Bu da Benim Ermenim -
Bu da Benim Ermenim
Adı Dikran Yanıkyan'dı (Yanekian)... Ermeniydi... Babasından, dedesinden miras kalan mesleği devam ettiriyordu... Bakırcı ustasıydı... Aynı zamanda baytardı, belki de Tarsus'un tek baytarıydı... İster ordunun atları olsun, ister köylünün hayvanları olsun... Ermeni mi, Müslüman mı, Kürt mü bakmazdı... Hepsi Osmanlı tebaasıydı... İşlediği bakırlar Ermenilerin de, Müslümanların da, Kürtlerin de ya da ne bileyim herkesin evinin, mutfağının, hamamının birer parçasıydı...
1915'in o uğursuz cinayetlerine kadar... İttihat Terakki'nin katilleri için bu ülkenin kadim halklarına hayat hakkı tanımayan "Tehcir Kanunu"na kadar... Oğullarını bir gecede alıp kopardılar, Dikran ustadan... Beş kızı vardı... Lusaper, Verta, Makrouhi, Ossanah, Haigouhi (*)… Kızlarını, henüz tüm ayrıntılarıyla öğrenemediğimiz bir biçimde, muhtemelen Halep'e Amerikalı misyonerlere teslim ederek kurtarmıştı... Baytar ve bakırcı olarak onun bir süre daha yaşamasına izin verdiler... Bir süre sonra o da arkasında kimseyi bırakamadan sessizce yok oldu...
Kızlardan üçü ayrı düşmüş... Biri evlenip Kıbrıs'a gitmiş, diğerlerinin yolu Lübnan’a uzanmış... Kızlarından biri ise 20'li yılların başında, 19 yaşında tekrar döndü Tarsus'a... Hiç bir iz bulamadı doğduğu memleketinde... Lusaper Yanıkyan, Amerikan hastahanesinde stajyer hemşire olarak çalışmaya başladı... Aynı hastahanede teknisyen olarak çalışan Kleanthis Leontidis'le sevdalandılar birbirlerine... 1932'de evlendiler Adana'da... Doğdukları topraklardaki mutlulukları 3 sene sürdü... 1930'dan itibaren Müslüman olmayanlar için çıkarılan özel kanunlar, çevrede Müslüman olmayan vatandaşlara karşı kışkırtılan insanlar rahat vermedi onlara... Ailelerinin kaderi, onları da sürgün yollarına döktü... Kıbrıs'a, oradan İngiltere'ye, oradan Kanada'ya ve sonunda ABD'de küçük bir yerleşme merkezi olan Loma Linda'ya sürükledi sürgün hayatı onları... Ve ikisi de, çocuklarının yanında, doğdukları topraklara binlerce kilometre uzakta ve o topraklara hasret içinde yaban ellerinde toprakla buluştular... Dayım, annemin abisi Kleanthis ve onun sevgili hayat arkadaşı Lusaper...
Şimdi, 70 sene sonra bulduğum kuzenimle, Kleanthis ve Lusaper'in hayatta kalan son evladı (82 yaşında) Effie ile haberleşip, konuşup hasret gideriyoruz...
Bu da benim Ermeni hikâyem... Somut... Taş gibi gerçek... Masal değil... Ve bu kısaca hikâye, sevgili kadim dostum Selçuk Uzun'un vefakâr çalışmalarıyla hazırladığımız uzun maceranın küçücük bir parçası...
