Daron Acemoğlu’ndan Nasrallah suikastına insanlık durumumuz - Gündem
01 Kasım 2024 - Հակական տոմար - Տարի : 4517 / Ամիս : Սահմի / Օր : Արեգ / Ժամ : Երկրատես

Gündem :

03 Ekim 2024  

Daron Acemoğlu’ndan Nasrallah suikastına insanlık durumumuz -

Daron Acemoğlu’ndan Nasrallah suikastına insanlık durumumuz Daron Acemoğlu’ndan Nasrallah suikastına insanlık durumumuz

Uzunca bir süredir küresel ölçekte bir üne sahip olan iktisatçı Daron Acemoğlu, geçtiğimiz günlerde kendisiyle yapılan bir röportajda “Çin, teknoloji ve yapay zekada insanları denetleyen uygulamalar geliştiriyor. Sansürle muhalefeti susturmak istiyor” diyordu.

“Çin ya da Rusya böyle bir şey yapmıyor, yapmaz” diyebilir miyiz? Hayır elbette ama mesele bu değil zaten; mesele Acemoğlu ve onun gibilerin Çin’e, Rusya’ya ya da İran’a baktıklarında gördükleri şeyi ABD’ye ve Batı’ya baktıklarında çoğu zaman görmüyor, görmezden geliyor oluşları.

Ne demek istiyoruz? Basitçe diyoruz ki bugün ABD’nin ve diğer Batılı ülkelerin güvenlik/istihbarat birimlerinin elindeki teknoloji Çin ya da Rusya’nınkinden kat be kat fazla. Tüm o demokrasi, insan hakları, bireyin özgürlüğü söylemlerine rağmen, bu ülkelerin hem kendi yurttaşlarını hem diğer ülkeleri izlemek, dinlemek, gözetlemek için ayırdıkları bütçe devasa boyutlarda.

Retina taramasından tutun arama motorlarında neyin arandığını takip etmeye, mail yazışmalarını okumaktan tutun telefon dinlemelerine, milyonlarca kamerayla, onlarca uyduyla gözetlenen sokaklardan, şehirlerden tutun internet algoritması ve veri teknolojisi üzerinden insan biçimlendirmeye, son derece rafine yöntemlerle ama bütünüyle kuşatıcı bir şekilde işleyen, distopik bir iktidar mekanizması var karşımızda.

Yaratılan o muazzam “özgürlük yanılsaması”nın ötesinde, hiçbir iktidar yönettiği insan topluluğunun bilgisine böylesine ayrıntılı, böylesine bütünüyle sahip olmamıştır tarih boyunca. Kapitalizm bugün geldiği yer itibariyle, bireyin doğumundan ölümüne en ufak bir kaçış şansının olmadığı, mikro mekanlardan makro mekanlara her türlü kontrolün tesis edildiği, insanı mutlak bir kuşatma altında tutan, tarihin gördüğü görebileceği en totaliter sistem çok net bir biçimde.

***

Peki kendisini alternatifsiz gibi gösterme yeteneğine sahip olan ve ABD/Batı güdümlü bu kapitalist distopyanın insanlığa vaat edebileceği, sunabileceği bir gelecek, eşitlik, özgürlük, refah dolu bir dünya var mı?

İçinde bulunduğumuz ve müsebbibinin kapitalizm olduğu insanlık durumuna bakarak bu soruya kolaylıkla “hayır” yanıtını verebiliyoruz. Bugün kapitalizmin küresel ölçekte insanlığın önüne koyduğu ve kapitalizm varlığını devam ettirdikçe hiçbir şekilde çözülemeyecek beş büyük mesele var.

Bunlardan ilki küresel ölçekte derinleşen gelir dağılımı uçurumu. Özellikle son kırk beş yıldır izlenen neoliberal politikaların bir sonucu olarak hem Batı ülkelerinin kendi içerisinde hem de Batı ile dünyanın geri kalan ülkelerinde yaşayan halklar arasındaki gelir uçurumu giderek büyüyor. Dünyada yaratılan zenginlik giderek daha az kişinin elinde toplanırken, açlık ve yoksulluk artıyor, yaygınlaşıyor, derinleşiyor.

İkinci mesele aslında doğrudan bununla ilgili; gelir adaletsizliği derinleştikçe dünyanın yoksul coğrafyalarından milyonlarca kişi Batı’ya göçme planları yapıyor, yüz binlerce kişi bunun için yollara düşüyor. Yani bugün yaşadığımız küresel göç olgusunun arkasında kapitalizmin yarattığı küresel adaletsizlik bulunuyor. Batı ise bu olguyu bertaraf etmek yerine, sınırlarını güçlendiriyor, güvenlik önlemlerini artırıyor, Türkiye gibi ülkeleri göçe karşı tampon haline getirmeye çalışıyor, bir yandan beyin göçünden faydalandığı gibi diğer yandan da en pis işleri göçmenlere yaptıracak bir istihdam stratejisi uyguluyor.

