Fenerbahçe’nin Ermeni kalecisi Aslanyan “ilk plonjon yapan”dı -
Fenerbahçe’nin Ermeni kalecisi Aslanyan “ilk plonjon yapan”dı
Tahtaperde Aleko, Garbis Zakaryan, Garo Hamamcıoğlu, Niko Kovi, Violet Kostanda, Lale Kohen veya “Ordinaryüs” Lefter… Türk spor tarihinin çoğu tarih sayfalarında kalmış, azı kıymet görmüş sporcuları. Neden? Çünkü “azınlık”tılar. Orhan Şevki, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Azınlık Spor Kulüpleri ve Sporcular” kitabında yapılmamış bir işe imza atarak ülkenin spor tarihini bu isimler üzerinden yazıyor. Aslına bakarsanız şu an “büyük” dediğimiz kulüplerimizin bir hayli fayda gördüğü çok kapsamlı bir tarih bu…
Fenerbahçe’nin ligde altıncı yılıydı; 105 yıl öncesinden, Fenerbahçeliler için güzel günlerden bahsediyorum. Futbol takımı bir önceki yıl şampiyonluğu kutlamış, kaleyi koruyan İstanbul Ermenisi Vahram Matesyan o şampiyonlukta önemli pay sahibi olmuştu. İki yıl sonra kaleyi bu kez başka bir İstanbul Ermenisi teslim aldı. 1895 doğumlu, yani 18 yaşındaki Saint Joseph Lisesi öğrencisi Karnik Aslanyan. Onu Elkatipzade Mustafa Bey (O günün Comolli’si diyelim, ama işini yapanlardan) keşfetmiş ve daha 17 yaşındayken Fenerbahçe’ye getirmişti. Önce üçüncü takımdaydı, ancak kısa sürede aşama göstererek A Takım’a girmeyi başardı. Başarmakla kalmadı, Fenerbahçe’nin üst üste kazandığı iki şampiyonlukta (1913-14, 1914-15) kalede devleşti. Zaten I. Dünya Savaşı’nın ilk yıllarına kadar da kaleyi kimseye vermedi Aslanyan.
Aslında onu öne çıkaran basit, bugünden baktığınızda “nasıl olur da olmaz”diyeceğiniz bir maharetiydi. O zamana kadar kaleciler topa atlamayı bilmez, onu korumak için kale içinde koşarlardı. Karnik Aslanyan ise topa uçarak müdahale eden ilk kaleciydi; Türk futbolunda ilk “plonjon yapan” kaleci unvanı onundu. Devrin gazeteci ve spor adamı Abidin Daver, Tasvir-i Efkâr’da şöyle yazmıştı: “Fenerbahçe pek mükemmel idman etmiş, evvelki kalecisi yerine mahir bir muhafız ikâme etmişti. Bu kalecinin bütün oyun esnasında büyük yararlılığı görüldü ve çok alkışlandı.” Böyle bir oyuncuya sahip olursunuz da elinizde tutabilir misiniz? O zamanlar finansal fair play’den daha ağır koşullar hüküm sürse, takım sahaya çıkacak forma bulamasa da Fenerbahçe onu tuttu. 1914’te Rusya turnesinde Aslanyan’ı gören Ruslar onu transfer etmek istedi ama kafile reisi Dr. Hamit Hüsnü izin vermedi. Gelgelelim onu Fenerbahçe’den bir yangın kopardı. 29 Kasım 1918’de Aslanyan’lı Fenerbahçe, İngiliz askerleriyle oynadığı maçı 3-2 kaybetti, sonrasında Kadıköy’de büyük bir yangın çıktı. Takım arkadaşları yangını söndürmek için çok uğraştı ama başaramadılar; Aslanyan’ın evi dahil birçok ev kül oldu.
Çok üzülen Karnik Aslanyan o günden sonra Kadıköy’ü bırakıp Kumkapı’ya taşındı ve Dork takımında oynamaya başladı. Sonra bu kulübün başkanlığına da getirildi. Futbolu bırakınca hakemlik yaptı, ardından Romanya’ya göç etti. 1945’te, 60 yaşında hayata gözlerini yumdu.
