​Sasun’a bir adak yolculuğu[Sasun’a bir adak yolculuğu - Gündem
29 Mart 2024 - Հակական տոմար - Տարի : 4516 / Ամիս : Արեգ / Օր : Վարագ / Ժամ : Լուսափայլ

Gündem :

29 Ağustos 2017  

​Sasun’a bir adak yolculuğu[Sasun’a bir adak yolculuğu -

​Sasun’a bir adak yolculuğu[Sasun’a bir adak yolculuğu ​Sasun’a bir adak yolculuğu[Sasun’a bir adak yolculuğu

Yıllarca, babası Sadık Arslan’dan, hiç görmediği bir memleketin, Sasun’un hikâyelerini dinleyen Silva Arslan Demirci, babasının ölümünden iki yıl sonra, arkadaşı Besse Kabak ve Behçet Çiftçi’yle birlikte çıktığı adak yolculuğunu yazdı. Her yanı harabeye dönmüş Ermeni evlerinin, kiliselerin, mezarlıkların içinde geçmiş bir hayatın izini süren Demirci, halen sevgiyle anılan babasının mirasıyla gururlanıyor.

Silva Arslan Demirci’nin Agos’ta yayınlanan yazı şöyle:

Kimi genç kızın ilk aşkıdır, kahramanıdır, sığınılacak limanıdır, hayranlık uyandıran, güven veren, evlilikte aradığı özelliklerin toplamıdır babası. Babam, canım babam...

Uzun yıllar olmuştu Sasun dağlarının yamacında bulunan köyünü terk edip şehre yerleşmesi babamın. Geçim derdi, yeni bir yere kök salma fikri onu çok zorlasa da, nihayetinde bir düzen kurup şehirli oldu. Ya da ben öyle sandım.

Zulüm görmüş olsa da hiç kopamadı o topraklardan. Sasun’u, Sasun dağlarını, Natopan’ın yaşanmışlıklarını, güzel anılar kadar kötü anılarını da hep işittim ondan. Dostlar bir araya geldiğinde geçmişten, eskilerden konuşurlardı. Dinledikçe ben de merak ederdim. Birkaç kere beni götürmesi fikrini ortaya attıysam da babam duymazlıktan geldi. Zaten bir şey işine gelmezse kulağını kapatarak “Benim kulağım duymuyor” derdi. En son, on sene önce abimle gitmişti köyüne, ama beni götürmedi. İkna edemedim onu. Geçmişten gelen korkuları vardı. Açıkça söylemese de biliyordum. Çok insanın canı yanmıştı o topraklarda. Özellikle de kadınların.

İki yıl önce kaybettik babamı. Yokluğu derin bir boşluk yarattı bende. Gölgesine sığındığımız koca çınarımız yoktu artık. Aklıma her geldiğinde burnumun direği sızlar.

Annem bu sene Maruta Dağı’ndaki Partsır Asdvadzadzin Kilisesi’nin adak gününe gitmek istediğini söylediğinde ben de umutlandım. Nihayet hayallerime ulaşabilecektim. Heyecan içinde başladığım hazırlıklar, annemin sağlık sorunları nedeniyle duruverdi. Bu yolculuğa çıkamayacağını söylemesi, ‘ukhd’um, adağımla birlikte hayallerimden de vazgeçmem anlamına geliyordu.
Ancak içimdeki, bu ukhd yolculuğuna çıkmam gerektiğini söyleyen ses susmak bilmiyordu. Sonunda annem gelemese de bu yolculuğa çıkmaya karar verdim. Telefonla arkadaşımı arayarak beraber gitmeyi önerdim. Biraz zorlayarak da olsa, onu ikna etmeyi başardım.

Balla yâd ettiğim babam
Sabahın erken saatlerinde, ukhd arkadaşım Besse Kabak’la birlikte Batman Havaalanı’na ulaşıyoruz. Batman’da Sasun gezilerinin vazgeçilmez ismi Behçet Çiftçi’nin de grubumuza dahil olmasının ardından, yolculuğumuzun ilk durağı olan Kozluk’a geçiyoruz. Ne çok duymuştum bu adı babamdan... Bir an onun görüntüsü beliriyor zihnimde: Kambur sırtında heybesi, başında kımmesi, elinde sopası...

Dağ köylerine çıkmadan Kozluk Kalesi ya da bilinen adıyla Hazzo Kalesi’ne gitmemek olmaz diyerek, eski ihtişamından uzak ama bir o kadar inatla tarihteki yerini koruyan kalenin harabelerine doğru yöneliyoruz. Basamakları bitirip kaleye varınca destanlara, şarkılara konu olmuş Sasun dağlarının görsel şöleniyle karşılaşıyorum. Yüzüme doğru esen rüzgârla bir kez daha geçmişe, babama dönüyorum.

