Nişantaşı`nda bir nalbur: Madam Ani -
Ani Allahverdi Nişantaşı`nda nalburluk yapıyor. Nalburluk mesleğini eşi için kendisi seçmiş. Fakat eşi vefat edince iş ona kalmış. Üstelik Ani Hanım`ın babası da 60 yıl boyunca nalburluk yapmış.
Ani Allahverdi Nişantaşı'nda nalburluk yapıyor. Nalburluk mesleğini eşi için kendisi seçmiş. Fakat eşi vefat edince iş ona kalmış. Üstelik Ani Hanım'ın babası da 60 yıl boyunca nalburluk yapmış.
İsmini Kars’taki Ani Şehri’ne de adını veren Kraliçe ya da Prenses Ani’den alıyor. Allahverdi soyismi ise sadece İran bölgesinde kullanılan bir soyadı imiş. İran’dan buraya gelirken sonundaki “-yan” eki de düşüvermiş!Ani Hanım’ın ailesinin bir kolu Acem’den Kayseri’ye oradan İstanbul’a gelmiş; bir kolu Levantenlerden. “Nişantaşı” denilince akla ilk nalburlar gelmiyor ya da Nişantaşı nalburuyla ünlü bir semtimiz değil. Ama kaybettiği eşinin hem anısı hem de boşluğunu doldurmak için ondan kalan nalbur dükkânını işleten Ani Allahverdi bu semtte yaşıyor.
Nişantaşı’ndaki Amerikan Hastanesi’nde dünyaya gelmiş Ani Hanım: “Çocukluğum güzeldi. Kurtuluş ve Adalar’da geçti. Ben babaanne yanında büyüdüm. Çok iyi yetiştim. Dadım vardı, aynı evde amcam, dedem, dedemin annesi; üç nesil bir aradaydı. Ama annemle babam yoktu. Ben Sevr Antlaşması’yım. Annem Rum olduğu için babaannem istememiş. Aradaki soğukluk azalsın diye babam beni babaannemlere götürüyor bir gün. Onlar da beni çok seviyorlar, ‘kalsın burada’ diyorlar. Babam da ‘bu sayede bir ayağımız burada olur, buzlar erir’ diye düşündüğünden orada kalmışım. Ama bu güzel bir şey değil.
“Çok güzel büyüdüm, çok sevdiler beni. ‘Bebekli madam’ derlerdi babaanneme. Kurtuluş’ta, ismi çıkmıştı. Herkes de beni çok severdi ama annenin sevgisi farklı bir şey. Eksik kaldım. Annem öldü, yine eksik kaldım. Hatta kocam öldükten sonra, şimdi atlatabiliyorum onu. Anne sevgisi başka bir şey, onu aldığın zaman kuvvetli olursun. Onun sevgisini aldım ama çok sonra; o da yeterli olmadı. Annem de sevgisini çok gösteren bir kadın değildi. Belki onu becerebilse arayı daha çabuk kapatırdık.
“Dördüncü sınıfta bir çocuk ‘senin anan baban ayrı mı’ demişti. Bu çok dokunmuştu. Çünkü beni görmüyorlar ki anamla babamla. Babam geliyor, anne yok. Günümüzde ayrılıklar çoğaldı. Kırık evliliklerden şahsiyetsiz çocuklar yetişiyor.
“Ben şanslıydım ki, kocam çok iyiydi. Tedirginliğimi tamamladı ve bana güç verdi. Herkesin kocası tamamlayamaz bunu. Duygusal ve manevi açıdan birbirini tamamlamak çok önemli. O benim, ben onun eksikliklerini tamamladık. Şahsiyetim oturdu. Şimdi anlıyorum, bazen yolda yürürken eşim derdi ki, korkma; ben senin yanındayım. Demek ki, yürüyüşümde bile bir zayıflık hissedermiş.”[Ani Allahverdi]Ani Allahverdi
Liseden sonra muhasebeci olarak çalışmaya başlamış Ani Hanım. 25 yılın sonunda emekli de olmuş. Ama onun gençlik yıllarında bir delikanlı İstanbul’a okumak için gelmiş: “Aslında eşim üniversite okumak için gelmiş buraya; 3 yıl hukuk, onu bırakıp 3 yıl da eczacılık okumuş. Okurken o ara satılan bir dükkân görmüş ve babasından para istemiş, orayı alacağım diye. O zamanlar da sağ-sol davalarının, öğrenci olaylarının çok olduğu yıllar. Babası da o durumdan korktuğu için parayı vermiş ve mezeci dükkânı açılmış. Babasından gördüğün bir şey değil.