TÜRK FUTBOLCULAR İSİM DEĞİŞTİRİP OYNADI
Osmanlı’da yabancılar eliyle başlayan modern spor faaliyetleri çeşitli baskılarla karşılaşmış, özellikle futbol Türk sporculara yasaklanmıştı. O dönemde azınlıklar ve yabancılar sportif faaliyetlerini sürdürmüş, futbolu bu topraklarda sevdirmişlerdi. Hatta Türk futbolculardan bazıları bu tutkularını bastırmayıp adlarını değiştirerek futbol oynadı. II. Meşrutiyet ile gelen özgürlük ortamı Türk sporcuların da spor yapmasını sağladı. Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe’nin kuruluşu bunun en önemli göstergesi. Bu kulüpler uzun yıllar kendi bünyelerinde bugün “azınlık” dediğimiz Rum, Ermeni ve Yahudi sporcuları seve seve barındırdılar. Zira başarı, en başta onlarla geliyordu.
Karnik Aslanyan bunlardan biri işte. O ve diğerlerini, Orhan Şevki’nin Türkiye’de sporun başka bir tarihini anlatan “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Azınlık Spor Kulüpleri ve Sporcular” adlı çalışmasında okuyabilirsiniz.
Şevki, Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulan azınlık spor kulüplerini, bunların oyuncularını, Türk takımlarında oynayan azınlık sporcularını sıcak anekdotlar ve belge niteliğindeki fotoğraflarla aktarıyor. Sadece futbol değil; basketboldan voleybola, bokstan haltere, tenisten bisiklete, satranca, golfe kadar türlü branşlarda bu topraklarda ter dökmüş, bir kısmı milli takımlara girmiş hatta kaptan olmuş azınlık sporcuları var kitapta. Cumhuriyet dönemini dört bölüme ayırmış yazar. 1923-60, 1960-80, 1980-2000 ve 2000’li yıllar… Kitapta Lefter’e özel ayrı bölüm var. Sonda ise Garbis Zakaryan, Garo Hamamcıoğlu ve Niko Kovi ile sıcak söyleşiler…
GALATASARAYLI BUDURİ VAFİYADİS’İN TRAJİK ÖLÜMÜ
Bu kez 1936’ya ve başka bir kulübe, Galatasaray’a gidelim. Galatasaray da azınlık oyuncularından ziyadesiyle faydalanmış bir kulübümüz. Bunlardan biri ve hazin sonu şöyle…
Nikola Vafiyadis futbola Ermeni kulübü Kurtuluşspor’da başlamış, Ermeni kulübü Beyoğluspor’a (Kulübün asıl adı Pera idi ama 28 Haziran 1938 tarihli azınlık spor kulüplerinin adlarının Türkçeleştirilmesi kararıyla Beyoğluspor’a dönüştü) geçmiş, oradan da 1936’da Galatasaray’a transfer olmuştu. Ona, boyunun kısalığından dolayı “Boduri/Buduri” lakabı takmışlardı. Müthiş çalımları, üst düzey top tekniğiyle üst seviyede futbolcuydu. Pasları milimetrikti. Galatasaray’da oynadığı müthiş futbolla rakip oyuncuların korkulu rüyasına dönüştü. Yanında oynayan Sarafim’le birlikte Cemil’i gol makinesi haline getirdiler. İkinci kez askere alınınca Galatasaray kendisinden mahrum kalmak istemedi, onu hafta sonları maçlar için İstanbul’a aldırmaya başladı. Bütün yorgunluğuna rağmen Buduri yine çok başarılı futbol oynuyor, her maçta sarı-kırmızılı takımın puan kazanmasında büyük rol oynuyordu.
Bu maçlardan biri de eski takımı Beyoğluspor’laydı. Oyuna yine güzel başlamıştı ama bir topa çıkarken sert bir darbeyle yere düşüp yaralandı.Sağlıkçılar çamurlu zeminin sorun çıkartmaması için hemen tetanos aşısı yaptılar. Maçı bitirdikten sonra kıtasına döndü, ancak orada da askerlere yapılan karma aşı bünyesinde ters reaksiyon gösterince anaflaksi sonucunda genç yaşında hayata veda etti. Ortak kanı, Türk futbolunun büyük bir yıldız kaybettiği doğrultusundaydı.
