Dönme Mustafa üstü çizili Dimitri -
Dönme Mustafa üstü çizili Dimitri
İki kardeş günlerdir Canik dağlarında, ormanlarında yürüyorlardı geceleri, aç susuz. Gündüzleri uyuyarak dinleniyorlardı. Daha dokuzundaydı Dimitri. Ondan yedi yaş büyük olan ağabeyi Athanasios elini hiç bırakmıyordu. Yitirmişlerdi tüm sevdiklerini ve bu kocaman dünyada sadece ikisi kalmıştı. Bir yandan kaybettikleri aileleri için ağlarken bir yandan da korkudan atan kalplerinin sesiyle yürüyorlardı…
Yaşamak için yürüyorlardı, yaşamak için kaçıyorlardı bilmedikleri hiç tanımadıkları bir istikamete doğru.
Oysa çok değil daha birkaç yıl öncesinde Pontos’un neresinde olursun olsun, yolcular istedikleri kapıyı çalar, karınlarını doyururdu, tüm kapılar sonuna kadar açıktı. Kim Müslüman, kim Hristiyan önemli değildi, herkes saygılıydı komşularının, dostlarının inançlarına.
Şimdi ise dostu düşmandan ayırmak güçtü; herkes birbirinden sakınır olmuştu. Kapılar sonuna kadar kapalı, kilitliydi.
Erkekleri, kadınları ve yaşlılar ve hatta çocuklarıyla 353 bin insana mezar olacak bu topraklarda sağ kalanlar ise ya sürgün edilmiş ya da gizleniyorlardı bir yerlerde. Rumlar için cehenneme dönen Pontos topraklarında yakılmış yağmalanmış köyler, kızıl akan dereler ve bir de her bir şeyin arkasında gizli saklı yaşamaya çalışan öksüz, yetim ve aç çocuklar vardı artık. Athanasios ve Dimitri gibi.
Herkes olan bitenin farkındaydı. Görülen her kaçak için ihbarlar yağıyordu çetecilere. Kimi zaman eli silahlı köylüler, kaçakları yakalıyor ellerinde avuçlarında ne varsa alıyor, öldürdükleri Rumların cesetlerini ortada bırakıyordu.
Namuslu Müslümanların çoğu korku içindeydiler, Rumlara yardım edenler oluyordu ama büyük çoğunluğu kendi başlarına bir şey gelir diye kapılarını açmıyor, olan biteni duymamayı, görmemeyi tercih ediyorlardı.
İşte bu yüzden Athanasios ve Dimitri; insanlardan, köylerden uzak durarak yürüdükleri bu yolculukta o kadar yalnız, o kadar çaresizlerdi ki. Bu yüzden kimselere görünmemek için sadece geceleri yürüyor, gündüzleri de ağaçlara çıkarak saklanıyorlardı.
Yine bir gün Athanasios bir ağacın üzerine çıktı günün ışığında saklanabilmek için; Dimitri ise küçük olduğu için ağacın dallarına değil de yakında bir ağacın kovuğuna saklandı. Duyduğu silah sesleriyle uyandığında ise tek görebildiği ağabeyi Athanasios oldu önce.
Topal Osman’ın çetecilerince fark edilen Athanasios ağaçtan inerken kaçmaya çalışmıştı ama olmamıştı.
Ağaçtan inerken kaçmaya çalışmıştı can havliyle, yeminli Rum düşmanı bir çetecinin Rus yapımı tüfeği ve yine Rus yapımı mermileri ile vurulmuştu. Son anında belki de tek düşündüğü kardeşinin kurtulabilmesiydi kim bilir? Dimitri’nin gözü önünde kanlar içinde yere yığıldı. Yüz metre ötesinde bir ağaç kavuğuna gizlenmiş olan Dimitri olan biten her şeyi görmüş ve bir şey yapamamış donup kalmıştı.
Dokuz yaşında bir çocuk bunca acıyı nasıl kaldıracaktı? İçindeki korku da bir anda büyüyordu bir yandan. O ana kadar onu koruyup kollayan ağabeyi de yoktu artık.
