​Taniel Varujan: Bir Osmanlı şairi - Gündem
24 Kasım 2024 - Հակական տոմար - Տարի : 4517 / Ամիս : Տրե / Օր : Լուսնակ / Ժամ : Այգ

Gündem :

03 Temmuz 2020  

​Taniel Varujan: Bir Osmanlı şairi -

​Taniel Varujan: Bir Osmanlı şairi ​Taniel Varujan: Bir Osmanlı şairi

Politik ve devrimci Osmanlı şairi Taniel Varujan'ı hatırlamak: "Bugün bana, bana gelin hepiniz, / Ne çok alev var yüreğimde, ne çok ışık can evimde. / Sizin killi / Çamurlarınızdan ben, / Yeni bir İnsanlık yoğururum, Ümitli…"


I.
Varujan: “Minör edebiyat” mı?

Gilles Deleuze & Félix Guattari ikilisinin Kafka edebiyatı çerçevesinde geliştirdikleri “minör edebiyat” kavramı felsefi bir tasarımı değil, tarihsel bir bağlamı dile getirir ve bu tarihsellik de imparatorluktan çok ulus-devlet bağlamının koşullarıyla karakterize olmaktadır. Deleuze & Guattari’nin “minör edebiyat” kavramı, Yahudi edebiyatçıların bir başka ulusun içinde, o ulusun diliyle edebiyat yapma durumuna bir açıklık, bir adlandırma getirmektedir. Bir başka toplumun gerçekliğini de bu kavramla açıklayabilir miyiz? Sözgelimi Osmanlı Ermeni edebiyatçılarının durumu da bu kavramla açıklanabilir mi? Ama bu açıklık ve adlandırma Osmanlı Ermeni edebiyatçılarının durumuna bir açıklık getirmemekte, onların durumunu adlandırmamaktadır. “Felsefi değil, tarihseldir” derken işaret ettiğim ayrım bu. Felsefi olan, aynı türden olanları kaplamı içine alır; tarihsel olanın geçerliliği dile getirdiğinin tekilliğine bağlıdır. Deleuze & Guattari’nin örneğinde, Yahudi edebiyatçılar içinde bulundukları egemen ulusun diliyle yazıyorlardı; Deleuze & Guattari’nin “minör edebiyat” dediği budur. “Minör edebiyat minör bir dilin edebiyatı değil, daha ziyade, bir azınlığın majör bir dilde yaptığı edebiyattır. Ama temel özelliği dilin güçlü yersizyurtsuzlaşma katsayısından her koşulda etkilenmiş olmasıdır.” Buradaki “yersizyurtsuzlaşma” kavramı da felsefi değil, tarihsel bağlamla; anlamla değil, anlatıyla yüklüdür ve temelde Yahudi ulusunun tarihî yersizyurtsuzlaşmasını dile getirir. Ama Osmanlı Ermeni edebiyatçılarının durumu oldukça farklı. Osmanlı Ermenileri her şeyden önce yersizyurtsuz değil, yerliyurtludur. Bir başka ulusun içinde değil, halifeliğin güvencesi altındaki Osmanlı tebaasıdır. Ermenice kendi alfabesi olan bir dildir. Osmanlı Ermeni edebiyatçıları kendi alfabeleriyle yazılan kendi dilleriyle yazıyorlardı.

II.
"Modern Ermeni Edebiyatı”

Kevork B. Bardakjian, Modern Ermeni Edebiyatı adlı kitabında, çalışmasının amacını dile getirirken, yapıtının “1500-1920 yılları arasında doğmuş Ermeni yazarların eserlerine ve bunlar üzerinde yazılmış çalışmalara kaynaklık” ettiğini, “sadece matbu Ermenice eserlere” yöneldiğini, “kitaba yabancı dillerde yazan Ermeni yazarları” dahil etmediğini belirtir. Bardakjian, Modern Ermeni Edebiyatı’nda Ermeni edebiyatının temellerini ulusal bilinç açısından derleyip toparlamakta, bir “ulusal edebiyat” inşa etmeye çalışmakta ve çalışmasının tahayyülünü ulus-devlet mitosu ve ideolojisi temelinde geliştirmektedir. “Minör edebiyat” çerçevesinde yer alan Ermeni yazarların, Bardakjian’ın çalışmasının sınırları dışında tutulmuş olmasının nedeni de burada. Buradan hareketle minör edebiyat ile ulusal edebiyat arasında bir karşıtlıktan söz edilebilir mi; bu belki aşırı yorum olabilir ama birbirinin işine hizmet etmedikleri açık gibi. Deleuze & Guattari, “minör edebiyat” kavramını tartıştıkları yerde şöyle bir argüman da ileri sürerler: “Ulusal bilinç, ister belirsiz olsun ister baskı altında, zorunlu olarak edebiyattan geçer.” Buradaki temel soru şu: Milliyetçilik veya ulus-devlet kavramı 19. yüzyıla ait bir kavram olmasına rağmen, Bardakjian nasıl oluyor da 1500- 1920 yılları arasında yazılmış numuneleri bir ulusal edebiyat bilinci için temel bir veri olarak ele alabiliyor?