TÜRKİYE’DE TOPA VURULAN İLK YER
Yine ortak kanıya göre Türkiye’de futbol 19. yüzyılın sonunda İzmir’de başladı. Ticaret için bölgeye yerleşen İngilizler bu oyunu beraberlerinde getirdiler. Önce kendi aralarında bir takım kurdular, ardından İzmir’deki Rumlar’dan bir takım kurulmasına önayak olup Bornova Çayırı’nda maç yapmaya başladılar. Böylece Bornova, “memleketimizde ilk topa vurulan yer” olarak ünlendi.
Burada daha çok İngiliz ve Rum gençlerden kurulan Smyrna (İzmir) takımı 1906’da Atina Ara Olimpiyatları’na da katıldı. Hatta Atina Takımı’nın birinci olduğu turnuvada Selanik’i yenerek ikinci olma başarısını da elde ettiler. O sıralar ilk Türk jimnastikçisi Selim Sırrı (Tarcan) da futbola merak sarmış, İngilizlerle sahaya çıkmış ancak futbolu hiç sevmediğinden hemen vazgeçmişti.
SIRRA KADEM BASAN THY KUPASI VE FUTBOLDA ŞİDDET
İngiliz işadamlarından bazıları ticaret için İstanbul’a gidince futbol da onlarla birlikte bu kente taşındı. 1910’larda İstanbullu Ermenilerin kurduğu “Pera Şişli” ve İstanbullu Rumlar’ın kurduğu “Pera” bu süreçte ortaya çıkan takımların başında geliyor. Bu takımlar arasında oynanan maçlar tam bir ezeli rekabete dönüşüyordu. Rum ve Ermeni cemaatlerinin takımlarının her maçı ayrı heyecan yaratıyor, maçlarda bazen şiddetli kavgalar da çıkıyordu.
Bu kulüpler uzun yıllar varlıklarını sürdürdüler ve bugünün üç büyükleri için tabiri caizse “futbolcu fabrikası” işlevi gördüler. Ancak tüm futbolcu kayıplarına rağmen uzun yıllar üstün kalmayı da başardılar.
1935-36 yılında Türk Hava Kurumu tarafından düzenlenen THK Kupası’na uzanalım şimdi. Müsabakalarda beklenmedik işler olmuş, iki Ermeni kulübünden Nor Şişli (Yeni Şişli) Galatasaray’ı 1-0, Pera da (Beyoğluspor) Beşiktaş’ı 3-1 yenmişti. İki azınlık takımının finale kalması herkesi şaşırttı tabii ama Ermeniler’in asıl şaşkınlığı bu olmadı. Günlerdir Beyoğlu’ndaki Hacı Bekir Şekerci Dükkânı’nın vitrininde duran THK kupası aniden ortadan kalkıverdi. Beyoğlu’na çıkanlar hayretler içinde boş vitrinlere bakıyor ama yine de “nasıl olsa final maçı oynanacak” diye düşünüyorlardı. Ancak bu maç hiç yapılmadı.
Azınlık kulüpleri arasındaki kavgalardan bahsetmiştim. Bu iki takımımız o sezon Ermeni gazetesinin düzenlediği Jamanak Kupası’nda karşı karşıya geldi. Bir türlü yenişemedikleri için maç üç kez tekrarlandı. Son maçta her şey belli olacak derken oyunun sonlarına doğru büyük bir kavga çıktı ve maç yarıda kaldı. Taraftarlar birbirine girdi, polis çoğunu toplayıp götürdü. O gün Nor Şişli kadrosunda yer alan Mikrop Jirayr Saryan bakın neler anlatıyor:“Bir ara bizim taraftarlarla Pera futbolcuları arasında bazı tartışmalar çıktı. Biz saha ortasında beklerken seyirciler sahaya girdi ve kavga büyüdü. Polis çok kişiyi karakola götürdü. Bu maçı hiç unutamadım.”
Aynı maçta Pera kadrosunda bulunan ünlü futbolculardan Bambino ise olayı şöyle anlatıyor: “İki maçtır yenişemiyorduk Şişli’yle, bu son maçı kazanmaya yemin etmiştik ve iyi de oynuyorduk. Ama Şişli taraftarlarından bir grup bize küfretmeye başladı. Bazıları sahaya da girince kavga çıktı. Bizim taraftarlarımız da sahaya indi ve ortalık fena karıştı. Polis araya girdi ve maç tatil edildi. Spor yapmak centilmenlikle başlar. Böyle olaylar bizi çok üzüyor. Bir daha olmamalı bu tür çirkinlikler.”
