Ermeniler yeni patrik seçebilir mi? -
Ermeniler yeni patrik seçebilir mi?
1990’ların sonunda, Ermeni cemaatinin güçlü, kararlı ve insanları derinden etkileyebilen iki lideri vardı. Bu liderlerin en sihirli yanı sadece Ermenilere değil, tüm Türkiye’ye de hitap edebilmeleri, onlara da kendilerini dinletebilmeleriydi.
Bu tehlikeliydi. Dinleyen insanlar, o konu hakkında düşünmeye başlıyor, anlatanı anlıyor hatta muhataplarını sevebiliyorlardı.
En büyük oyun bozucular, böyle insanlardı; farklı bir şey anlatıp, kendini dinlenebilir kılan ve ezber bozanlar.
Bugün bu iki insan yok, ikisi de tuhaf bir biçimde aynı dönemin karanlığında “pasifize” oldular.
Hrant Dink sokak ortasında öldürüldü, cinayetten kısa bir süre sonra ise Patrik Mutafyan adına bitkisel hayat denilen bir ölüm uykusuna düştü.
Ermeniler tabir yerindeyse ışık gösterecek ana fenerlerini kaybettiler. Ermenilerin istemeden de olsa teslim olduğu bu karanlık daha sonra tüm ülkeye yayılacaktı, o zaman bilmiyorduk…
Türkiye’de herhangi bir Ermeni Kilisesi’nin sadece bir ibadet alanı olmadığı gibi Ermeni Patriği de sadece dini önder değildir. Değildi.
Özellikle 90’lardan önce kimlik konusunda çok sancılı dönemlerden geçen Türkiye Ermeni toplumu için kilise, kültürün, dilin korunabildiği, örgütlenmenin sağlandığı bir mekandı.
Kilise aslında kültürün garantörüydü, dinin değil.
Bir Ermeni, Tanrıya ya da dine ister inansın ister inanmasın, onun için kilisenin anlamı farklıydı. Kilise; Ermeni olabildiğiniz, Ermeni kalabileceğiniz konusunda umutlandığınız yegâne yerdi.
İş böyle olunca Patriklik makamının da anlamı farklılaşıyordu.
Bugün hala büyük bir misyonu yerine getiren Aras Yayıncılık’ın 1993’te kurulması ve akabinde Türk ve Ermenice okuyamayan Ermeni okurun Ermeni edebiyatı ile tanışması ve 1996’da Agos’un kurulması ile susmuş, hakkında Türkiye basınında çıkan her korkunç haberi sineye çekmiş Ermeni cemaatinin görünür olmaya başlaması çok şey değiştirmişti.
Ermeni toplumunda taşlar yerinden oynamıştı, özellikle gençlerin kimliklerine bakışı, kendilerini dışa vuruşunda yavaş da olsa bir değişim başlamıştı. 1998’de Mesrob Mutafyan’ın Patrik seçilmesi, bu “görünür” olma sürecinin son ve önemli halkalarından oldu.
Mutafyan gençti, enerjikti, insanları ardından sürükleyebiliyordu.
Karizması, başta Türk devleti olmak üzere, Patrikhane’de kontrol sağlamayı arzulayanların hoşuna gitmiyordu. Kolay zapt edilecek, söz dinleyecek bir Patrik olmayacağı, ipleri eline alacağı ve gerek devlet, gerekse de cemaatin önde gelenleri ile dengeleri değiştireceği belli oluyordu.
Tam da bu yüzden, Mutafyan’ın Patrik seçilme süreci, sarsıcı zaferini saymazsak oldukça zor gerçekleşti.
Mutafyan’ın devlet onaylı “adaylara” göre daha milliyetçi, daha idealist hatta gizli ajandalı bir “bilinmez” oluşu devlet tarafından ince ince pompalandı. Basın her zamanki gibi devletin en büyük destekçisi, sinsi propaganda organı oldu. 1990’daki Patrik seçimlerine aday olması engellendi ama 1998’deki seçim Mutafyan’ın galibiyeti ile sonuçlandı.