III.
Osmanlı ve Birleşik Eyaletler

Badakjian’nın ikinci temel kabulü, çalışmasını 1500-1920 yılları arasında doğmuş yazarların yapıtlarına odaklanmış olmasında ortaya çıkar. Bardakjian “edebiyat” terimini “1500-1800 yıllarını kapsayan dönem özelinde, kelimenin geniş anlamıyla ele aldığını” ve tarihçileri de çalışmasına dahil ettiğini belirtir. Bu önemli bir husustur; Ermeniler tarihçi bir millet olarak bilinir. Tarihi yazan değil, ama tarihi yazan. Sözgelimi, Türklerin Anadolu’ya nasıl geldiklerine ilişkin birincil kaynaklar Ermeni tarihçilere ait. Bunlardan Urfalı Mateos’un Vekayi-Nâme’si (952-1136) basılmış durumda ama diğer dört tarihçinin kitapları Türk Tarih Kurumu tarafından henüz basılmış değil. Bardakjian’a göre Ermeni ülkesi on birinci yüzyıldan sonra bağımsızlığını yitirmiş ve 1918’e kadar bir devlete sahip olamamıştır. Ona göre “Ermeni ülkesi, on altıncı yüzyılda, ikisi de Müslüman, ama birbirine karşı amansız bir düşmanlık besleyen iki imparatorluğun, Osmanlı ve Saferi imparatorluklarının savaş alanı haline geldi. Bu iki imparatorluk arasındaki şiddetli çatışma, Doğu Anadolu’nun ekonomik, toplumsal, kültürel ve demografik yapısı açısından yıkıcı sonuçlar doğurarak, birçok Ermeni’nin can güvenliğini anavatanın dışında aramasına neden oldu. (…) Ermeni Kilikyası’nın yükselişi bu büyüklükteki bir yer değiştirmenin anlamlı bir göstergesidir. (…) “Kilise en önemli ve en nüfuzlu kurum ve Ermeni kültürünün tek koruyucusu konumunu korumuş, ticaret ve anadille birlikte cemaati bir arada tutan en güçlü ulusal bağı oluşturmuştu. Ulusal siyasi yapılar bulunmadığından, kilisenin gücü dinî alanın sınırlarını aşıyordu; kilise artık daha büyük bir siyasal rol oynamakta, yerel yöneticiler, krallar, şahlar ve sultanlar karşısında cemaatini temsil etmekteydi. Kilise faaliyetlerinin bu yönü (…) kiliseyi ulusallığın sembolü haline getirdi.”

Steven Nadler, Spinoza: Bir Yaşam adlı Spinoza biyografisinin bir yerinde, 17. yüzyıl Hollandası’ndaki Yahudilerin siyasi konumunu irdelerken, Hollandalı Yahudilerin Birleşik Eyaletler Cumhuriyeti’nin buyruğu ve koruması altında olduğunu, seyahatlerinde yabancı şirketlerle veya devletlerle ilişkilerinde devletin himayesi altında olduğunu belirtir. Meclis Yahudilerin vicdanen Musa’nın emirlerine uymalarını, kutsal vahyin emirlerini uygulamalarını tanır. Ama Meclis cemaat içinde inançlarından sapmalar olursa hoşgörü gösterilmemesini de talep eder. Yine Yahudilerin Hıristiyanları eleştirmekten, onları Yahudiliğe geçirmeye çalışmaktan ve Hıristiyanlarla cinsel ilişkide bulunmaktan kaçınmaları emredilir. Devlet cemaatin içişlerine karışmaz, cemaatin iç ilişkilerini, işlerini cemaatin tabi olduğu din yönetir. Din burada sadece dinsel bir kurum değil, cemaatin içsel sığası temelinde özgür, bağımsız bir siyasal kurumdur aynı zamanda.