Temenni yerine gelmedi, bu tür çirkinlikler yine oldu. 9 Haziran 1940 günü Nor Şişli ve Beyoğluspor yine karşı karşıyaydı. Taksim Stadı’nda 3500 seyirci önünde oynanan maçta ilk yarı 1-1 bitmiş, Şükrü Gülesin Beyoğluspor’un galibiyet golünü atınca, açık tribünde oturan bazı Şişlili taraftarlar Beyoğluspor beki Civelek’e taş atmışlardı. Civelek onlara karşılık verince sahaya atlayanlar oldu ve ortalık karıştı. Polis müdahalesiyle olaylar duruldu ama maç yarıda kaldı. Seyircilerden ve futbolculardan kavgaya karışanlar mahkemeye sevk edildiler.
TÜRK MİLLİ TAKIM KAPTANI LEFTER’E AYRI PENCERE
Türkiye’de azınlık mensubu sporcular denince ilk akla gelen isim herhalde Lefter’dir. Lefter Küçükandonyadis uzun yıllar hizmet ettiği Fenerbahçe tarihine adını kazımanın yanında bir ilke de imza atmıştı. 26 Ekim 1958’de oynanan Belçika-Türkiye milli maçında, Brüksel’deki Heysel Stadı’na çıkan Türk Milli Takımı’nın başına kaptan olmuştu. Maçtan sonra şunları söyledi: “Milli Takım’da yıllardır oynuyorum ama bugün bana öyle bir görev verildi ki hayatım boyunca unutmam. İlk defa bir azınlık futbolcusu olarak Milli Takımımızın kaptanlığını yaptım. Maç berabere bitti ama ben o kadar mutluyum ki anlatamam. Beraberlik golümüzü atan Metin Oktay’a da çok teşekkür ederim.”
Onunla ilgili başka bir anekdot daha var kitapta. 1942-43 sezonunda Lefter, Taksimspor’dan ayrılıp Beyoğluspor’a geçti. Taksimspor’un kaptanı Nubar Hamamcıoğlu onu yetiştirenlerden biriydi ve bu kulüpte forma giymesini sağlamıştı. Lefter’in bu davranışına çok sinirlendi. O sırada Taksim ve Beyoğluspor arasında bir kupa maçı vardı. Maçta Lefter’i Taksim sağ hafı Apumelek tutuyordu, ancak Lefter hem onu hem de tüm Taksim savunmasını ipe dizer gibi çalımlıyor ve kale önünde büyük tehlikeler yaratıyordu. Maç böyle sürerken Nubar, Apumelek’e “Sen öne geç, Lefter’i ben tutacağım”dedi. Artık Lefter nerede ise o da oradaydı, adım attırmıyordu büyük çalım ustasına. Gerisini bu maçı izlemiş olan Beyoğlu Üç Horan Ermeni Vakfı Başkanı, ünlü işkembeci Apik Hayrabetyan anlatıyor: “O meşhur Taksim-Beyoğluspor maçından sonra Lefter bir gün benim işkembe salonuma geldi ve Nubar’la yaşadığı serüveni anlattı: ‘Maçın başında karşımda Apumelek vardı, iyi oyuncuydu ama yumuşak futbol oynardı, onu rahat geçiyordum ki birden ‘Apumelek sen gel benim yerimi al, onu bana bırak’ diye sert bir sesle irkildim. Karşımda Nubarik duruyordu, Ah vre adamda ne hırs ne hırs, nereye gitsem peşimi bırakmıyor, ilk başta duvar gibi dikildi karşıma. Sağa kaçıyorum olmuyor, sola kaçıyorum olmuyor, en sonra topla birlikte beni taca atmaz mı!’”