“Eşim mezecilik yapardı. Kendine ait küçük bir dükkânı vardı. Ama o işin gecesi gündüzü yoktu. Eve geç ve yorgun gelirdi. Haftasonu yoktu. Daha mazbut bir hayat, belli saatlerde eve gelsin istedim. Babam vefat etmeden önce ondan nalburluğu öğrenmesini istedim. Saatleri belli, uzamayan ama kısalmayan, ekonomisi belli bir iş bu. 89’dan 2013’e kadar yaptı bu işi.
“Biz de o dükkândan tanışıyoruz çünkü açtığı yer bizim mahallenin köşesiydi. Alışveriş yaparken tanıştık. Güzel bir evliliğimiz vardı. Ailelerimiz ilk önce karşı çıksa da sonradan onları da ikna ettik. Biraz sinirli bir adamdı ama çok dürüsttü. Dünyada en önemli şey dürüstlük benim için.”
Ani Hanım’ın babası da Nişantaşı’nda 60 yıl boyunca nalburluk yapmış: “Askerden geldikten sonra bizim ön sokakta, cadde üzerinde bir fırın açmışlar iki arkadaş. Birisi gelmiş ve ortağının çok iyi İngilizce konuştuğunu görmüş. Bir gece birlikte içki içerlerken barmenlik yaptığını da görünce Amerika’ya götürmüş onu. Babam yalnız kalınca fırını kapatmayı düşünmüş çünkü çok anladığı bir iş değilmiş.
Onun dayısı da şimdiki Saksı sokağında ilk nalbur dükkânını açan kişi. Dayısından işi ona da öğretmesini istemiş. Ondan sonra 1951’de nalbura çevirmiş dükkânı. 60 sene boyunca o dükkân işletildi.”
Ani Hanım eşini kaybedince geliyor dükkâna: “Önce ‘yapamazsın bunu, kadın işi değil’ dediler; ‘kızların kendini kurtardı, kapat kiraya ver’ dediler. Ama benim için böylesi daha iyi oldu, yapacak bir şeyim oldu. Boşluğu doldurmam gerekiyordu.
“O ölmeden ara sıra gelip malzemeleri dışarıya diziyordum ama bir şeyden anladığımdan değil. O vefat edip de ilk açtığım gün bir adam geldi ve ‘alyan verir misin?’ dedi. Alyanın ne olduğunu bilmiyorum, bön bön baktım adama. Sonra tesadüfen gözüme alyan yazısı ilişti. Halen onun yazısıdır bu, benim değil. Hemen hemen hiçbir şeyi değiştirmedim. Onun eski bir defteri vardı, sürekli ‘yenileyelim’ derdi. Bir türlü fırsat olmadı. Şimdi diyorum, iyi ki yenilememişiz. Baktığımda her şeyi anlıyorum orada yazanlardan.
“Eşimin zamanında ona bazen ufak tamiratlar için de gelirlerdi. Mesela, çekiçle, tornavidayla bir şeyler yapar, düzeltirdi. Zamanla bana da böyle şeyler sormaya başladılar, bir çare diye. Aletlere bakarak, neyin nereden yapılacağını biliyorum ama elime çekiç alıp da tamirat yapamıyorum; o kadar uzun boylu değil. Ama fikir buluyorum, şunu şöyle yaparsan olur gibi.
“Notlar alıyordum kendime, bilmediğim şeylerle karşılaştığımda. Ürün katalogları bana çok yardımcı oldu. Hiç duymadığım bir sürü şey vardı. Sonradan çıkan malzemeler de oluyor. Eşim öldükten sonra da çok mal çıktı.”
Ani Hanım’la konuşmamız dükkâna birileri girdiğinde kesiliyordu. O arada ben de “ne var ne yok” diye her şeye bakıyordum. Sonra bir şey dikkatimi çekti: fiyatlar. Yaşadığım yer olan Üsküdar’daki dükkânlardan bile ucuzdu, ki burası Nişantaşı. Sebebini şöyle anlatıyor Ani Allahverdi: “Benim dükkânımda öyle çünkü kira vermiyorum, dükkân benim. Çocuk okutmuyor olmam, aile sorunlarımın bitmiş olması avantajım. Benim buradaki reklamım iyi malı ucuza satmak.”