Şuraya gelmek istiyorum. Osmanlı yönetimindeki Ermenilerin durumu da bu türden görünmektedir. Daha açık bir ifadeyle, Osmanlı Ermenilerinin durumu Almanya’daki Yahudilerin durumundan çok, 17. yüzyıl Hollandası’ndaki Yahudilerin durumuna benzemektedir. Bogas Levon Zekiyan, Kayıp Kentten Manevi Vatana adlı kitabında Osmanlı’nın kendine özgü bir çoğulculuğu olduğunu ve Osmanlı “millet” anlayışının temelde “etno-konfesyonel” kavramına dayandığı ileri sürer. Zekiyan’a göre, “salt din olgusunun dışında, ‘millet’in içlemini geniş çapta belirleyen mezhep olgusu ve özellikle bunun içerdiği ayin usulü (ritus), töre, dil, Kilise hukuku ve benzeri birçok etno-antropolojik öğe ‘millet’in belirlenmesinde çok önemli bir rol yüklenmektedir.” Ona göre Osmanlı’nın “etno-konfesyonel” kavramına dayalı ‘millet’ anlayışındaki çoğulculuk, “farklı din, ulus ve kültürlere kendi öz benliklerini geleneksel arazilerinin dışında da koruyabilme imkânının sağlanmasında ve çeşitliliği yok etmeyen bir ortaklaşa toplum düzeninin gerçekleşmesinde birçok bakımdan önemli ve olumlu bir aşama olmuştur.”

Bu durum Bardakjian’ın 1500- 1920 yılları arasında yazılmış numuneleri bir ulusal edebiyat bilinci için temel bir veri olarak ele almasının nasıl olanaklı olduğunu açıklıyor. Ama Taniel Varujan vakasını açıklamıyor. “Varujan vakası” dediğim ikili bir durum; Varujan gibi filolojik bir şairin ortaya çıkışı nasıl olanaklı oldu ve trajik sonu nasıl olanaklı kılındı? Taniel Varujan’ı ben Osmanlı Ermeni modernitesinin yükselişi ve sonuyla alakalı görüyorum. Önce Varujan ve Varujan’ın sanatı üzerine duralım, sorunun yanıtına daha sonra döneceğim.

IV.
Özgeçmiş

Taniel Varujan 20 Nisan 1884 yılında, dört çocuklu bir ailenin ilk çocuğu olarak, Sivas’ın Pırknik (Hafik; bugün Çayboyu) köyünde doğmuş. Asıl soyadı Çabukkâryan. Annesinin adı Takuhi Bağdigyan, babasının adı ise Krikor Çabukkâryan’dır. Kardeşlerinin adları Vahan (1900), Arşag ve Bedrus’dur (1908). Taniel Varujan 1896-1898 yıllarında Venedik Mkhitarist Rahipleri’nin Beyoğlu Sakızağacı’ndaki okulunda okuduktan sonra, 1908-1902 yıllarında Mkhitaryanların Kadıköy Moda’daki yatılı okulunda eğitim görür. Mkhitarist rahiplerin, özellikle Moda okulunun müdürü Peder Arisdages Kaskandilyan’ın yeteneğini fark etmesi sayesinde, 1902’de Venedik’teki Murat-Rafaelyan Koleji’ne gönderilir. Burada “yeteneğinin keşfedilmesi” durumunun altını çizmemiz gerekir. Yetenek yani yakınlık ideolojik birlik, çıkar değil. Bu durum Osmanlı Ermenilerinin modernleşmesinin doğasını gösteren önemli kriterlerden biridir. Keşfedilen yeteneği sayesinde Varujan Venedik’te koleji, Belçika’da da üniversiteyi okuyacaktır. Buradaki eğitimini tamamladıktan sonra, 1905 yılında Belçika’nın Gent şehrindeki Gent Üniversitesi’ne yollanır. Siyaset bilimi, edebiyat, felsefe, sosyoloji ve ekonomi eğitimi alır. 1909 yılında üniversiteyi bitirir ve memleketi Sivas/Pırknik’e döner ve 1909-1911 yılları arasında Sivas Aramyan Okulu’nda, 1911-1912’de de Tokat’ta öğretmenlik yapar. Varujan’ın kendi memleketine dönerek öğretmenlik yapması, modernleşmenin yaygınlaşmasını gösteren önemli bir kriterdir; İstanbul’a Tokat’ta çalıştıktan sonra gidecektir. 1910 yılında, Tokat’ta Araksi Taşçıyan’la (1892-1967) evlenir. Vahan Altıparmak ve Nesim Ovadya İzrail’e göre bir aşk evliliğidir bu. Taniel ile Arksi çiftinin üç çocuğu olur; oğulları Hayk ve Armen ile kızları Veronika. Taniel Varujan 1912 yılında İstanbul’a gelir ve Beyoğlu’ndaki Lusavoriçyan Ermeni Katolik Okulu’nun müdürlüğüne atanır. Aynı zamanda üç farklı okulda da dersler verir. Bu görevini tutuklanacağı 1915 yılına kadar devam ettirecektir. Varujan anadili dışında İtalyanca, Fransızca, Latince ve klasik Ermenice biliyormuş.