Üçüncü mesele faşizmin yeni biçimlerinin yükselişiyle ilgili. ABD ve Batı bugün neo-faşizmin merkez üssü durumunda. Bunun gerisinde ise küresel gelir dağılımı adaletsizliğinden kaynaklı göç olgusu var. Sığınmacılar ve göçmenler daha iyi bir yaşam umuduyla ABD ve Batı’nın kapılarına dayandıkça, radikal sağ kendisini sığınmacı ve göçmen düşmanı bir ırkçılık üzerinden kuruyor ve faşizmin kitle tabanı bunun üzerinden şekilleniyor. Yani kapitalizmin krizi bir kez daha faşizmi ete kemiğe büründürüyor.

Dördüncü mesele iklim ve çevre etrafında şekilleniyor. İstenildiği kadar “yeşil dönüşüm”den “yeşil kapitalizm”den söz edilsin, kâr hırsı ve özel çıkarlar üzerine kurulu kapitalizm bir ekolojik felaketi adım adım getiriyor. Kapitalizmin sadece son iki yüz yılda yarattığı doğa ve çevre tahribatı yüz binlerce yılda yaşanan tahribattan çok daha fazla ve kapitalizm yoluna devam ettiği sürece buradan geriye herhangi bir dönüş mümkün görünmüyor.

Son olarak kapitalizm insanlığı açık seçik bir şekilde yeni bir dünya savaşına götürüyor. NATO’nun genişleme politikaları, renkli devrim girişimleri, Ukrayna-Rusya savaşının tetiklenmesi, Çin’e karşı Tayvan meselesinin kaşınması, Japonya, Güney Kore ve Avustralya’nın silahlandırılması ve işte bir kez daha İsrail’in önce Gazze’ye sonra da Lübnan’a yönelik işgal politikalarına verilen sınırsız destek… “Demokrasinin beşiği” Batı medeniyeti en çok nükleer silahı elinde tutuyor ve bunları azaltmıyor, dünyanın en büyük silah tedarikçisi rolünü kimseye kaptırmıyor ve emin olabiliriz ki kapitalizmin krizini normal yöntemlerle çözemeyeceği aşamaya geldiğinde de dünyayı savaşa sürüklemekten çekinmeyecek.

***

İnsanlığı kendisinin asla çözemeyeceği, çözmek istemeyeceği sorunlarla karşı karşıya bırakan kapitalizm, her şeye rağmen ayakta durmayı başarıyor ve bunun da gerisinde ideoloji bulunuyor. Kapitalizm sahip olduğu ideolojik aygıtlar sayesinde kendisini refah ve özgürlükler sistemi olarak sunabiliyor, dünyanın ve insanlığın içinde bulunduğu duruma dair sorumluluğunu gizleyebiliyor, insanlık için başka bir alternatifin asla söz konusu olmayacağı yönündeki bir algıyı yaratıp besleyebiliyor.

İşte Acemoğlu gibiler tam da bunlar için varlar; savaştan göçe, yükselen faşizmden iklim krizine yaşadığımız bütün kötülükleri kendi varoluşunun koşulu olarak gören bu sistemi meşrulaştırmak, kapitalizmin uluslararası ölçekteki işleyiş biçimi olan emperyalizmi görünmez kılmak, sistemi insanların zihninde yeniden ve yeniden üretmek, itaatkâr kitleler yaratmak…

Güncel bir örnek üzerinden somutlayalım. Bugün ABD ve Batı İsrail’in soykırım politikalarını “kendini savunma” olarak görüyor ve destekliyor, İsrail’in çoğu çocuk ve kadın on binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan devlet terörünün ve yayılmacı politikalarının arkasında duruyor, Haniye ve Nasrallah suikastları örneğinde olduğu gibi uluslararası hukukun böylesine aleni bir şekilde ihlal edilmesini destekleyip “kurallara dayalı uluslararası sistem”den söz edebiliyor.

Tüm bunları yaparken de karşısındaki herkesi terör çuvalına dolduruyor, şeytanlaştırıyor. Yetmiyor, mücadelenin demokratik rejimlerle otoriter rejimler arasında olduğu, savaşın medeniyetle barbarlar arasında yaşandığı yönünde masallar anlatıyor, insanların zihnine bunu işlemeye çalışıyor, bunun üzerinden kendisine her ülkede işbirlikçiler, destekçiler yaratmak istiyor ve başarılı da oluyor.

Yoksulluk, eşitsizlik, ekolojik kriz ve savaş üreten bir sistem, tüm bunlar sayesinde ayakta kalmaya devam edebiliyor.

***

Nasrallah suikastı üzerinden Türkiye’ye dönelim bir de. İsrail’in bölgesel savaşı daha da tırmandıracak ve akabinde yayılmacılığını daha da derinleştirecek ABD/Batı destekli bu cinayetin Türkiye’deki siyasi aktörler tarafından karşılanışına bakalım. Bu bize kapitalizmin ve emperyalizmin nasıl çalıştığını çok net bir şekilde gösterecek.