‘MUSTAFAAA’
Ama ağabeyinden öğrendiği bir şey vardı. Hayatta kalabilmek için kaçmalıydı. Dimitri ağabeyinin gözü önünde öldürülmesinin ardından saklandığı yerden çıkmış ve koşmaya başlamıştı. Birkaç gün sonra kaçarken bir köye düştü yolu. Bir köyün içinde bacasından duman tüten bir evin önünde iken birden ‘Kıpırdama, eller yukarı’ sözleriyle irkildi. İşte o da yakalanmıştı ağabeyi gibi birazdan öldürülecekti belki de diye düşünürken; ‘Mustafaaa’ diye bir ses işitildi. O duman tüten evin kapısında beliren bir kadın Dimitri’ye eliyle işaret edip “Mustafa, bu saatte dışarıda ne işin var hadi eve gel” diye sesleniyordu. Dimitri baktı kadına, tanımıyordu onu ama bir melek gibi göründü bir an. Kadının ona Mustafa diye hitap edip, içeriye girmesini söylemesiyle çeteciler bir an durdu. Gayri ihtiyari eve doğru koşan Dimitri hızla evin içine girdiğinde, çeteciler köyden uzaklaştılar.
O aile, o Müslüman aile oğulları gibi sahiplendi Dimitri’yi. Ona ilk seslendikleri gibi Mustafa ismini verdiler. Evlatları gibi bağırlarına bastılar. Kendi soyadlarını verdiler. Dimitri artık Mustafa’ydı ve soyadı kanunundan sonra Söyler soyadını alan bu ailenin bir ferdi gibi o da Söyler soyadını taşıdı.
Çeteciler kız ve küçük erkek çocuklarını öldürmüyorlardı ama bu çocukların sonu çok da iyi olmuyordu. Kız çocuklarının kimi Müslüman ağa ve beylerin haremlerine alınıyor, kimi ise Müslüman ailelere evlat veriliyordu. Şanslı olanlar ise bazı konsoloslukların oluşturduğu kurumlar aracılığıyla yurt dışına çıkarılıyordu. On binlerce çocuk öksüz ve yetim kalmıştı.
Dimitri ise Söyler ailesinin hayatını kurtarması ve onu evlatları olarak kabul etmesiyle başka bir hayata adım atacaktı artık. 1921 yılında henüz 9 yaşında bir çocukken hayatını sürdürebilmesinin bedelini ise adını, soyadını hatta inancını değiştirmekte zorunda kalarak ödeyecekti.
Söyler ailesinin yanında artık “Müslüman ve Türk” olarak hayatına devam eden Dimitri, askere gitmeden önce Müslüman bir kadınla evlendirilir. Sever eşini, bir erkek çocukları olur. Ama askere gitmek zorunda kalır bir süre sonra. Tam 44 ay askerlik yapar, askerlik dönüşünde ise eşinin öldüğünü öğrenir, oğluna eşinin akrabaları bakmıştır.
Oğlunu yanına alıp Tokat’a gider, tarlalarda çalışarak oğlunun ve kendisinin yaşamını devam ettirmeye çalışır.
1946 yılında ise ikinci evliliğini yapar Dimitri. Kendisi de Pontoslu Rum olan Tokat Merkez Aktepe köyü doğumlu İmastuli Boloslu ile evlenir ve İstanbul’a taşınır.
İstanbul’da Balıklı Rum Hastanesi’nde çalışmaya başlar. İstanbul’da Rum cemaatinin yoksul ailelerin kalabileceği Balıklı Rum Kilisesi’ne bağlı evlerinden birine yerleştirilir ve cemaatin yardımlarıyla da ailesinin bakımını sürdürür.
Ama artık kimliğini gizlemek istemez. Mahkemeye başvurur ve adı yeniden Dimitri olarak geçer nüfus kayıtlarında. Tek fark kimliğinde ismi artık ‘Dönme ( üstü çizili Mustafa ) Dimitri’dir. İlk eşinden olan oğlunu da vaftiz ettirir ve ona babasının adı Yorgo ismini koyar. Dinini, ismini değiştirir ama soyadını değiştirmez. Dimitri Söyler olarak devam eder hayatına.