Katledilişinin 100. yılında Taniel Varujan, Getronagan lisesi öğrencileri tarafından bir törenle anılmıştı. Şişli Kent Kültür Merkezi, 3 Mayıs 2015.

V.
"Ayrılıgın esiriyim; bu yaz Pıriknik’de olurum.”

Taniel Varujan’ın basılan mektuplarının da Türkçeye çevrilmesi gerekir. Şu iki parça Varujan’ın ontik durumu hakkında fikir verebilir; Vahan Altınparmak’ın “Anılar ve Tanıel Varujan” başlıklı yazısından:

“Tatlı annem, İsa yine hayata döndü bak yine Zadik. İnşallah seneye beraber boyarız yumurtaları. Yeni takım elbise aldım ve şişmanladım. Üzülme, eğer bir şeyim eksik ise o da sensin. Merak etme, fazla kalmadı, duva et şu imtahanlarımı geçeyim, bu yaz Pıriknik’de olurum. Ellerinden, hastalandığımda üzüntüden uyku girmeyen gözlerinden öperim. Canım ciğerim annem. Oğlun Taniel.”

“Baba. Ben de senin gibi göçmen serçeye döndüm. Tanrı’ya duva ediyorum sıcak ve tatlı yuvama eğitimli biri olarak dönerim. Ayrılıgın esiriyim.”

Varujan’ın Venedik ve Belçika’dan yazdığı mektuplarda yer alıyor bu ifadeler. “Şişmanladım” derken, bir şişmanlık durumundan değil, bir zayıf kalmama halinden, yani aç kalmadığından, karnının doyduğundan söz etmekte sanırım. “Zayıftım, cılızdım, ama şimdi öyle değilim, düzenli yemek yiyebiliyorum, karnım doyuyor” anlamındadır “şişmanladım” ifadesi. “Hastalandığımda üzüntüden uyku girmeyen gözlerinden öperim” ifadesi ne denli güzel, kıskanılacak bir biçimde dile getiriş! Bu ifadesi bile onun gerçeği/hakikati gören gözlere sahip bir şair olduğunu anlamak için yeterli.

VI.
Varujan’ın poetik ansiklopedisi

A- Taniel Varujan’ın şiir kitapları:

1- Sarsurner [Ürperişler/Titremek] 1906, Venedik
2- Çartı [Kırım/Katliam] 1908, Paris
3- Tseğin Sirdi [Kavmin Yüreği/Milletin Kalbi] 1909, İstanbul
4- Hetenos Yerker [Pagan Şarkıları] 1912, İstanbul
5- Hatsin Yerki [Ekmeğin Şarkısı] 1921, İstanbul

B- Kendi dilinden poetikası:

Varujan’ın ilk şiir kitabı Sarsurner [Ürperişler veya Titremek] 1906 yılında, henüz yirmi iki yaşında iken, Venedik’te yayınlanır. Kitap 18 şiirden oluşmaktadır. Vahan Altıparmak’ın verdiği bilgiye göre ustalığı kabul görür fakat içeriği İstanbul’da bazı çevreler tarafından “karanlık” bulunarak eleştirilir; genç yaşta ölen şair Bedros Turyan’a benzetilir. Bu eleştiri karşısında her hakiki şair gibi içerlemiş Varıjan. Altıparmak’ın aktardığına göre, bir arkadaşına yazdığı mektupta kendisini savunmuş; bu vesileyle de şiir anlayışını dile getirmiş:

“Turyan’ı harekete geçiren güç kendi melankolisidir, bende ise başkalarının. Turyan gülemediği için ağlar, ben sinirden ağlarım. Turyan doğayı hisseder, ben açıklarım. Turyan kendini anlatır, ben analiz ederim. (…) Bana karanlık diyorlar üstadım! Ama belirtmemişler hangi karanlık olduğumu, gecenin sinsi karanlığı mı? Yoksa yeni güne umutla başlamadan önce doğan güneş öncesindeki alaca karanlık mı?”

