Dışişleri’nde güvenlik soruşturması: ‘Soyunda dönmelik var mı? -
Dışişleri’nde güvenlik soruşturması: ‘Soyunda dönmelik var mı?
Aydın Selcen’in ‘Gözden Irak’ta: Hariciyeci Gözüyle Anı/Anlatı’ kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı. 20 yılı aşkın bir süre Dışişleri Bakanlığı’nda çalışan Selcen, 2010 – 2013 arasında yürüttüğü Erbil Başkonsolosluğu görevinden Ankara’ya döndüğü gün istifa etti. ‘Gözden Irak’ta’ halen gazeteduvar.com sitesinde yazılar yazan Selcen’in ilk kitabı. Aydın Selcen’le kitabından yola çıkarak Dışişleri Bakanlığı’na ve Türkiye’nin günümüzdeki dış politikasına uzanan bir söyleşi yaptık. Selcen, “Kitapta aslında sorulara yanıt vermiyorum. Okuyucunun sorular sormasını sağlamaya çalıştım” diyor. Eski bir hariciyeci olarak yazdığınız bu kitap, görev sırasında tuttuğunuz notlara mı dayanıyor?
Hayır, bunları hafızamdan yazdım. Bu kitabı yazmaya başladığımda çoktandır gazeteduvar.com’da yazıyordum. O yazılarda hariciyeci olduğum dönemde başımdan geçenlerin bir kısmını aktarmakta olduğum için hafızam canlıydı. Biz hariciyeciler günlük tutmuyoruz. Günlük olarak not da tutmayız.
Böyle bir yasak mı var?
Aslında yasak değil ama bizde bu, bir tür ihanet gibi görünür. Boşverin günlük tutmayı, bu kadar emekli büyükelçi ve bakanlık müsteşarı var. Bırakın kitabı, çoğu makale bile yazmıyor. Hatta önemli bir kısmı TV’ye çıkıp görüşlerini ifade etmeyi bile kabul etmiyorlar. Bunların istisnaları da var elbette. İlginç bir tesadüf olarak, benim iki eski amirim de bu duruma birer istisna teşkil ediyorlar. Bir dönem CHP Genel Başkan Yardımcılığı da yapan emekli büyükelçi Murat Özçelik ile halen CHP Genel Başkan Yardımcısı ve milletvekili olan emekli büyükelçi Ünal Çeviköz.
Sizin kitabınızın farklı bir yönü var. Bazı bölümler kısa öykü tekniğiyle yazılmış kurgu metinler. Bu nereden aklınıza geldi?
Lise yıllarından bu yana kısa öykülere çok meraklıyım. Biraz oradan esinlendim. Ayrıca kitapta görsel sahneler olsun istedim. Çizgi romana da çok merakım vardır. Aslında benimle çalışacak bir çizer olsaydı bunu bir çizgi roman olarak yazmak da isterdim.
Diplomat olmaya lise yıllarında mı karar verdiniz?
O dönemde Semih Günver’in Menderes döneminin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu üzerine yazdığı kitap beni çok etkilemişti. Aslında lise sondayken şilep kaptanı olmak istiyordum ama olmadı. Üniversite sınavında Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü de şilep kaptanı olamadığım için sanırım ‘uluslararası sulara açılmak’ için istedim. O bölümü tercihimden çok memnun kaldım çünkü Günay Göksu Özdoğan, Şule Kut, Ayhan Aktar, Nihal İncioğlu, Kemali Saybaşılı, Fulya Atacan gibi hocalar bizim ufkumuzu açtılar. Okul bittikten sonra dışişleri sınavını kazandım. Dışişleri sınavını kazanamasaydım gazeteci olmak istiyordum.