Dikran Yanıkyan’ın acılı hikâyesini, bir de, Leontidis’lerin hikâyesini beş seneden beri iğneyle kuyu kazar gibi araştıran, kadim dostum Selcuk Uzun’dan dinleyelim:
***
Tarsuslu Dikran Usta
1915 yılının Mayıs ayı…
Sabah 6´da açtığı dükkânında aldığı siparişleri yetiştirmek üzere işe koyulmuştu. Tarsus´un Bakırcılar Çarşısı´nda en iyi bakır ustası olarak nam yapmıştı. Bir kültür mozaiği olan Tarsus´ta her din ve etnik kökenden insanlar hem mesleğindeki ustalığa hem de Ermeni Cemaati içerisindeki yeri nedeniyle ile Dikran Usta´ya saygı duyarlardı. Kendini öylesine işe vermişti ki, içeriye birinin girdiğinin farkına bile varmamıştı. Bugün tüm siparişleri söz verdiği günden daha önce bitirmek istiyor, en azından öğleye kadar ziyaretçi gelmesin istiyordu. Bakır kaptan kafasını bir an kaldırınca, yanıbaşında duran Süleyman Çavuşu fark etti. “Kusura bakma Süleyman Çavuş geldiğini fark edemedim” dedi. Ayağa kalkıp selamlaşıp kucaklaştılar. Ziyaretçilerini ağırladığı bitişik odaya geçerken, hay Allah, yine beni çağırıyorlar diye içinden geçirdi. Bütün çalışma planı bozulacaktı. Sedire oturduklarında Dikran Usta, çırağı yandaki kahveye gönderip iki kahve söylerken, “ne oldu Süleyman Çavuş, hangisi hastalandı” diye sordu. Süleyman Çavuş biraz da kafası önde “hayır Dikran Usta seni çağırmaya gelmedim, hatırını sormaya geldim” dedi. Süleyman Çavuş mesai saatlerinde hatır sormaya değil, jandarmanın hastalanan bir atı için onu çağırmaya gelirdi. Ancak akşam saatlerine doğru hatır sormaya gelir, kahvelerini yudumlarken Tarsus´ta olup bitenleri konuşurlardı. Dikran Usta garipsedi bu ziyareti.
Türkmen olan Süleyman Çavuş, Tarsus´ta jandarma birliğinde görevliydi. Dikran Usta ile birbirlerini uzun zamandır tanırlardı. Dikran Usta´nın bir başka mesleği daha vardı: Askeriyenin yanısıra jandarmanın da atlarının veterineri idi. Babadan kalan bakırcılık mesleğinin yanısıra küçüklükten beri hayran olduğu atlarla haşır neşir olarak, onların sağlığına da merak duymuş, adeta kendini yetiştirmişti. Onun hayat tecrübesi, atların hissettiklerini hissedenin atlarla dost olabileceğine inandırmıştı. Atlara olan bu düşkünlüğü zamanla onu bir şekilde veteriner yapmıştı. Böylelikle askeriye ve jandarmanın veterineri olmuştu. Süleyman Çavuş ile de bu vesile ile dost olmuştu.
Süleyman çavuş, kahveler geldikten sonra Dikran Usta´dan çırağı bir süre dükkandan göndermesini ister. Çırağın gitmesiyle birlikte bu iki dost sedirde kahvelerini yudumlamaya başlarlar. Dikran Usta, bir yudum daha aldıktan sonra gözlerini Süleyman Çavuş´a diker. Hadi anlat der gibidir. Süleyman Çavuş söze nasıl başlayacağını bilemez. “Haberler kötü Dikran Usta” derken sözleri kırık dökük çıkar boğazından. “Yalvarırım kimseye anlatma, söz mü” der. Dikran Usta artık tedirgin olmaya başlamıştır. İkisi de biliyordur ki, konuştukları her zaman aralarında kalmış, hiç kimseye anlatmamışlardır. Dikran Usta, Süleyman Çavuşu rahatlatmak için kafasını bir kaç kere olur diye sallar.
“Haberler kötü” diye tekrarlar Süleyman Çavuş, “dün kumandanlığa ve kaymakamlığa gizli bir emir geldi. Konstantinopel´den. Daha doğrusu Padişah ferman yayınlamış. Telgrafta öyle yazıyordu.” “Ne fermanıymış” diye sorar Dikran Usta. Süleyman Çavuş kahvenin son yudumundan sonra şöyle bir yutkunur. “Gözünü seveyim Dikran Usta, çoluk çocuk, kardeş, bacı herkesi al git buralardan” der. “Hiç olmazsa canlarını kurtar.” Bu sözler karşısında Dikran Usta önce afallar. Süleyman Çavuş´un gözlerine bakarak “ne diyorsun sen!” diye biraz da sesini yükselterek tekrar sorar. Süleyman Çavuş, Dikran Usta´nın böyle feveran çıkışlarına alışık olmadığından, elini onun dizine dayayıp “her şeyi anlatacağım, sakin ol” der. “Padişah fermanı ve hükümet emriyle bütün Ermenileri sürmeye karar vermişler. Çok yakında da sevkiyat başlayacakmış. Kaymakamlıkta kumandan ve kazanın ileri gelenleri toplantı yapıyorlar” diye ekler.
