Yerevan’da Aivazovsky’nin gözünden İstanbul -
Osmanlı Konsolosu ile buluşan ressam, “Madalyaların hepsini denize attım, bak kurdeleleri burada, al bunları Padişah’a götür, isterse o da benim resimlerimi denize atsın, umurumda bile değil” dedi.
Zor bir yıl geçirdik. Değişik, tuhaf bir yıl; pek farkında olmadığımız şeyleri keşfettiğimiz, “böyle de mümkünmüş” dediğimiz dönemlerden biri oldu.
2020 sanırım benim için mutfağın ve parkların yılı oldu. Evden çalıştığım zaman dışında en çok bu iki mekânda bulundum. Sıkıldıkça, bunaldıkça, nefes alamayınca, deliriyor gibi olunca, bir anlam, bir ümit ararken, kızım ve bazen de eşimle yemekler yaptık, Yerevan’ın parklarında, ormanlarında dolaştık.
Merkezi parklardan birinde, fırtınalı denizlerin romantik ressamı İvan (Hovhannes) Aivazovsky’nin heykeli var. Yerevan bu açıdan yaşanması çok zevkli bir şehir; aynı insana, lidere, ideolojiye, “tanrılara” ait olmayan heykelleri var. Şair, yazar, ressam, kompozitör heykelleri ile dolu şehir.
Kızım, Aivazovsky’nin deniz ressamı olduğunu öğrendiği günden bu yana, heykele “dalgadan sakalları olan ressam” adını taktı. En çok onun heykelinin olduğu bu parka gitmeyi seviyor; diğer parklara kıyasla, minik hatta az ağacı, bankı olan bu park onun çok hoşuna gidiyor.
Parkta zaman geçirdiğimiz, ona Ayvazovski’yi anlattığım bir gün söz verdim, bu ressamın eserlerini görmek için birlikte “Ulusal Müzeye” gidecektik.
Tuttum sözümü, geçen hafta şehrin en önemli sanat galerisini bünyesinde barındıran müzeye gittik. Sabit sergisinde 62 Aivazovsky sunan müze, Sureniants, Sarian, Serov, Kandinsky, Donatello, Rodin, Chagall ve diğer önemli sanatçıları da bizimle buluşturuyor.
Anna, Aivazovsky’nin deniz resimleri çizdiğini biliyordu ama İstanbul’u Aivazovsky’nin gözünden görmek onu şaşırttı. İnsan seviyor böyle anları. Sizin sevdiğiniz, zevk aldığınız bir şeyden evladınızın da zevk alması, o konuya merak duyması heyecan verici. Bu durum kendi kendine, siz yön vermeden gelişiyorsa daha da etkileyici.
Kırım’da bir Karadeniz liman şehri olan Feodosiya’da, Ayvazyanların yoksul ailesinde dünyaya gelen Aivazovsky, Simferopol Lisesi’nde iken resim yeteneğinden ötürü henüz 16 yaşında Çar I. Nikolay’ın emriyle St. Petersburg Akademisi’ne gönderildi.
Çocukluk döneminden itibaren kimi zaman süt liman, kimi zaman fırtınalı, gün doğarken ve gün batarken, denizin tüm değişen hallerini gözlemleyebilme fırsatı buldu. Çocukken yaşadığı evin duvarlarına kömürden çizdiği resimler ve resme takıntılı ilgisi babasının arkadaşı ve şehrin mimarı olan Koch’un dikkatini çekti. Ayvazovski’nin kaderi Koch’un onu “keşfetmesi” ile başladı.
Akademideki çalışmaları, açılan sergiledeki eserleri dikkat çekti. Kazandığı ödüller sayesinde, İmparator I. Nicholas’ın takdirini de kazandı. I. Nicholas, Baltık Donanması ile Finlandiya Körfezi’ne deneme seferi yapacak olan oğlu Grandük Konstantin Nikolayeviç’e eşlik etmesini isteyince, Ayvazovski’nin deniz üzerindeki yaşantıyı ilk elden gördü, imparatorluk donanması ile hayatının sonuna kadar devam edecek bağı böylece doğmuş oldu.
Yıllar süren seyahatleri ve çalışmaları sırasında birçok ülkede sergiler açtı, dönemin en yetenekli Rus ressamı olarak ün kazandı. Ermeni kimliğinin üstünde durulmasa da o kimliğini gizlemedi, aksine kimliği siyasi görüşlerine de yön verdi.
1830’ların sonunda ünlü Rus şair Puşkin’le tanıştı. Puşkin ve onun şiirleri Ayvazovski’yi çok etkiledi. 1840’ta İtalya’ya gitti. Rönesans’ın doğduğu topraklarda Gogol ile tanıştı, birlikte yolculuk yapma fırsatı buldu. Roma’da İngiliz romantik ressam Turner’la tanıştı.
Papa 16. Gregory, Ayvazovski’nin ünlü Kaos adlı eserini Vatikan için satın alınca, ünü St.Petersburg’u salladı. Bir Rus ressamın, Batı sanat çevrelerinde başarı kazanamsı, Rusya için çok önemliydi. 1844’te Rusya’ya dönüşünde artık Rus Donanması’nın resmi ressamıydı. Bu yükselişi ile sanattaki adı “deniz ressamı” oldu.
