadar farklıdır. Birbirini anlamayı arzulayan iki toplum ilk adım olarak salt kendi perspektifinden bakmamayı kendi saptadığı ve inandığı hakikat’i diğerine dayatmamayı bir ilke olarak benimsemek zorundadır. Barısın yeter sartı olmasa da gerek sartı budur. Gunumuz dunyasında etik kaygı ve değerler ustune temellenen bir ortak yasam kulturu ben-merkezli olmamayı kendine dıstan bakabilmeyi gerektirmektedir.




Bu haber kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı () ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+