1947 yılında bir kızı olduğunda annesinin yad eder bu sefer, onun adı Despina”yı kızına verir. 1950 yılında ikinci oğlu doğduğunda ise ona verdiği isim kendisini koruyup kollayan, gözleri Topal Osman’ın çetecilerince öldürülen ağabeyinin adı Athanasios”dur.
Ailesine hasretini çocuklarında yaşatmaya çalışan Dimitri son çocuğu doğduğunda ekonomik olarak onu etkileyecek bir tavırla karşılaşır.
Son çocuğu Athanasios Balıklı Rum Hastanesi’nde doğdu diye, daha önce 70 lira olan maaşı hastane yönetimince 60 liraya düşürülünce işten ayrılır.
TÜRK BASKETBOLUNUN RUM EFENDİSİ YAKOVOS BİLEK[i]
İş arama çabası sürerken yolu Samsunlu bir Rum hemşehrisiyle kesişir. Ünlü basketbol antrenörü Yakovos Bilek ile. Bilek de Dimitri gibi, Samsunlu bir ailenin çocuğudur. Ancak mübadeleden çok önce İzmir”de doğmuştu. Ancak mübadele sürecinde İstanbul’da olduğundan, mübadeleye dahil edilmeyen İstanbul Rumlarından sayılmış ve bu yüzden sürgüne gitmemiş ve Ortodoks Rum kimliği ile yaşama şansını elde etmiş olanlardan birisidir. Basketbolun tanınmasında büyük emeği de olan Yakovos Bilek, Pontoslu bir ailenin çocuğu olmasının da etkisiyle yardım elini uzatır Dimitri”ye. O dönem Piyale’nin sahibi çocukluk arkadaşıdır idi Yakovos Bilek’in. Piyale’nin o yıllarda (1950) Ortaköy’de inşaat malzemeleri taşıyan gemilerin yük indirdiği depoları vardır. Dimitri, Yakovos’un aracılığıyla bu depolarda çalışmaya başlar.
6 – 7 EYLÜL 1955
Dimitri nihayet hayatının düzene girdiğini düşünmeye başlar. İyi bir işte çalışıyordur. Eşi ve çocuklarıyla mutlu bir hayatı vardır. Ancak Küçük oğlu Athanasios’un beş yaşına, kızı Despina’nın sekiz yaşına geldiği 1955 yılının kara 6-7 Eylül”ü onların kapılarına kadar gelir. Dimitri için çocukken yaşadığı acıların bir benzerini daha yaşar. Balıklı Rum Kilisesi”nin karşında yine kilisenin evlerinden birinde yaşarlarken 6 Eylül gecesi kilisenin ateşe verilmesine, içindeki ikonların ve değerli eşyaların yağlanmasına tanık olur. Üstelik ateşe veren ve yağmalayanların arasında tanıdıkları vardır. O ateş kiliseyi yakarken yüreğini de yakar Dimitri”nin. Çocukken yaşadıkları bir yandan aklına gelirken, bir yandan da çocuklarının da hep aynı acıları yaşadığını hisseder.
Rumdurlar ve kaderleri hiç değişmeyecektir.
Pontos’taki soykırımın çocuk gözüyle tanığı olan Dimitri, yıllarca yoksulluklar içinde bir aile kurup yaşama tutunmaya çalıştıkça Rum olması onun yakasını bırakmaz.
Adeta Yorgo Andreadis’in hikaye kahramanlarından Todoron’un dediği gibi sanki ‘Tanrı Rumları istemiyor’dur.
Balıklı Rum Kilisesi”nin evinde de kalmak istemez, 1956 yılında İstanbul’un Samatya semtine taşınır.
Dimitri ne çocukken ne de daha sonraki yıllarda yaşadıklarını öyle pek kimselerle de paylaşmaz. Acılarını içinde yaşar. Ama ailesine ne olduğu sorusunun yanıtını hep arar.
1962’de Kızıl Haç’a başvuru yapan Dimitri sağ kalanlar olabileceği ihtimali üzerine ailesini araştırmaya başlar.