Dikran Usta, Süleyman Çavuş´un söylediklerine önce inanmak istemez. Nasıl inansındı ki, tüm Ermenileri doğdukları topraklardan sürmek, vatanlarından sürmek! Nasıl bir iştir bu! Seferberlikten bu yana ortalık gerginleşmişti, Ermenilere önce silah vermişler daha sonra geri almaya kalkmışlardı. Özellikle çarşı esnafında öylesine dedikodular dolaşıyordu ki! Ama tüm Ermenileri sürmek! Olacak iş değildi. İnanılamazdı.
Süleyman Çavuş, suskunluğu bozmaktan çekinir. Dikran Usta´nın aklından geçenleri tahmin etmeye çalışır. Süleyman Çavuş diye söze başlar Dikran Usta. “Söylediklerine inanasım gelmiyor ama bir dost olarak beni uyardığını düşünüyorum. Ancak aklım almıyor. Biz nereye gideriz ki? Burada kaç nesil doğduk, büyüdük. Burası aynı zamanda bizim de vatanımız.” Süleyman Çavuş başı önde Dikran Usta´nın söylediklerini dinliyordur. Dikran Usta elini onun dizine koyup bir daha sorar: “Tüm Ermenileri mi?” Cevap evettir. Süleyman Çavuş yavaşça kalkar, dostuna sarılır ve kulağına “Dikran ustam, hiç olmazsa canınızı kurtarın. Çok kötü şeyler olacak” diye fısıldar. “Ben sana yardıma hazırım.”
Dikran Usta tekrar sedire oturur. Bir anda bütün çalışma şevki gidivermiştir. Süleyman Çavuş´un “tüm Ermenileri sürecekler” ve ”canınızı kurtarın” sözlerine takılmıştır. 6 yıl öncesini hatırlar. 1909 Adana olaylarını. Tarsus´a da sıçramış, canlarını Amerikan Misyonerliğine sığınarak kurtarmışlardır. Ancak birçok tanıdığını kaybetmiştir. Yıkılan çarşı ve çarşıdaki dükkânını zor bela yeniden kurmuş, işine koyulmuştur. Ortalık birkaç yıl sakin geçmiştir. Ancak Seferberlik ile her şey değişmiştir.
Süleyman Çavuş´un söylediklerine inanıp-inanmamak arasında bocalayan Dikran Usta, akşamı zor eder. Bir sepete daha önce bitirdiği bakır kapları koyup akşam saatinde kilisenin yolunu tutar. Artık Tarsus sokaklarında biraz tedirgin yürüdüğünü fark eder. Kilisenin ön kapısına değil dostu papazın oturduğu odanın kapısına yönelir.
İki kere kapıyı vurunca karşısında kapıyı açan papazın şaşkın yüzüyle karşılaşır. İçeri girmek istediğini işaret eder. Papaz ve Dikran köşedeki masaya otururlar. Elindeki sepeti kenara koyan Dikran Usta, yavaşça sandalyeye oturduktan sonra papazın soru soran yüzüyle karşılaşır. “Hayrola Dikran Usta? Akşam akşam bu ne hal! “ diyen papaza uzun uzun bakakalır. Dikran Usta da tıpkı Süleyman Çavuş gibi “Haberler kötü papaz efendi” diye başlar. “Bugün haber aldım, yakında tüm Ermenileri süreceklermiş. Padişah fermanı ve hükümet emri gelmiş.”
…
Dikran Usta giderek Tarsus´ta durumun gerginleştiğini fark ediyordur. Bir şeyler yapmalıdır. Tek tük de olsa olaylar başlamış, Ermeni cemaatinden önde gelenlere tehditler yağmaya başlamıştır. Dikran Usta en azından 5 kızını kurtarmanın yollarını aramaya başlar. Aklında hep Süleyman Çavuş´un sözleri vardır: “Hiç olmazsa canlarını kurtar.”
Dikran Usta daha sonra bir kere daha papaza uğrar. Olan biteni konuştuktan sonra, Dikran Usta, Papaz Efendi´den kızlarını nasıl Tarsus dışına çıkarabileceğini sorar. 1 ile 9 yaş arasında olan kızları kurtarmak istiyordur. Papaz, çocukları göndermenin birkaç yolu olduğunu söyler. Ancak bunu organize etmeleri gerektiğini söyler. “Belki yabancı misyonerler bize yardım edebilir. Haberleşmem lazım. Onun için bana birkaç gün müsaade et. Bir yolunu buluruz herhalde” der.