Dışişleri Bakanlığı 1990’lardan bu yana özellikle de AKP döneminde çok eleştiriye uğradı. “Monşerler” gibi etiketler Dışişleri mensupları için çok kullanıldı. Bugün gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son dönemden bir örnek vereyim. Dışişleri Bakanlığı’nda ‘Yönetim İşleri’ diye bir bölüm açılmış. Onun başına İmam Hatip mezunu olup, daha sonra Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi Bölümü’nü bitirmiş birisi tayin edildi. Bana sorulduğunda da söyledim. O kişinin özgeçmişi önemli değil. En az 40 civarında büyükelçi Ankara’da otururken neden böyle atamaya ihtiyaç duyuldu? Şunu baştan söyleyeyim. Dışişleri’nin de diğer devlet kurumları gibi pek çok günahı vardır. Bana bugün deseniz ki “Geç Dışişleri’nin başına” inanın 6 ay içinde şok tedaviyle neleri değiştirebileceğimi çok iyi biliyorum. Öte yandan Dışişleri’nin içinde çok farklı özelliklere sahip insanlar vardır. Siz bunları beğenmeseniz bile bunlar genç Dışişleri mensuplarına pek çok konuda esin kaynağı olabilirler. Mesela kimi tiyatro oyunları yazar, kimi görsel sanatlarla ilgilenir, kimi dağcılık yapar. İsmet Birsel gibi resim yapanlar vardır. Oğuz Demiralp gibi edebiyatla çok yakından ilgili insanlar vardır. Ya da bir yabancı dili çok iyi kullananlar vardır. Siyasetsiz insanlardır bunlar; hangi hükümet gelirse ona çalışırlar ve o bildikleri oyunu oynarlar. O bildikleri oyunu oynayarak Osmanlı’nın yıkılışını onlarca yıl belki de yüz yıl geciktirmişlerdir. Şu anda Said Halim Paşa’nın anılarını okuyorum. Kendisi hariciye kökenli olmasa da diplomasinin duygulardan arındırılmış bir şekilde berrak bir zihinle nasıl yürütüldüğünü çok güzel anlatıyor. Ayrıca Dışişleri bir kurumdur. O kurumun içinde yetişirsiniz. Bir kişi ne kadar zeki olursa olsun 25 yaşında parlak bir diplomat olmaz. Amirlerinizden öğrenirsiniz, pratik içinde öğrenirsiniz. Yani tecrübe çok önemlidir. Dışişleri’nin yavaş olduğu düşünülür ama aslında öyle değildir; saatler bile önemlidir. Öte yandan istihbaratçıların da askerlerin de kabul ettiği gibi, Dışişleri’ndeki hiyerarşi onlardan daha serttir. Amirinizin yanında size çok az söz hakkı gelir o da ancak bir iki cümlelik bir söz hakkıdır, daha fazlası değil. Bugün Dışişleri personelinden şikayet eden AKP’lilere şunu sormak lazım: Ne dediniz de yapmadılar? Sizin altınızı mı oydular? Medyaya istemediğiniz bir sızıntı mı oldu? Bunların hiçbirine “evet” diyemezler. O zaman bu garez niye? Bakın basında yeni çıktı. 2010-13 arasında yani tam benim Erbil Başkonsolosluğum ve Ahmet Davutoğlu’nun bakanlığı döneminde Dışişleri’ne girmiş 270 kişi, FETÖ’den atıldı. Bunların çoğu İngilize bile bilmiyordu. Bu yüzden İngilizce kursuna gönderildiler. Kişinin dini eğilimi kimseyi ilgilendirmez ama liyakat önemlidir.
Osmanlı döneminde Hariciye’de pek çok Ermeni, Rum, Yahudi vardı. Cumhuriyet döneminde ise buna rastlamıyoruz. Bu konu siz Dışişleri’ndeyken hiç gündeme geldi miydi?
Bu sadece Dışişleri’nin değil, devletin genel olarak eksikliği. 1990’lardaydı. Bakanlıkta çalışırken güvenlik soruşturması formunda “soyunda dönmelik yoktur” diye bir ifadeye rastladım. Bunu amirime götürüp, “Bu ne demek?” diye sormuştum. “Dönme derken neyi kastediyoruz? Selaniklileri, Sabetayistleri mi? Pontus Rumları ya da 1915 sonrası Müslümanlaşmış Ermenileri mi kastediyoruz?” Amirime ne kastedilirse kastedilsin bunun yanlış olduğunu ve güvenlik formundan bunun çıkartılması çıkartılması gerektiğini söyledim. Amirim de bana “Haklısın ama bu konuyu fazla karıştırma” dedi.
Bu hâlâ devam ediyor mu?
Hayır. 2000’lerde AKP döneminde bu kaldırıldı. Hatta sadece bu bölüm değil, o tür güvenlik soruşturması da kaldırıldı.
Peki, hangi dönem bu tür güvenlik soruşturması yürürlüğe girmiş?
Onu tam bilmiyorum ama oldukça eski bir uygulama olabilir. Burada bir noktaya daha dikkat çekmek istiyorum. ‘Dönme’ hoş bir tabir değil ama eskiden İstanbul’da Sabetayistlere ‘dönme’ denirdi. Ama sanıyorum o formda ‘dönme’ derken kastedilen sadece bu değildi. Rum, Ermeni de kastediliyordu.
