Yaşar Kemal’den bir soykırım kâbusu -
Yaşar Kemal’den bir soykırım kâbusu
Soykırım, organize devlet şiddetinin bu kötülüğü “insan”ın tarihte aldığı arpa boyu yolu hızla dağıtır, bastırılması, geriletilmesi, sindirilmesi gereken şiddet serbest bırakıldığında, “insan”la “hayvan” arasındaki ince çizgi darmadağın olur: Çocuklar, artık tehlikeli bir “yılan”dır, vahşetin çağırısına uymuş köpeklerden bir önce ya da sonraya düşerler soykırım taksonomisinde... Hem kırımı gerçekleştirmek için aşılır bu “çizgi” hem de kırımın bir sonucu olarak.Türkçe edebiyatta Ermeni soykırımının (eser miktardaki ama) belki de en çarpıcı epizotlarından biri, Yaşar Kemal’in “Bir Ada Hikâyesi”nin ikinci kitabında, Karıncanın Su İçtiği’nde yer alır. Üzüm salkımı gibi öykülerin öykülere bağlandığı bu eserin ikinci kitabının dördüncü bölümünde, Sarıkamış’ta Ruslara esir düştükten sonra memleketine dönen Baytar Cemil’in tanıklıkları aktarılır.
“Tanıklık” ne soykırıma tanıklıktır, ne de hikaye Ermeni soykırımıyla bağlantılı görünür. Fakat epizot müthiştir. Baytar Cemil, at sırtında yoldayken bir “şey”le karşılaşmış, adeta bir şeye uğramıştır:
“Bir sürü küçük çocuk, on, on bir, on iki yaşlarında, hepsinin de avurdu avurduna geçmiş, gözleri çukura kaçmış, yüzlerinin, bedenlerinin derisi kemiklerine yapışmış, boyunları çöp gibi, kimisi çırılçıplak birer iskelet, çırılçıplak bir paçavra yığını her birisi.”
KUTSAL İNSAN VE MÜSELMAN’I AŞAN FACİA[0000000147915-1]Yaşar Kemal, Karıncanın Su İçtiği – Bir Ada Hikayesi 2, Yapı Kredi Yayınları.
Kırım çocuklarıdır bunlar. Giorgio Agamben’in öldürülmesi yargılama konusu yapılmayacak olan “kutsal insan”ını aşan, “insan” kısmı darbelenmiş çocuklar. Nazi kamplarının “Müselman”ını andırır tasvir bir yere kadar. İskelet. Paçavra yığını. Çöp gibi. Kılıç artığı diyebilirdik belki, ama kılıç hâlâ çalışmaktadır ve karşılaşılan şey kutsal insanın da “Müselman”ın da kavramsal çerçevesini zorlar:
“Bu çocuklardan çok görmüştü, bunlar savaşta anaları, babaları ölmüş, kimseleri kalmamış Ermenilerin, Kürtlerin, Yezidilerin çocuklarıydı. (…) Yüzlercesi bir arada köyden köye, kasabadan kasabaya fırtına gibi esiyorlar, girdikleri kasabalarda, köylerde, köylerin, kasabaların evlerinde, dükkanlarında yiyecek ne bulurlarsa alıyor, rüzgâr gibi, nasıl girmişlerse, göz açıp kapayıncaya kadar öyle fırtına gibi çıkıyorlardı.Kasabalılar, köylüler de atlanıp bunların arkalarına düşüyor, yakaladıklarını öldürüyorlardı.”
Mesele çocuklardan da ibaret değildir: “… sürüleri tükenmiş, dağılmış, çalınmış köpek sürüleri ortalığı almış, hiç durmadan o dağ, o köy, o kasaba senin, bu dere, bu ova, bu orman benim dolaş ha dolaş ediyorlar, önlerine hangi canlı çıkarsa parçalıyorlardı. Her köpek bir canavar kesilmişti.”