Dikran Usta´nın evinde huzursuz bir bekleyiş vardır. Her gün dükkâna gider, aldığı siparişleri yapar. Günleri iple çeker. Bir gün sabahtan elindeki sepette bakır kaplarla birlikte bir çocuk girer dükkâna. Dikran Usta, çocuğu kiliseden tanıyordur. Selam verdikten sonra sepetteki kapları çıkarıp Dikran Usta´nın tezgâhına koyar. “Papaz Efendi gönderdi bunları, tamir edilecekmiş. Akşam 7´ye yetişeceklermiş” der. “Papaz Efendi sizin getirmenizi istedi” diye de ekler. Kiliseden gelen çocuk Dikran Usta´nın cevabını beklemeden boş sepeti alıp hızla dükkândan çıkar.
Akşamı zor eden Dikran Usta elinde sepetle kilisenin yolunu tutar. Kapı çalındığında saatine göz atan Papaz Efendi, gelenin Dikran Usta olduğunu anlar. Kapıyı açtıktan sonra, Onu kilisenin arka tarafındaki odaya götürür. Papaz Efendi, Tarsus Amerikan Misyonu ile görüştüğünü, kızları alacaklarını ve kızların iki gün sonra sabahtan misyonerliğe götürülmesi gerektiğini söyler.
Yanıkyan ailesi akşam yemeğinde son kez bu ayrılığın sonuçlarını kestiremeden bir araya gelir. Dikran Usta ve eşi Barbara o gece uyumazlar.
Misyonerliğe hareket etmeden önce büyük iki kızın saçları sıfır numara kesilir. Küçüklere de erkek traşı yapılır. Çocuklara erkek elbisesi giydirilir. Ve bir kadın bir erkek iki kişinin refakatinde trenle Tarsus´tan Adana´ya gönderilir kızlar. Adana Amerikan Misyonerliğine kızları teslim ederler ve geri dönerler. Akşam dükkânı kapatmak üzereyken, daha önce kiliseden gelen çocuk sepetle içeri girer. “Dikran Usta, gönderdiğiniz bakır kaplar Adana´ya teslim edilmiş, hepsini çok beğenmişler” der.
…
Mart ayının başında pazar ayinine giden Dikran Usta, ayin sonrasında Papaz Efendi´nin işaretiyle arka odaya gider. Papaz Efendi, kızların sağ salim Halep´e vardıkları haberini verir. Dikran Usta diz çöküp dua eder. Papaz Efendi´ye nasıl teşekkür edeceğini bilemez. Papaz Efendi´nin eline sarılır sadece.
1915’de Adana, Mersin ve Tarsus Ermenileri için “tehcir” emri çıkarılır. Dikran Usta ve çok az sayıda Ermeni “tehcir”den muaf tutulur. Çünkü onlara ihtiyaç vardır. Ancak Dikran Usta´nın kardeşleri ve akrabaları bu muafiyetten yararlanamazlar.
Kısa bir süre sonra, Dikran Usta´dan da bir daha haber alınamaz…
_________
(*) Hiç birisi doğduğu topraklarda ölmedi…
-Makrouhi Yanekian (Megrian): 1910 (Tarsus) - 1994 (Vancouver, British Columbia, Canada) - eşi: Megerditch (Mıgırdıç) Megrian
-Ossanah Yanekian (Matosyan): 1912 (Tarsus) - 1996 (Londra, İngiltere) – eşi: Matios Matossian
-Haigouhi Yanekian (Inskip): 1908 (Tarsus) - 1999 (Perthshire, İskoçya) – eşi: William Glyn Inskip
-Verta Yanekian: 1914 (Tarsus) - 2000 (San Diego, California, ABD)
-Lusaper Yanekian (Leontidis): 1906 (Tarsus) -1987 (Loma Linda, California, ABD) - eşi Kleanthis Leontidis
Bu haber duzceyerelhaber kaynağından gelmektedir.
Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (duzceyerelhaber) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.
Opinions expressed are those of the author(s)-(duzceyerelhaber). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com