Eşyaları bırakmak üzere aile dostumuz olan Mirza Abi’nin Khırbak’taki köyüne gidiyoruz. Ev halkı çevreliyor etrafımızı. Evin en yaşlısı olan babaanne, babama sarılır gibi kucaklıyor beni. Misafirperverlik daha o anda hissettiriyor kendini. Kırk yıllık dostlar gibiyiz. Tepside çaylar ve tabii ki Sasun balı geliyor. Babam baldan hem iyi anlardı, hem de bal yemeyi çok severdi. Bu yüzden sevmesem de, ikram edilen balı onun adına yemeye başlıyorum. Aldığım her lokma yanımda hissettiriyor onu. Ancak onun memleketinde, onsuz bal yemek kalbimi sızlatıyor. Sıcak ortamda başlayan sohbette Mirza Abi’nin annesiyle babamın çok iyi arkadaş olduklarını öğreniyorum. Hep o eski güzel günlerden, babamın iyi biri olmasından bahsediyor. Onun kızı olmaktan hep gurur duymuştum. Bugün bu köyde duyduklarım daha da gururlandırıyor beni.

Şaman Hatun’da dua
Gezi programımız yoğun olduğundan, arabaya binip hemen köylere doğru yola çıkıyoruz. Annem Şaman Hatun’a uğramamı istediği için, önce Goğ köyüne gidiyoruz. Şaman Hatun olarak bilinen yer, ortasında bir bebeğin geçebileceği büyüklükte deliği olan bir taş parçası aslında. İnsanlar buraya kısmet veya şifa bulmak, çocuk sahibi olabilmek için gelip dua eder, burada yapılan duaların kabul olunacağına inanırlarmış. Ben evli ve çocuklu biri olsam da, annemin isteğini gerçekleştirmek için dua ettikten sonra taşın üzerinden atlıyorum. Şaman Hatun’un yakınlarında, harabeye dönmüş kilise kalıntılarının bulunduğu alana doğru yürüyoruz. Yolda insan boyunda uzun ve yassı mezar taşları görüyoruz. Mezarlığın az ilerisindeki kilise kalıntısında dua etmeye karar veriyoruz. Ancak İstanbul’dan getirdiğimiz mumları valizlerde unuttuğumuzu anlayınca üzülüyoruz. Birden Besse’nin yengesinin balmumundan kendi elleriyle hazırlamış olduğu mumları sırt çantama koyduğumu hatırlıyorum. Maratu Kilisesi’nin ukhd’una gideceğimizi duyan yengesi, kendisi, torunları ve Besse için küçük desteler halinde mumlar hazırlamıştı. Besse, hazırlanmış mumların bir kısmını burada kullanabileceğimizi söylüyor. Ölmüşlerimizin ruhları için birlikte okuduğumuz dualar, yanan mumların dumanına karışarak gökyüzüne yükseliyor.

Ağaçlar arasında dağlardan aşağı suyunu şelale misali akıtan Nabukh’a ulaşıyoruz. Sıcaktan kavrulmuş yüzümü buz gibi suda yıkıyorum. Aynı suda serinlemiş olan babamı düşünüyorum. Tam bu sırada Mirza Abin’in konuşmasıyla kendime geliyorum. Koyunlarını yıkamak için bu suya gelirmiş bizimkiler. Demek oluyor ki ata topraklarına epey yaklaşmışım. Tekrar bir heyecan dalgası sarıyor beni. Kalp atışlarım hızlanıyor. Böyle bir durumu hiç yaşamamıştım daha önce. Bir an önce gitmek, oraya varmak istiyor ama umduğumu bulamamaktan da korkuyorum.

Natopan, dedelerimle başlayan, babamla hayat bulan, babamdan sonra da bende yaşayacak olan dağ köyü... Araçla köye doğru yol alırken bir kaplumbağa çıkıyor karşımıza. Zarar görmesin diye araçtan inip kenara alıyorum onu. O evini sırtında her yere götürürken, ben babamların ayrılmak zorunda kaldığı evini ziyarete gidiyorum.

Babamın diktiği kavaklar
Uzaktan bakınca dikkat çeken ilk şey, köyün girişinde yan yana durarak tek bir ağaç görüntüsü veren beş kavak ağacı. Yoldan geçen birkaç kişiyle karşılaşıyoruz. Selamlaşmayla başlayan sohbette kim olduğumu öğrendiklerinde “Hoş geldin” diyerek, gölgesinde beklemekte olduğum kavak ağaçlarını babamın diktiğini anlatıyorlar. Babam bundan hiç bahsetmemişti. Ağaçlar hâlâ babamın adıyla anılıyor. Başımı gökyüzüne uzanan kavaklara doğru kaldırıyorum. Yüzümde gururla ama bir o kadar da hüzünle harmanlanmış bir tebessüm var. Köydeki tek canlılık, tek hayat belirtisi, babamın kendi elleriyle dikmiş olduğu bu ağaçlar. Bir zamanların tanığı bu ağaçlar. Babamın varlığının ve gelecekte var olacağının işareti bu ağaçlar. Çocuklarım Nerses ve Tavit’in yol haritası bu ağaçlar.

Karmaşık duygularla, başım önde, bir zamanların en verimli tarlalarından geçiyorum. Kuru ve dikenli otlar sarmış her yanı. Khanikhore, hayatım boyunca hep duyduğum ama şimdiye kadar göremediğim o meşhur dere kurumuş durumda. Annemi, yengelerimle bir zamanlar Khanikhore’nin başında sohbet ederken hayal edip gülümsüyorum.








Bu haber ermenihaber kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (ermenihaber) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(ermenihaber). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+