Nasrallah’ın öldürülmesine güya İsrail düşmanı iktidarın ve Türkiye İslamcılığının gerçek bir itirazı var mı, yok? Yok, çünkü hem mezhepçiler hem de bunun ötesinde tarihsel olarak emperyalizmin işbirlikçisi, taşeronu sıfatını haizler. Özellikle Suriye’de destekledikleri cihatçılar yenildiyse bunda Nasrallah’ın yönettiği Hizbullah’ın büyük payı var ve bunu en iyi onlar biliyorlar. Ve işte tam da bu nedenle kendileri İsrail’e karşı tek kurşun sıkmamış Türkiye İslamcıları Gazze için canını ortaya koyan Nasrallah’ın ölümüne seviniyor, kendilerinden geçiyorlar.

İktidarın ve İslamcıların pozisyonu belli; peki ya Özgür Özel’in ve CHP’nin konuya dair sessizliğine ne demeli? Emperyalizm söz konusu olduğunda aylardır devam ettirilen “Filistin bizim meselemiz” edebiyatının sınırlarına gelinmiş olmalı ki Özel’den de CHP’den de suikasta dair tek bir açıklama duymuş değiliz. Hafta sonu Alman Sosyal Demokrat Partisi eş başkanını Türkiye’de ağırlayıp böyle bir hadise yaşanmamış gibi yapmak da zaten neyin ne olduğunu açıkça gösteriyor.

Daha Lübnan Hizbullah’ıyla Türkiye’deki Hizbullah adlı kontrgerilla yapılanması arasındaki farkı bilmeyen cahilleri bir kenara koyalım, kendisine laik diyenlerin önemlice bir bölümü de kapitalizmin ve emperyalizmin ne olduğundan bihaber oldukları için meseleyi “seküler” İsrail’le radikal dinci örgütler ve İran arasındaki bir savaş gibi görüyor ve aslında kendisi bir din devleti olan İsrail’in yanında hizalanıyorlar. ABD ve İsrail’in bölgedeki seküler-sol güçleri nasıl ortadan kaldırdığına ve radikal İslam’ın/cihatçılığın bizzat bunlar tarafından palazlandırıldığına dair ise en ufak bir fikirleri dahi yok.

Bir de nevzuhur faşistlerimiz var; tıpkı İsrail devleti gibi onlar da Araplardan nefret ediyorlar, kendilerini Arap düşmanlığı üzerinden var ediyorlar. İsrail’i medeni-seküler bir devlet, bütün Arapları da şeriatçı sanıyorlar. Emperyalizm işbirlikçisi petrol şeyhlikleriyle emperyalizme direnenleri aynı kefeye koyarak kendi ucube ideolojilerini var etmeye çalışıyorlar, istedikleri kadar “ulusal çıkarlar”dan, “milli çıkarlar”dan bahsetsinler, kafası kopuk tavuk gibi emperyalizmin ekseninde dönmeye devam ediyorlar.

Eksik bırakırsak olmaz, geçen seneki 7 Ekim saldırısından beri daha da alenileştiği bir şekilde Kürt siyasetinin içerisindeki bir damarın Kürtlerin kurtuluşunu emperyalizmle işbirliğinde gördüğünü, ABD-İsrail eksenine yaslanarak bir Kürdistan kurabileceklerine inandıklarını söylememiz gerekiyor. Dost bildikleri, aydın diye etraflarında gezdirdikleri liberal kalem erbabı da tam olarak buraya oynuyor, katıksız bir Amerikancılık/Batıcılık Kürt siyaseti içerisindeki nüfuzunu daha da artırıyor.

Anlaşılıyor olmalı; kapitalizm ve emperyalizm birbirine düşman gibi görünen özne ve aktörlerden kolaylıkla işbirlikçiler çıkartabiliyor, kendisini bunlar üzerinden meşrulaştırıyor, yeniden ve yeniden böyle üretiyor.

***

Biz mi? Biz, insanlığın içinde bulunduğu bugünkü durumun baş sorumlusunun kapitalist/emperyalist dünya düzeni olduğunu biliyor, onunla mücadeleyi en başa yazıyoruz. Demokrasi, özgürlükler, insan hakları illüzyonunun ötesine geçtiğimizde ve “gerçeğin çölü”ne ayağımızı bastığımızda gördüğümüz şey, kapitalizmin bugün bizzat insan türüne, insanın dünyadaki varoluşuna yönelik bir tehdide dönüşmüş olmasıdır ve tam da bu nedenle kapitalizmle mücadele artık tüm insanlık adına verilen bir mücadeledir.

Kendi bekalarını ve geleceklerini kapitalist/emperyalist dünya düzeninde görüp, siyasi yatırımlarını oraya yapanlar olabilir; biz ise insanlığın bekasını ve geleceğini kapitalizmin ilga edilip aşılmasında görüyoruz, bunun için mücadele ediyoruz. Onları “onlar”, bizi “biz” yapan şey de zaten tam olarak bu.








Bu haber sol kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (sol) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(sol). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+