10 Mart 1998’da Türkiye Ermenileri 83. Patriği Karekin Kazancıyan vefat etti. Tüm tepkilere, üstü kapalı uyarılara rağmen 22 Nisan’da Başepiskopos Mutafyan adaylığını açıkladı. 1 Mayıs’da Müteşebbis Heyet, seçim için Bakanlar Kurulu’nun kararının beklendiğini açıkladı.17 Mayıs’ta seçimin yapılması için yapılan başvuruya resmî yanıtın gelmemesi ve Valiliğin “Kararname beklenmeli” uyarısı üzerine, Müteşebbis Heyet İçişleri Bakanlığı’na başvurdu. Devlet işi yokuşa sürüyordu.
Başvuruda, 1991 ve 1998’de patrik seçimlerinin 1961 sayılı kararnameyle yapıldığı, bunun Ermeni Kilisesi’nin örf ve âdetlerine uygun olduğu ve Ermeni toplumunun aynı koşullarda seçim yapmak istediği belirtildi. 15 Haziran’da İstanbul Valiliği, Patrikhane’ye ve Başepiskopos Şahan Sıvacıyan’a gönderdiği yazıda, Patrik Vekili Mutafyan imzalı dilekçelerin işleme konmayacağını bildirdi. Valilik’ten gelen yazıda, “Hukuk sistemimize göre, asilin yokluğunda en yaşlı ve kıdemli üyenin vekilliği esastır” deniyor ve Mutafyan’ın vekilliğinin tanınmayacağı bildiriliyordu.
Mutafyan dirayetliydi. 16 Haziran’da Valiliğe hitaben yayımladığı cevapta “Kilisemizin hukuku, örf ve âdetlerine göre, her zaman olduğu gibi bugün de patrik vekilliği görevini hangi ruhaninin üstleneceğine Ruhani Meclis ve Patrikhane dışında bir kurum veya kişi karar veremez. Ermeni Kilisesi’nin geleneklerinde patrik vekilliği hususunda kıdem veya yaşa itibar olunmaz” dedi.
22 Haziran’da Valilik, aksi tavrın sürmesi halinde yasal işlem başlatılacağını bildirdi. Ruhani Kurul geri adım atmadı, aynı gün yaptığı toplantıda Mutafyan’ın patrik vekilliğini bir kez daha ilan etti. En sonunda patrik seçiminin yapılması kararlaştırıldı.
Toplam 16 bin oyla, Cumhuriyet tarihinin en yüksek katılımlı seçimi yapıldı. Başepiskopos Mutafyan, 79 sivil ve 10 ruhani delegenin katıldığı seçimlerde 74 oy alarak Türkiye Ermenilerinin 84. patriği seçildi.
Devlet, tarih boyunca Patriklik sandalyesine kimin oturacağına hep müdahil olmak istemiş, olmuştu da. Tek resmi Ermeni temsilciliği olan Patrikliği denetleyebilmek, Ermeni azınlığı zapt etmek demekti. Darbe üstüne darbe alan bir halkın, ayağa kalkamaması herkes için hayırlıydı.
Ermeni cemaati, bu kez devletin “oyununa” gelmemişti. Mutafyan’ın kararlılığı ile kendinde güç bulan Ermeniler “Seçilse bile devlet onu oraya oturtmaz!” dedikoduları yapılan patriğini seçmişti.
Bu seçim kampanyasında Mutafyan’ın eli-kolu olan kazanması için canla başla çalışan destekçileri vardı. Bu zafer aslında bir grup çalışmasıydı. Hrant Dink, Agos çevresi, Jamanak gazetesinin bu zaferdeki rolü yadsınamazdı.