Uygun fiyatlı olmasının yanında belli bir kalitesi de var ürünlerin: “Kendimle ilgili bir özellik bu; bir şeyin kaliteli olmasını isterim. O yüzden kötü mal satmak istemem. Sorarak birçok şeyi öğrendim ama kaliteli malzemeyi elinize alınca anlıyorsunuz. Mesela, iyi üretilen bir malzemede isimler malın üzerine işlenmiş oluyor. Biliyorsun ki o sahte değil. Metal olmayan her şey zaten yurt dışından geliyor. Ayağını sildiğin paspas bile yurt dışından geliyor.”
Bu işle birlikte insanları tanıdığını söylüyor Ani Allahverdi; bu ona göre yaptığı işin en güzel yanı: “İnsan sarrafı oluyorsun. Kocam derdi ki, kapıdan giren birinin mal alıp almayacağını ben anlarım. ‘Hadi canım sen de’ derdim. Ama artık ben de gerçekten anlıyorum. Bütün insanlar mantıklı olmuyor. Bu tip dükkânlarda saatlerce kimse gelmeyebilir; ama birden bir sürü insan gelebilir. Erkeklerle alışveriş çok daha kolay. Ne istediğini, alacağını biliyor. Ama kadınlar bir şey almayacak olsa bile dükkâna girip geziyorlar.”
İşin en zor yanını soruyorum: “Ağır harç malzemeleri geldiğinde onları taşıyamıyorum. Bir işçi de alamıyorum çünkü o kadar dönen bir iş değil. Küçük çapta çalışıyorum. Yaşım gereği çok para kazanmak zorunda da değilim, kazancım bana yetiyor. Biraz eğlencelik, biraz zaman geçirme, insanlarla haşır neşir olmanı, onları daha iyi tanımanı sağlıyor. En güzel yanı o. burası benim üçüncü okulum. Birincisi kendi okulumdu, ikincisi çalıştığım fabrikaydı, üçüncüsü de burası.”
Ve bir kadının varlığı nalbur dükkânını da etkiliyor tabii: “Bende her çeşit mal var, başka yerde bulamadıkları malı bende mutlaka buluyorlar. İki binden fazla çeşit var. Eskiden her mal için toptancıya giderdim. Zamanla markasını, kodunu öğrendim. Telefonla bildiriyorum ihtiyacımı, kızımla damadım alıp getiriyorlar. Ama esas iş buraya gelince başlıyor. Onları tek tek ayıracaksın, etiketleyeceksin, numaralandıracaksın. Her hafta mal alıyorum ve her hafta zamlı alıyorum. Her maldan sayıca fazla bulundurmuyorum ama çeşit çoktur.
“Mesela, nalburda satılmayan şeyler de var bende: iğne, iplik, makara, mezura, külot lastiği… Nişantaşı’nda başka kimse satmıyor bunları. Bazı şeyler kadınsaldır. Benden sonra satılan şeyler bunlar.”
Ani Hanım’ın dükkânı açık tutmasının bir nedeni de yaşadığımız coğrafya: “Memleket, memleket değil. Başkasının yanında çalışan çocuklar yarın, öbür gün çalışmayabilirler. O zaman geldiğinde paraya ihtiyaçları olursa burası hazır. Ama perakendecilik zamanla ölüyor. Daha çok AVM’lere akım var. Ama buraya neredeyse her gelen kişi indirim soruyor. Sen büyük mağazalara, AVM’lere gittiğinde indirim yapabiliyor musun?”
Geçmişin, hatıraların bugüne sindiği bir dükkânı ve yaşamı var Ani Hanım’ın. Eksikliğini en çok hissettiği ise kocasının yokluğu. “Eşimin yokluğunu arıyorum. Geceleri hâlâ rahat uyuyamam. Çünkü çok doluydu bizim hayatımız,” diyor.
Dükkân ne kadar dolu olsa da gönüldeki boşluğu hiçbir şey doldurmuyor…
Bu haber gazeteduvar kaynağından gelmektedir.
Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (gazeteduvar) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.
Opinions expressed are those of the author(s)-(gazeteduvar). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com