C- Siyasal/İdeolojik kimlik:

Nesim Ovadya İzrail, 24 Nisan 1915 İstanbul, Çankırı, Ayaş, Ankara [2014, İletişim Yayınları] adlı kitabında Varujan’ın ideolojik kimliğinin oluşumunu şöyle anlatır:

“Belçika’da yüksek tahsiline devam ederken İtalyan ve Fransız edebiyatı, Flaman sanatıyla tanıştı. İnsanlar arasında eşitliği ve işçi sınıfının kurtuluşunu savunan Belçikalı şair Emile Verhaeren (1885-1916) ve sembolist yazar Maurice Maererlinck’in (1862-1949) eserlerini okuyan, Fransız heykeltıraş Camille Claudel’in (1864-1943) eserlerinden etkilenen Taniel şiir yazmaya başladı. Bir sanayi kenti olan Gent’te işçi sınıfının çalışma koşullarını gördü, üniversitedeki tartışmalara katılarak sosyalist fikirlerin savunucusu oldu.”

Bu “sosyalist” nitelemesine tekrar döneceğim.

D- Devrimci şair:

Varujan’ın şiir kitaplarının adlarını irdelediğimizde, onun öncelikli olarak devrimci ve politik bir şair olduğunu söylemek mümkün. Çartı, Tseğin Sirdi ve Hetenos Yerker adlı kitapları özellikle politik sorunlarla ilgili görünmektedir. Varujan’ın “Bir Mayıs” şiiri de, Hetenos Yerker’de, yani Pagan Şarkıları’nda yer alıyor. Ohannes Şaşkal’ın “Taniel Varujan’ın ‘Bir Mayıs’ı” başlıklı yazısında belirttiğine göre, Osmanlı coğrafyasında 1 Mayıs’la ilgili ilk şiir büyük olasılıkla Varujan’a ait. Bu şiir 1 Mayıs 1912 tarihinde, İstanbul’da yayınlanan Azadamart gazetesinin 874. sayısında yayınlanmış. Şaşkal’ın belirttiğine göre, Varujan’ın, Pagan Şarkılar (Hetanos yerker) adlı kitabının, Golgota Çiçekleri (Goğgotayi dzağigner) başlığı altındaki üçüncü bölümünde Bir Mayıs şiirinden başka, İşçi Kız (Panvoruhin), Bekleyiş (Isbasum), Terkedilmiş (Ingetsigı), Ölen İşci (Mernoğ Panvor), Aldatılmış Bakireler (Khapvats Guyser), Makinalar (Mekenanerı), Ara (Tatar)… gibi politik nitelikli şiirleri de yer almaktadır. “Bu şiirlerinde,” diyor Agos'taki yazısında Şaşkal, “emek dünyasına ve emekleriyle yaşama tutunan insanların dramlarına, makinalaşmaya, makinalaşmayla insanın yabancılaşmasına, sermaye düzeninin yıkıcı, ölümcül karakterine ve toplumsal değişimlerle vücut bulan nice acılı yokluk, yoksulluk hâllerine tanıklık ederiz”. Toplamda on yedi parçadan oluşan bu şiirin girizgâhını ve bir parçasını buraya alıntılamak isterim.

Lirim bugün kopararak tellerini, / Doğudan Batıya çağırır sizi. / Siz ey / Ekmeğin kurbanları, / Güneşe hasret oldum olası.

Kendimi gömülü buldum bu sabah / Çevremde açmış güllerin selinde. / Ve dikelerek, / İçtim toprağın özsuyunu, / İçtim bütün yuvaların cıvıltılı coşkusunu.

Bana gelin; ben, Mayıs’ın büyücüsü - / Ben dönüştürürüm terinizi, / Paha biçilmez gülün, o cevahir çiyine. / Ben akıtırım güneşi / Kavruk kemiklerinize.

Atölyeden gelin bana; siz, / Şu güve yeniği dünyamıza / Yeni esaslar tesis ettiniz, nicedir. / Fırından çıkıp gelin; orada / Başınıza, ciğerlerinize kül ekilir.