1963 yılında kız kardeşi Kiriaki Yeorgiadu’nun Yunanistan’da Drama’ya bağlı Haritomeni köyünde yaşadığını öğrenir. 40 yıl sonra bulduğu kız kardeşiyle buluşur Dimitri. Pontos Soykırımı öncesinde neredeyse iki yüz kişi olan akrabalarından kendisi ve kız kardeşi dışında kimsenin kurtulamadığını öğrenir kız kardeşinden.
Birkaç kez Samsun’a, Tokat’a gider ama hiç bir iz bulamaz.
Kızıl Haç bir yıl sonra Selanik’te Teohari Kalaytsidis adında bir amcasının bulunduğunu haberini verir Dimitri’ye. Babasının kuzeni olan Teohari de aileden kimsenin sağ kalmadığını söyler Dimitri’ye.
Bu kadar acı, travmayla dolu hazin yaşamı 2 Mayıs 1969 tarihinde 57 yaşındayken son son bulur Dimitri’nin. Balık Rum Mezarlığı’nda toprağa verilir.
Dimitri’nin yaşamı Pontoslu Rumların yüz yıl önce yaşadığı soykırımın, ardından mübadele sürecinin özetidir aslında.
Dimitri’ye bunları yaşatanlar cezalandırılmadığı için, Dimitri’nin yaşadıkları ile yüzleşmediğimiz için yüz yıldır bu topraklarda acının, kanın, gözyaşının, zulmün sonu gelmiyor.
Dimitrilerin ahı bu topraklarda yaşayan bizlerin de iki yakasını bir araya getirmiyor işte. Bir zamanlar Rumlara bire beş veren toprak artık bire bir bile vermiyor.
Dimitri’den geriye kalan tek şey Kanada’da yaşayan küçük oğlu Athanasios… Daha beş yaşında 6 / 7 Eylül’e tanık olan Athanasios, babasının ağabeyinin gözünün önünde öldürüldüğünü hiç hazmedemeğini söylüyor.
Çocukluk anılarında babası Dimitri’nin Pontos’tan arkadaşlarının evlerine yaptığı ziyaretler var hayal meyal. Ve ‘’Ben Türkiye hükümetine, memleketine babamın ve annemin haklarını hiçbir zaman helal etmeyeceğim’’ diyor.
Bütün bu yüz yıllık tarihi resmi kaynaklardan öğrenen ve savunanlar bir an için kendilerini Dimitri’nin yerine koyup tüm bu olan biteni anlamaya çalışırsa sanırım Dimitri’ye borçlu olduklarını düşüneceklerdir. Ve Dimitrilere borcumuzu ödemeye dünyadaki hiç bir servet yetmeyeceği çok açık.
Sadece adalet…
[i] 1962 yılında Almanya’ya yerleşen bir Rum, o zamana kadar tanınmayan, bilinmeyen basketbolu, tüm Almanya’yı nerdeyse köy köy, okul okul dolaşarak tanıttı. Yıllarca Alman basketboluna antrenör ve Federasyon başkanlığı yaparak hizmet verdi.
1917 yılında İzmir’de doğan Yakovos Bilek’in ailesi Samsun Kadıköylü idi.
Cumhuriyet sonrası basketbolun kurucularından biri olan Yakovos Bilek İstanbul Tatavla (Kurtuluş) Heraklis takımında oyuncu olarak başladığı basketbola milli takımda 8 kez forma giyerek ardından antrenör ve hakem olarak devam etti. FİBA’da (Uluslararası Basketbol Federasyonu) Türkiye adına hakemlik yaptı.
1952 Helsinki Olimpiyatlarına Basketbol hakemi göreviyle ama kendi parasıyla gitti.
1960 Roma Olimpiyatlarında yarı finalde Brezilya – Sovyetler Birliği maçını yönetti.
1950’li yıllarda yayın yapan İstanbul Expres gazetesinde köşe yazarlığı yaptı.
Tamer Çilingir
Bu haber devrimcikaradeniz.com kaynağından gelmektedir.
Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (devrimcikaradeniz.com) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.
Opinions expressed are those of the author(s)-(devrimcikaradeniz.com). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com