Entelektüeldi Patrik. Tanıştığı bir insanı hızlı etkiliyordu. Özellikle gençler ile çok iyi ilişkiler kurmuştu. Zekası, kararlılığı, dünyanın nabzını tutabilmesi, etrafında donanımlı insanların varlığını sevmesi Patrikhaneyi hızla sıkıcı ve din merkezli bir yer olmaktan çıkarmıştı. Zaten Ermenilerin de beklentisi buydu; ulaşılabilir bir Patrik ve sivillerin daha çok söz sahibi olması.
Sadece Ermeniler ile değil, yabancı misyon temsilcileri, yerli yabancı gazeteciler konuk ediliyordu Patrikhane’de. Davetler, yemekler, açık fikirli bir din adamıyla yaz gecelerine sarkan bahçe sohbetleri; alışılmadık, ezber bozan, ufkunuzu açan, hatta kafa karıştıran anlardı.
Ancak koltukların bir sihri, hedeften saptıran, geçmiş sözleri unutturabilen bir tarafı var…
Patrik koltuğuna oturan Mutafyan destekçileri ile ters düşmeye, tabir yerindeyse “bizim” değil “benim” dediğim olacak demeye başlayınca, dengeler sarsıldı.
“Yeniciler” ile olan muhabbeti bozup “klasiklere” daha da yaklaştı, cemaati kendi anladığı, kendi istediği gibi yönetme arzusu Ermeni basını tarafından eleştirilmeye başlanınca, kabul etmedi. İlk başlardaki en büyük destekçileri, fikir ortakları Agos ve Jamanak gazetesine cemaat kurumlarının ilan vermesini yasaklayacak kadar ileri gitti.
Bu yasaklar, bu küslük Dink vurulana kadar devam etti.
Hakkında çıkan suikast planları haberleri, devlet tarafından rahatsızlık veren ve amacı tam da belli olmayan bir koruma ağı işleri karıştırmaya başladı. Yabancı ülkelerin parlamentolarında onaylanan Ermeni Soykırımı yasa tasarıları haberleri gelir gelmez, eline mikrofon alan Patrikhane’nin yolunu tutmaya başladı. Mutafyan, bazen rica, bazen komutlarla düşündüklerinden bağımsız yorumlar yapmak zorunda bırakıldı. İnanmadığı, tasvip etmediği gündemin aktörlerinden biri oldu; sıkıldı, yoruldu, hatta korktu, caymak, bırakmak istediği anlar oldu.
Dink’in cenazesi Mutafyan için bir dönüm noktası oldu. Gelmez denilen ölüm gelmişti, karşısında duruyordu, cenazesini merasimini yönetmek ise ona düşmüştü. Bu cenazede göz yaşlarına hakim olamamıştı Patrik.
O günlerde, “misyonerlik ve azınlık tehdidi” gündeme bomba gibi düşmüştü. Genelkurmay’ın Fener Rum Patrikhanesi’ni Türkiye’deki misyonerlik merkezlerinden birisi olarak göstermesi, Türk Haliç Platformu olarak ortaya çıkan grubun kadrolu protestocusu Kemal Kerinçsiz’in yaydığı nefret, daha sonra kurulan Milli Güç Platformu, Sevgi Erenerol’un Genelkurmay Karargâhı’nda Misyonerlik konferansı gibi olaylar birbirini takip ediyordu. Zirve Yayınevi cinayetini ve Rahip Santoro'nun öldürülmesi son damla olmuştu.
İşte böyle bir ortamda Patrik Mutafyan’ın rahatsız olduğu, Fronto-temporal demans diye bilinen bir hastalıkla boğuştu ancak yatağa tamamen hapsolduğunda resmen açıklandı.
Bugün hala, Hristiyanların en büyük milli tehdit olarak görüldüğü o günlerde Mutafyan’ın onu bitkisel hayata sokan ani rahatsızlığının tesadüf olmayacağını, bunun bir zehirlenme vakası olduğunu düşünen çok kişi var.
Bu varsayım yanlış ve temelsiz bile olsa, yaşatılan korku ortamının Mutafyan’ın sağlığını çok trajik şekilde etkilediği aşikar...