Peki, farklı inanç gruplarından insanların Dışişleri’ne girmesi yasak mıdır?
Hayır, bildiğim kadarıyla yasak değil. Ama Dışişleri’ne başvuranına da en azından ben rastlamadım. Oysa başvurabilecek olanları cesaretlendirsek, başvursalar ve Dışişleri’ne girseler ne kadar güzel olur. Türkiye’nin temsili bakımından da çok etkileyici olur.
Dışişleri’nden ayrıldıktan sonra bir buçuk yıl kadar bir petrol şirketinde çalışmışsınız. Bu çerçevede sorayım. Ortadoğu’da ve özellikle Suriye’de yaşananlar petrol ve doğalgaz savaşı mı? Yoksa bu enerji meselesi bir tür fetiş mi? Enerji kısmı bazı uzmanların dediği gibi abartılıyor mu?
Fetiş güzel bir sözcük. Ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu da “Suriye’de petrol kavgası var” diyor. Bu doğru değil. Suriye’de petrol var ama sadece kendisine yetecek kadar var. O petrol dünya için çok da önemli değil. Irak’ta ise çok büyük petrol yatakları var. Aynı şey doğalgaz için de geçerli. “Doğu Akdeniz’de gaz var” deniyor. Dünyanın pek çok yerinde de gaz var. O gazın çıkartılmasının ne kadar maliyetli olduğu gözardı ediliyor. Doğu Akdeniz’de denizin dibinden doğalgaz çıkartacaksınız. Daha sonra bunu sıvı hale getirmek için yüzer platform yapacaksınız. Bu kabaca 10 milyar dolar maliyet demek. Öte yandan bizde petrol ve gaz yok ama su var. Önümüzdeki dönemde suyun önemi daha da artacak. Şunu demek istiyorum: Önemli olan karşılıklı iş yapabilmektir. Bunu bir buçuk yıllık petrol şirketinde çalıştığım dönemde öğrendim.
Suriye’deki kavga petrol kavgası değilse neyin kavgası?
Suriye’deki kavga 2011’de neyin kavgasıydı, 2019’da neyin kavgası, diye bakmak lazım. Suriye’de temel soru şuydu: Devlet yıkılmadan rejim değişebilir mi?” Irak’ta bunun böyle olmadığı görüldü. Irak’ta devlet de rejimle birlikte yıkıldı ama hâlâ toparlayamıyorlar. Bu nedenle Suriye’de işler başka türlü gelişti. 2015’te Rusya’nın da dahil olmasıyla durum iyice değişti.
Kürt sorununda çözüm sürecine yeniden dönülür mü?
Keşke dönülse. Barış süreci ve çözüm süreci kavramları kirli hale getirildi. Şunu vurgulamak lazım: Tüm eksiklerine ve yanlışlarına rağmen çözüm süreci önemli bir denemeydi. Başarılı olmamış olabilir ama bu süreçler uzun yıllar alır. Zaman zaman kopuşlar olur. Süreç yeniden canlanır. Bence meseleye böyle bakmak lazım. Çözüm süreci kavramını tukaka etmek, önemsizleştirmek doğru değil.
Son günlerde ABD’nin İran’a müdahalesi tartışılıyor. İran’a ABD müdahalesi bekliyor musunuz?
Hayır, beklemiyorum. Görebildiğim kadarıyla, İran’a müdahalenin ne kadar sorunlu olacağına dair ABD’de bir görüş birliği var. Eski CIA direktörlerinden David Petraeus’un son açıklamaları bu konuda önemli. Petraeus, “İran’ın çok dikkatli olması lazım. Zira bu ABD yönetimin ne yapacağı belli olmaz. İki taraf da yanlış yaparsa İran’a çok ağır bedel ödetecek bir müdahale olabilir” diyor. ABD’de İran’a çok ağır bedel ödetecek kapasite var. Kaldı ki şu anda uygulanan, daha öncekilere göre çok daha sert olan ambargo, İran ekonomisini çok olumsuz etkiliyor. Öte yandan ABD’nin Çin firması Huawei örneğinde yaptıklarına da bakmak lazım. ABD yönetimi, Çin’e de İran’a da artık daha ciddi olacağını söylüyor. Bundan bizim de ders çıkarmamız lazım.
Bu haber agos kaynağından gelmektedir.
Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (agos) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.
Opinions expressed are those of the author(s)-(agos). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com