Ayvazovski 1845’de yılında, Konstantin Nikolayeviç ile birlikte Anadolu, Ege Adaları ve Doğu Akdeniz’e yapılan bir geziye katıldı. Gezinin durakları arasında İstanbul ve Truva da vardı. Geziden hemen sonra 1846’da Feodosiya’da düzenlediği sergi ile ilgili belgelerden birinde şu satırlar yer alıyordu: “Üç küçük manzaradan en çok Truva’yı beğendim. Onda bir tür hüzünlü şiirsellik var ki her şeyden önce bunu ifade etmek istiyorum.”
1845’te geldiği İstanbul’da Sultan Abdülmecit tarafından Beylerbeyi Sarayı’nda kabul edildi. 1845-1890 arasında İstanbul’a toplam dört ziyaret yaptı.
1874’teki ziyaretinde Mimarbaşı Sarkis Balyan’ın Kuruçeşme Adası üzerinde bulunan evinde bir ay misafir olarak ağırlandı. Tatile gelmemişti, Sultan Abdülaziz’in Dolmabahçe Sarayı için sipariş ettiği tabloları hazırladı. 1890’daki son ziyaretinde ise Sultan II. Abdülhamid’in huzuruna kabul edilerek padişaha iki tablosunu hediye etti.
Beşbinin üzerinde olduğu tahmin edilen eserinin büyük kısmı, St. Petersburg, Moskova ve Yerevan devlet müzelerinde sergilenmekte. 30 kadar eseri ise Türkiye’de; Dolmabahçe Sarayı, Deniz Müzesi, Askeri Müze, Fener Rum Patrikhanesi ve İstanbul Kumkapı Ermeni Patrikhanesi’nin koleksiyonlarında bulunmakta.
Ayvazovski’nin 200’den fazla İstanbul tablosu var, bir deniz ressamı için kuşkusuz muhteşem bir şehir İstanbul.
Türkiye’de “Ermeni asıllı Rus” ressamın, padişahlar tarafından liyakat madalyalarıyla onurlandırıldığı ve İstanbul’u çok sevdiği anlatıldı hep. Ama anlatılmayan, üzerinde durulmayanlar da vardı.
1894-1895 Sultan Abdülhamid döneminde Osmanlı’da Ermenilere katliamlar yapıldığında, Ayvazovsky olup bitenden çok etkilendi. 1915 Soykırımı’nın gölgesinde kalsa da, Ermenilere yönelik 1894-96 Katliamları, Osmanlı’daki Ermeni varlığına vurulan en büyük darbelerden biriydi.
1894’te Sason’da, 1895’te Trabzon’dan başlayarak tüm Orta ve Doğu Anadolu vilayetlerine, Halep ve Kilikya’ya yayılan, 1896’da ise Van, Eğin ve İstanbul’da yapılan bu katliamlardan sonra, 80 yaşındaki ressam, Osmanlı padişahları tarafından verilen madalyalarını önce köpeğinin boynuna bağlayıp doğduğu şehir Kırım Thedosia’daki (Kefe) Türk tüccarların mahallesine gitti, orada herkesin gözüne madalyaları sokarcasına yaptığı yürüyüşten sonra, Ayvazovsky, köpeği ile birlikte deniz kenarına gidip madalyaları denize attı.
Ertesi gün, Osmanlı Konsolosu ile buluşan ressam, “Madalyaların hepsini denize attım, bak kurdeleleri burada, al bunları Padişah’a götür, isterse o da benim resimlerimi denize atsın, umurumda bile değil” dedi.
Ressam, ilerleyen günlerde ‘Trabzon’daki Ermeni Katliamı’, ‘Gecedeki Yalnız Gemi’ ve ‘Marmara Denizi’nde Trajedi’ eserlerini yaptı. Ayvazovski’nin o yıllarda Batı Ermenistan’dan Theodosia’ya kaçan çok sayıda Ermeni’ye de yardım ettiği biliniyor.
Aivazovsky’i de tarihin ve yaşananların bir kısmını görmezden gelerek ya da istediğimiz taraflarını cımbızlayarak tanıyor ve anıyoruz. Doğru değil bu.
Hovhannes’in hikayesi sadece sanat tarihi değil, insani açıdan da emsalsizdir bence. Gösterişsiz bir karadeniz limanında doğan fakir çocuğun, hayatının sonunda dünyada en fazla tanınan ressamlardan biri olması ilham vericidir.
Duvarlara kömürle yaptığı çizimler ona önce St. Petersburg İmparatorluk Akademisi’nde bursun, sonrasında ise dünyanın yolunu açmıştır. 20li yaşlarında uluslararası üne ulaşmıştır: dünyanın dört bir yanındaki sergileri muazzam kalabalıklar tarafından ziyaret edilmiştir. Yazarlar ile arkadaş olmuş, imparatorlar, sultanlar ile çalışmıştır. Gittiği her yerde çoşkuyla karşılaşmıştır.
18 Nisan 1900’de atölyesinde, 83 yaşında ani bir beyin kanamasıyla şövalesinin başında hayata gözlerini kapayan Aivazovsky, benim için hem denizin hem de “hayatta her şey mümkündür’ün” ressamıdır.
Bu haber kronos34 kaynağından gelmektedir.
Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (kronos34) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.
Opinions expressed are those of the author(s)-(kronos34). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com