Patriğin hastalığı İstanbul Ermeni Cemaati için de çok ağır sonuçlar doğurdu. Dengelerin bozulmaması için yeni bir seçime gitmeme taraftarı olanlar ele ele verdiler. Ermenilerin seçimi ertelemesindeki en büyük yardımcıları yine Türk devleti oldu. Kendini eş patrik vekili ilan eden Ateşyan, Türk “ileri gelenleri” ile kurduğu ilişkiler ile düşman çatlattı. Ateşyan ve devletin ortaklığına su taşıyanlar da oldu. Statükocu Ermeniler, kimin seçileceği belli olmayan bir seçim sürecinden ziyade, “Patrik ölmedikçe yenisi seçilemez” şiarıyla, uyanacağına hiç şans verilmeyen bir Patriki, ve kontrol altına alabildikleri bir patrik vekilini tercih ettiler.
2016’da cemaat tamamen seçim isteyenler ve istemeyenler olarak kutuplaştı. 2017’de bin bir zorlukla Almanya Ermenileri Ruhani Önderi Başepiskopos Karekin Bekçiyan, Patrik seçiminin önünü açmak için çalıştı. Ermeni cemaati seçim sürecini yönetmek üzere ilk olarak “patrik kaymakamı” adı da verilen bir “değabah” seçmeye kalktı. Değabah geleneklere uygun olarak seçim sürecini başlatacak ve bu süreç zarfından Patrikhane’yi yönetecekti.
15 Mart’ta iki adaylı bir seçim yapıldı. Adaylardan birisi hâlihazırda patrik genel vekilliği görevini yürüten Ateşyan diğeri de Karekin Bekçiyan’dı, Bekçiyan “değabah” olarak seçildi. Aynı gün İstanbul Valiliği’nin Patrikhane’ye gönderdiği bir yazı ile seçim süreci alt üst oldu. “Patrik Vekilinin görevinin başında olduğu, patrik seçimiyle ilgili esasi ve usul ve teamüllerin cemaatinizce yakinen bilindiği, bu kapsamda seçim sürecinin başlatılmasının hukuken mümkün olmadığı değerlendirilmektedir” denilen yazıyı Ateşyan seçim sonucu belli olduktan hemen sonra masaya bıraktı.
8 Mart Cuma günü Türkiye Ermenileri 84. Patriği Mesrob Mutafyan 10 yılı aşkın süredir hapsolduğu ölüm uykusundan kurtuldu. Bedeni, ruhu, zihni huzura kavuştu. Ermeni cemaati gerçekten değerli bir din adamını kaybetmenin verdiği derin üzüntüyü, devletin “Patriğiniz henüz ölmedi” gerekçesiyle engellediği patrik seçimlerinin artık yapılacak olması tesellisi ile hafifletti.
Ermenilerin önümüzde bir seçim süreci olacak. Ancak kesin bir yol haritası öngörmek oldukça güç.
Yeni adayların yanında, 10 yılı aşkın süredir devletin de desteği ile Patrikhane’yi yöneten Ateşyan’ın da aday olması bekleniyor. Devlet seçime izin verememesi ya da açıkça müdahale etmesi de söz konusu.
Ermeni Patrik seçimini, genel Türkiye atmosferi dışında düşünmek sağlıklı değil. Hoşa gitmeyen seçim sonuçları tecrübe edildiğinde atanan kayyumlar, AKP dışında bir gücün galip gelmesi durumunda, sokaklarda kan akacağını açıkça ima eden, hatta insanları tehdit eden bir rejimin Ermenilere kendi istedikleri patriği seçme hakkı tanıyacağını düşünmek naiflik.
Ülkede çoğunluk korkudan ağzını açamazken, yoğurdu üfleyerek yiyen bir azınlıktan bu gidişata dur diyebilecek bir gürültü çıkarmasını beklemek ise adil değil.
Bu haber ahvalnews.com kaynağından gelmektedir.
Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (ahvalnews.com) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.
Opinions expressed are those of the author(s)-(ahvalnews.com). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com