(…)

Bugün bana, bana gelin hepiniz, / Ne çok alev var yüreğimde, ne çok ışık can evimde. / Sizin killi / Çamurlarınızdan ben, / Yeni bir İnsanlık yoğururum, Ümitli…

“Ben Mayıs’ın büyücüsüyüm” diyor Varujan; “şu güve yeniği dünyamız” diyor; işçi sınıfına olsa gerek, “yeni esaslar tesis ettiniz” diyor ve: Sizin killi çamurlarınızdan ben, yeni bir insanlık yoğururum, ümitli…” diyor. Yayınlanışından 118 yıl sonra, bugün hâlâ yeni içli dizeler. Yaygın 1 Mayıs şiirlerinde görülen, o marş tarzında ortaya çıkan, militan, militarist hava yok bu şiirde. Varujan “Bir Mayıs” şiirini bir örneğe göre yazmamış görünüyor. Ekmeğin Şarkısı’ndaki şiirlerin de poetik doğasını oluşturan o ‘içsel natüralizm’ bu şiirin de ayırıcı özelliği.

E- Edebî muhit:

1914 yılında Mehyan (Tapınak) dergisinin yazı işlerinde yer alır. Dergiye Varujan önderlik etmektedir. Mehyan, içinde Kirikor Zohrab, Gosdan Zaryan, Hagop Oshagan, Aharon, Kegham Parseghyan, Siyamato, Zabel Essayan gibi yazarların yer aldığı “Golghgotayi Dzağikner” (Golgotha Çiçekleri) adıyla anılan edebî bir grubun yayın organıdır. Mehyan dergisi yedi sayı çıkmış. Dergide çıkan bir yazıda ya da manifestoda bu hareketin amacı şöyle dile getirilmiş; Nesim Ovadya İzrail’in 24 Nisan 1915 adlı kitabından aktarıyorum:

“Ermeni milletinin kölelik ve karanlıktan uyanması, yüzyılın uygarlık seviyesine ulaşması, Hıristiyanlık öncesindeki büyük geçmişine dönmesi ve kendi ayakları üzerinde durabilmesi için teşvik edilmesi, bu sayede muhafazakâr Ermeni önderlerine ve Osmanlı yönetiminin zulmüne karşı çıkması için Ermeni Rönesansı’nın başlatılması.”

İzrail’e göre Mehyan’ın temel ideolojisi de şu sözlerle dile getirilmiş:

Biz Ermeni ruhunu ve inançlarını temsil ediyoruz. Çünkü Ermeni ruhu yaşamaktadır ve zaman zaman kendini göstermektedir. Biz diyoruz ki: Ermeni ruhu olmadan Ermeni Edebiyatı ve Ermeni Sanatı olamaz. Her gerçek sanat sadece kendi milletinin ruhunu ifade eder. Biz diyoruz ki: Dış etkenlerle kazanılmış gelenekler, yabancı etkiler, yönlendirilmiş ve deforme olmuş duygular Ermeni ruhuna hâkim olmuştur, ama onu asla yok edememiştir.”

Navasart Kragan Yev Keğarvesdagan Darekirk (1914) adlı edebiyat ve sanat yıllığını yayınlar. Meryan ve Navasart çalışmaları şairliğinin eylemsel yönünü göstermesi bakımından, biçimsel olarak da önemlidir. Varujan’ın yaşadığı dönem Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi olan [Selanik ve] İstanbul’da kamusal hayatın ortaya çıktığı bir dönemdir. Osmanlı’da kamusal hayat 19. yüzyılda vuku bulur. Devlet kamusal hayatın oluşu karşısında ne yapacağını şaşırmış görünür. Gazete, dergi ve sanat yıllığı gibi iletişim unsurları da kamusal hayatın temel taşıyıcılarıdır. Buradan hareketle bakıldığında, Varujan’ın bir şair olarak kendisini edebiyatın kamusal alanı içinde de inşa etmekte olduğu görülür. Bu duruma şairin kendisini sosyalleştirmesi de denilebilir. Dergi, etkinlik, sanat yıllığı, edebiyatın kendisini değil, edebiyatın kamusal alanını veya edebiyatın sosyolojisini oluşturur.