Bu “köpek sürüleri” de, “çocuk sürüleri” gibi sahiplidir, artık olmayan, kırılmış sahipler: “Kırıma uğramış Ermenilerin, kırıma uğramış Kürtlerin, kırıma uğramış Yezidilerin sürülerinin köpekleriydi bunlar.”
ANLATICININ İKİRCİKLİ POZİSYONU
İlk bakışta Yaşar Kemal’in “savaş ortamında kimsesiz kalmış çocuklar”dan bahsettiği, meselenin Ermeni soykırımıyla ilgisinin açık olmadığı intibaı uyanabilir. Van ve etrafında, savaş günlerinde meydana gelen yıkım, etnik vurgu pek olmadan ahalinin çektikleri anlatılır. Anlatıcı, sanki Ermeni soykırımı tartışmalarındaki “karşılıklı mukatele”, karşılıklı öldürme fikrinde, yani temelde bir inkarcı pozisyonunda gibidir. Fakat bir anlatıcıyı böyle zorlu bir meselede daha baştan çok tartışmalı bir konuma sürükleyebilecek bu fikri pozisyon, Baytar Cemil epizodunda tersine bir edebi isabete yol açar.
Epizodun yer aldığı bölümün hemen başında Baytar bir göçer obasına konuk olur, göçer Kürtlerin hareket alanında gizlenmiş bir Ermeni obasıdır bu. İlk gittiğinde erkekler ortada yoktur. Sonradan erkekler de çıkagelir, saklanmışlardır çünkü gelen bir zabittir! Yaşar Kemal, gizlenme meselesini doğrudan Tehcir’le bağlayarak anlatmaz, şu biliniyor varsayılmış gibidir: Gizlenmeseler yok olacaklardır.
Çocukların tasviri, anne babaları öldürülmüş “Ermeni, Kürt, Yezidi…” çocukları olduğu bilgisi eşliğinde sürerken, kitabın birinci cildinde Yezidi kırımı, “öldüren cennetlik” formatındaki soykırım yankılarıyla anlatılmıştır. İlgilendiğimiz bölümde Baytar Cemil’i Obada karşılayan Ermeniler, tek kelime Ermenice bilmezler, Kürtçe konuşurlar, “Kürt”türler… Ermeni Soykırımında Yezidilerin, Süryanilerin ve Kürtçe konuşan Ermeni dahil Hıristiyanların kırıldığı da bilinmektedir. Yaşar Kemal, bilinçli bir tercihle “Ermeni soykırımı” demezken, anlattıkları “Soykırım” fiilinin kavranabilmesi için kritik önemde kurgulara yol açar. Belki de tüm eseri içindeki en kritik kurgu, sözünü ettiğimiz epizottur.
[ermeni3]
KIRILMAYA MÜSTEHAK ÇOCUKLAR!
Ve en nihayet, çocukların ölümden kurtulması için Baytar Cemil bir şeyler aramaya giriştiğinde, bu çocukların “karşılıklı kırım”dan artan çocuklar olmadığı, kırılmaya müstahak bir gruptan oldukları belirginleşir. Sırayla bir kaymakam ve bir vali anlatıya girer; iki mülki amirin konumu, çocukların “karşılıklı kırımın çocukları” değil, kırılması gerekenlerin çocukları (ve kendileri ve köpekleri) olduğunu ortaya koyar.