SIKIYÖNETİMDE ŞAMPİYON KAMACI’NIN ERMENİ ANTRENÖRÜ
Kitapta sadece futbol ve futbolcular olmadığını söylemiştik. Azınlık mensubu başka sporcular da Cumhuriyet tarihi boyunca ülkeleri adına önemli başarılara imza attılar. Bunlardan biri de, Ortadoğu Şampiyonluğu için Lübnanlı Maroun Jeres’i İstanbul Spor Sergi Sarayı’nda 7. rauntta teknik nakavtla yenen, ardından Beyrut’taki rövanşta galip gelip 1964’te şampiyonluk kemerini takan boksör Garbis Zakaryan’dı. Onun başarısı, Türkiye için de büyük bir zaferdi. Maçtan sonra şöyle demişti Garbis: “Bu maçlara haftanın 5 günü Dolmabahçe Stadı’nda idman yaparak hazırlandım. Ayrıca Mecidiyeköy ve çevresinde haftada üç sabah 45 km koşup kondüsyon depoladım.Uğraşlarım sonuç verdi. Böyle bir başarıyı Türkiye’ye getirdiğim için çok mutluyum.” Garbis Zakaryan 1966’da boksu bıraktı. Onun antrenörlüğünü yaptığı Cemal Kamacı 1973’te rakibi Roger Zami’yi yenip Avrupa Boks Şampiyonu oldu. O da “Bana en büyük emeği geçen ve teknik boksu öğreten Garbis Ağabey’imdir. Bugün Avrupa Şampiyonu olduysam, onun bana öğrettikleri sayesindedir” diyerek hocasının hakkını teslim etmişti.
1973’te Fransız Roger Zami ile yapılan o unvan maçında başka ilginç olaylar da yaşandı. Cemal Kamacı aslında o sırada bir Amerikalı boks antrenörüyle çalışıyordu. Maçtan önce Garbis de yardımcı antrenör olarak ringe geldi ancak Amerikalı antrenör onu geri gönderdi. Maç başladı, 8. raunda kadar Fransız üstün bir dövüş çıkardı. Cemal maçı kaybetmek üzereydi. Garbis ise seyircilerin arasında oturuyor, bir şey yapamamanın sıkıntısını yaşıyordu. O sırada yanına Cemal Kamacı’nın hamisi Hasan Cansız geldi ve durumu sordu. Garbis şöyle anlatıyor: “Durumun parlak olmadığını, böyle dövüşmeyi sürdürürse kaybedeceğini söyledim. Sıkıntılı bir şekilde gitti. Ülkede o sıra sıkıyönetim vardı. Bir ara yanıma bir subayla polis geldi, neden ringde görev almadığımı sordu. Ben de anlattım. Bunun üzerine beni alıp doğru ringe götürdüler. Artık Cemal’i toparlamalıyım diye düşündüm ve ne yapıp edip ringe çıkarak o an dinlenen Cemal’in bacağına dokundum. Sol direk kullanıp uzak dövüşmesini ve kontra vurmasını söyledim. Bunu uygulamaya başladı ve 10. rauntta rakibini iki kez indirdi. Sonra da 15. raunt bitiminde yine Avrupa Şampiyonu olarak ringden indi. Amerikalı antrenör Cemal’in maçı almasına şaşırdı. O an bana bakışını unutamam.”
Bunlar, kitaptan harmanladığım bazı bölümler, anlatılar, olaylar… Çok daha çarpıcı ve şaşırtıcı olanları okumak için bence tamamını kaçırmayın…
DÖRT MAÇLIK KULÜBÜN GALATASARAY ZAFERİ
Sporcu Savaş Koçaryan tarafından kurulan ve 1906-07 sezonunda İstanbul Ligi’ne katılan Ermeni kulübü Baltalimanı, dört maç sonra bilinmeyen bir nedenle ligden çekildi. Ancak bu kulüp, Galatasaray’a ilk resmi mağlubiyetini tattıran kulüp olarak tarihe geçti.