VII.
Sosyalist mi Komünist mi?

İzrail ve Ohannes Şaşkal, Varujan’ın sosyalist düşünceyi benimsediğine değiniyorlar. “Sosyalist düşünceyi benimsemek” ketum ve çok bulanık bir ifade. Bir kimliği dile getirmesi bakımından “sosyalist” ifadesi, ‘60’lı yıllarda ortaya çıktı, “komünist” ifadesine karşı bir ılımlılığı dile getiriyordu. Demirperde komünizmine karşı güleryüzlü sosyalizm, ‘60’lı yılların ruhunu oluşturur. ‘60’lı yıllardan önce Marksistler kendilerini sosyalist olarak değil, komünist olarak tanımlarlardı. Söz gelimi Nâzım Hikmet mahkemede kendisini “ben komünistim” diye tanımlamıştı. Memet Fuat, 2000 yılının Haziran ayında Nâzım biyografisine yazdığı önsözde onun artık komünist olarak değil hümanist olarak anılmasını istiyor gibiydi. Hegel bir yerde “tarih mezbahadır” der. Kimse mezbahada kalmak istemez. Şaşkal’ın vurguladığı gibi, Varujan 1 Mayıs’la ilgili ilk şiiri yazan şairlerden biri, belki de ilki. Varujan için Marksist diyebilir miyiz? Marx’ı okumuş olabilir mi? Ermenice kaynaklarda bilgi vardır sanıyorum. Ama komünist hareketten etkilendiği, ideolojik ve düşünsel bakımdan komünist hareket içinde durduğu açık.

VIII.
"Osmanlı şairi”

Tanıel Varujan için “Osmanlı şairi” ifadesini kullanıyorum. Bu adlandırma tartışmalı görülebilir, belki daha uygunu “Osmanlı Ermeni şairi” ifadesidir. Ama sözgelimi Şeyh Galip, Bâki veya Namık Kemal için “Osmanlı Türk şairi” diyor muyuz? Akademik Türkoloji veya Cumhuriyet dönemindeki Türkolojinin inşa süreci, Osmanlı İmparatorluğundaki edebî veya poetik faaliyeti, millet çeşitliliğinin vücudu biçimindeki bir imparatorluğun edebiyatı olarak değil, geçmişteki millet çeşitliliğini budayarak, Osmanlıdaki millet çeşitliliğini tekilliğe indirgeyerek, sanki Türk ulus-devlet fikrinin geriye doğru bir uzantısı biçimindeki Türk edebiyatının geçmişteki asli vücudu olarak inşa eder; imparatorluk bir ulus-devletmiş gibi... Osmanlı İmparatorluğu’nun veya Osmanlı Devleti’nin emsali Roma İmparatorluğu’dur, Türkiye Cumhuriyeti değil. Murat Belge’nin “Türkçe edebiyat” adlandırması belki İmparatorluk edebiyatı için kullanışlı olabilir: “Osmanlı İmparatorluğu’nun Türkçe edebiyatı”, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermenice edebiyatı”, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kürtçe edebiyatı” gibi. Adlandırma dilsel bir meseledir. Masum olmadığı söylenecektir. Önemli olan adlandırma ile neyin kastedildiği ve bu kastedilenin açık seçikliğidir.

XIX.
“Meçhule doğru”

Dostoyevski 22 Aralık 1849 tarihinde kardeşi Michael’e hapishaneden şu kısa mektubu yazar:

“Bugün 22 Aralık’ta hepimizi Semyonovski meydanına götürdüler. Orada bizlere ölüm hükmümüzü okuduktan sonra öpmemiz için haç verildi ve başlarımızın üzerinde hançer kırıldı. Mezar tuvaletlerimiz de (beyaz gömlekler) hazırlanmıştı. Sonra içimizden üçünü ölüm cezasını yerine getirmek için kazıklardan yapılmış çitin önüne götürdüler. Ben sırada altıncıydım. Üçer kişilik topluluklar halinde çağırıyorlardı bizi. Ben ikinci toplulukta olduğum için bir dakikadan fazla ömrüm kalmamıştı. O zaman seni düşündüm kardeşim benim. Son ânımda kafamda yalnız sen vardın. Belki de hayatımda ilk defa seni ne derece sevdiğimi o zaman öğrendim sevgili kardeşim. Son ayrılıkta en yakınımda duran Plestçeiev ile Dourov’u kucaklamam için vaktim vardı. Sonra çekilme emrini duyduk. Direklere bağlanmış olanlar geri getirildiler ve bizlere İmparator Hazretleri’nin hayatımızı bağışladığını bildiren yazısını okudular.” (Çev. Zeyyad Özalpsan)

Dostoyevski’ye gülen talih Varujan’a gülmeyecektir. Dostoyevski kardeşi için, “son ânımda kafamda yalnız sen vardın” diyor. Varujan’ın son ânında kafasında kim vardı acaba, gözlerinin önüne kim geldi? Araksi Hanım mı, doğumunu beklediği yeni bebeği mi, kızı mı, büyük oğlu mu?

Varujan ve dört arkadaşı Ankara’ya, Ayaş’a götürülmek üzere 26 Ağustos günü, sabah erkenden Çankırı’dan iki araba ile yola çıkarılmıştı. Arabalara Selanikli bir polis ve bir jandarma refakat ediyordu. İzrail’i takip ediyorum: "Arabalar, Kalecik’e bağlı Tüney köyü civarında Kürt eşkıya reisi Halo ve çetesi tarafından durdurulur. Tutukluları koruma ve kollamakla görevli jandarma ve polis, çetecilerin saldırısını seyretmekle yetinir. Eşkıya çetesi paralarını ve üstlerindeki giysileri aldıktan sonra Taniel Varujan ve dört arkadaşını öldürür.” Burada eşkıyaların giysileri almaları gözden kaçırılmamalı. Varujan direnmiş; şiir defterini yırtmış olabilirler. Eşkıya sinirlenmiş görünüyor; gözlerini oymuşlar, karnını deşmişler. İzrail Kürt eşkıya reisi Halo ve çetesiyle irtibatlı olan Çankırı İttihat ve Terakki Fırkası’nın parti sekreteri Cemal Oğuz ile Çankırı askerî komutanı olan Yüzbaşı Nureddin’in bu cinayetten sorumlu tutularak 1919 yılında yargılandıklarını da belirtiyor. Kuşkusuz, İstanbul’un gölgesi altında.

Ama Çankırı’ya tekrar dönmemiz gerekiyor. Çankırı’ya gönderilen Ermeni aydınlarına ilişkin, Dâhiliye Nazırı Talat Bey, yani Talat Paşa şartlı bir af getirir: Serbest bırakılacaklar ve İstanbul dışında diledikleri yere gidebileceklerdir. Mikael Şamdanciyan anlatıyor: İlk yirmi dört kişilik kafile 19 Ağustos 1915 günü Çankırı’dan ayrılır. Geriye otuz yedi kişi kalır. Otuz yedi kişilik bir serbest bırakılma emri beklenmektedir. Otuz yedi kişilik bu emir o gün gelir. Ama listedeki isimlerde bir sorun vardır. Daha önce Çankırı’dan ayrılmış beş kişinin ismi listede yer alırken, hlihazırda Çankırı’da bulunan beş kişinin ismi listede yoktur. Bu beş kişinin içinde Taniel Varujan ve Rupen Sevag da vardır. Varujan ve Sevag hemen Dâhiliye Nezareti’ne başvurarak diğer otuz iki kişiyle birlikte muamele görmeleri gerektiğini belirtirler. Varujan ayrıca beş gün önce, 14 Ağustos 1915 tarihinde de karısı Araksi’ye “Dâhiliye Nezareti’ne bilmüracaatla kararı telgrafla bildiriniz” diye telgraf göndermiştir. 25 Ağustos 1915 gününe kadar yanıt gelmez. 26 Ağustos sabahı Ayaş’a götürülmek üzere yola çıkarılacaklardır. Geride kalan otuz iki kişiden biri olan Şamdanciyan, bu bilgilerin kaynağı olan anılarında Varujan’ın yola çıkışını, “meçhule doğru” diye betimlemiş ve şu notu da düşmüş: “Varujan Çankırı’daki arkadaşlarımızın en sessiz ve çekingenlerinden biriydi.” Vahan Altıparmak, Şamdanciyan’ın anılarını aktarırken birçok kişinin atladığı veya görmezden geldiği bir ayrıntıyı da alıntılamış.

“Beş arkadaşımızın yola çıkmasından 24 saat sonra, İstanbul’dan onların da diğer otuz iki kişiyle aynı muameleye tabi tutulmalarını bildiren bir telgraf gelmişti. Ne yazık, insanın kara talihi amansız çarkını geriye çevirmesi mümkün değildir!”

Dostoyevski’ye gülen talih Varujan’a gülmemiş derken dile getirmek istediğim buydu..





Bu haber t24 kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (t24) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(t24). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+