STOCKHOLM’DE TÜRK BAYRAĞI KRİZİ
1912’de Olimpiyat Oyunları, İsveç’in başkenti Stockholm’deydi. O sırada Robert Kolej’de öğrenim gören Vahram Papazyan, olimpiyatların Türkiye temsilcisi Selim Sırrı Tarcan’a kayıt yaptırdı. Papazyan bir yandan okuyor bir yandan gazete dağıtıyordu. Her gün Bebek’ten Cağaloğlu’na koşarak gidip gazeteleri alıyor, yine koşarak Bebek’e dönüyordu. Bu yüzden hep idmanlıydı. Ermeni Ardavast Kulübü’nde düzenlenen bir müsamerede toplanan paraya kendi harçlığını da ekledi ve İsveç’e gitti. Onunla birlikte Üsküdar Raffi Kulübü’nün kurucusu atlet Mıgırdiç Mıgıryan da vardı. Stockholm’e vardıklarında katılan tüm ülkelerin bayraklarının yanında Türk bayrağının olmadığını gördüler. Papazyan, “Eğer ay yıldızlı bayrağı oraya koymazsanız koşmam” deyince organizasyon komitesi alelacele sefaretten bayrak getirtti. Sefirin eşi de kendi eliyle kırmızı atlet üstüne ay yıldızı yerleştirdi ve her iki atlet bunları giydiler. 1500 metrede Papazyan en önde giderken çok heyecanlandı ve bayıldı. Belki birinci bitireceği yarışta derece alamadı. Sonraki yıllarda siyasi karışıklıklardan dolayı çok sevdiği ülkesinden ayrılıp 1922’de Kanada’ya yerleşti. Ermeni Jimnastik Derneği’ne başkan seçildi ama ülkesini hiç unutmadı. 1970’li yıllara kadar hep gidip geldi.
BALKAN OLİMPİYATLARINDA OLAY
1939’da Atina’da düzenlenen Balkan Olimpiyatları’nda 4x400 bayrak yarışında Milli Takım’da bir de Ermeni atlet vardı: Zareh Kalpakçıyan.Melih rakiplerinin önünde bayrağı Galip’e o da Zareh’e geçirirken Türk Milli Takımı yarışın en önündeydi. Son atlet ise Gören’di. Ne yazık ki bayrağı Zareh’den almadan koşmaya başladı, sonra geri dönüp bayrağı Zareh’den bir kez daha almasına karşın elinden düşürdü. Yerden bayrağı aldı ve müthiş bir koşu çıkartarak o kadar çok zaman kaybına rağmen göğüs farkıyla Türkiye’ye ikinciliği kazandırdı. İşin garibi Türkiye rekoru kırılmıştı bu yarışta
1936’DA KURULAN MİLLİ BASKETBOL TAKIMININ YUNANİSTAN ZAFERİ
1936 yılında FIBA’ya üye olan Türkiye, ilk milli maçını Yunanistan’a karşı yaptı. Federasyon daha önce gençlere halkevinde basketbol öğreten Rupen Semerciyan’a Milli Takım’ı kurması için görev verdi. O da ligde oynayan takımlardan bir seçim yaparak Milli Takım’ı oluşturdu. Ancak Yunanistan Basketbol Takımı’nı getirmek için giderleri karşılamak zorunda kaldıklarından oyuncular dahil herkesten 50’şer lira toplandı. Konuk sporcular Pera Palas’ta ağırlandı. 24 Haziran 1936’da Türkiye-Yunanistan milli basketbol takımları Beyoğlu Halkevi Salonu’nda karşılaştı. Maçı 49-12 Türkiye kazanırken Yahudi basketbolculardan Jak Habib 20, Hazday Penso 6 sayı kaydetti.
VARLIK VERGİSİ’YLE GELEN SONLAR
11 Kasım 1942’de ilan edilen Varlık Vergisi azınlıkların canını fena yaktı. Ağır vergiler konmuştu. Ödeme yapamayanlar Aşkale’ye sürüldü. Aralarında basketbolda şampiyonluklar kazanan Maccabi Kulübü’nün yöneticileri de vardı. Varlık Vergisi 15 Mart 1944’te kaldırıldığında artık ekonomik güçlerinden yoksun kalan Maccabi yöneticileri spordan ellerini tamamen çekti. Ermeni ve Rum yöneticiler de bu vergiden paylarına düşeni aldılar. Taksimspor’da yönetim farklı kişilerin eline geçti. Güçlü yöneticilerden bazıları kendi başlarının çaresine bakmak için çırpınıyor, bir kısmı da verginin altından kalkamadığı için Aşkale’nin yolunu tutuyordu. Sıkıntı yaşayan kulüpler arasında Beyoğluspor ve Kurtuluşspor da vardı.
Bu haber haberturk kaynağından gelmektedir.
Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (haberturk) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.
Opinions expressed are those of the author(s)-(haberturk). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com