Baytar, ilk kaymakamdan yardım ister. Kaymakam, her şeyin farkındadır ve elbette kararlı bir insandır; kararsız zalimlik zor: “Onlar ölecekler, ölmeliler” diye bağırır, tabii ki “sebebi” de vardır: “Onlar insan yavrusu değil, yılan yavrusu…”
Baytar’ın tanıklığı, kaymakamın teziyle örtüşür: Artık insan olmaktan çıkmış “sürü”lerdir bunlar. Baytar yine de insani bir çare, kurtarma çareleri ararken, kaymakam “çare”yi bulmuştur bile. Yaşar Kemal, Baytar Cemil’i tanık kıldığı anlatısıyla, çocuk ve köpek sürülerini yan yana getirerek, Soykırım denilen kötülük biçiminin önemli bir özelliğini Türkçe edebiyata kazır. Doğrudan “soykırım”a değil, bir sonucuna tanıktır Cemil. Soykırım, organize devlet şiddetinin bu kötülüğü “insan”ın tarihte aldığı arpa boyu yolu hızla geriye götürür, bastırılması, geriletilmesi, sindirilmesi gereken şiddet bu şekilde işe koyulup serbest bırakıldığında, “insan”la “hayvan” arasındaki ince çizgi darmadağın olur; dahası hayvanlar aleminde de bir hiyerarşi başlar: Çocuklar, artık tehlikeli bir “yılan”dır, vahşetin çağırısına uymuş köpeklerden bir önce ya da sonraya düşerler soykırım taksonomisinde…
Hem kırımı gerçekleştirmek için aşılır bu “çizgi” hem de kırımın bir sonucu olarak. Sahipsiz çocuklar ve sahipsiz köpekler, hem şiddetin hedefi hem de kaynağıdır kaymakamın gözünde. Bu epizot, soykırımın kendisinin olduğu kadar metodolojisinin de inkârının da taşıdığı laneti yüze vuran sertliktedir.
ÖFKESİZ, SOĞUKKANLI, İNANÇLI, NAZİK…
Kaymakamda, çocukların öldürülmesi gereğini kaz kafalı hümanist baytara bağırarak anlatırken öfkelenmesinin dışında bir nefret gözlenmez aslında: İki figür de olup bitmiş felaketin artıklarının yarattığı sorunun devamına ilişkin birer konumu işgal ederler: Baytar, failin kimliği konusunda bir fikri olmayan, duygusal arayışlar içindeki üzüntülü adamken, kaymakam sorunun “artık”larını da çözmeye hazır icracı bir teknikerdir. Kaymakam, zoosfere, hayvanlar dünyasına ait bir sorunu teşhis etmiş ve çözümünden emin biridir: O çocuklar ölmelidir. Baytar, sorunun kaynağını göremediği, faili bilemediği için kaymakama gider, onun bilgisizliği kaymakamın “bilgi”sini daha da görünür kılar. Tanığın “baytar”lığı, konunun insanlıktan çıkaran yönünün bir başka alametidir.
Epizotta iki resmi görevli vardır; alttaki, kaymakam çok öfkelidir çocukların ölmesi gereğini haykırıp dururken. Daha üst konumdaki vali ise kaymakamın aksine “… öfkesizdi, soğukkanlıydı. Sesi tok, güvenli, inançlıydı.” Naziktir de. Mekanizmanın ruhunu veren yerdir biraz burası: Aşağıya indikçe duygusallığın öne çıktığı bir ajitatif hal hakimken, yukarıya yöneldikçe nezaket, akıl, güven duygusu, tokluk, soğukkanlılık artar. Soykırım çünkü fiiliyata geçiş sürecinde seferber edilen coşkularla, heyecanla, ajitasyonla, ulvileştirilmiş kıyıcı duygularla doğrudan bağlantılı bir iş değil, soğukkanlı bir organizasyonun, bir devlet teşkilatının, aklının ve ruhunun operasyonudur.
Kaymakam/vali pozisyonu 100 yıllık bir sabite; Baytar ise çocukları başka çocukların kurtarıcılığına terk ederek çekilir kendi gördüğü kabustan, belki neye tanıklık ettiğini bile anlamamış, “savaşın kötülüğü”nden başka bir şeye uyanamamıştır. Onun gözleriyle bize gösterilen kabus ise çukurlara doluşmuş, köpeklerle birlikte vahşileşmiş çocuklara karşı kaymakamın parçası olduğu planın dışına çıkmanın hem gereğini hem zorluğunu ortaya koyuyor. Vahşetin çağrısından terse doğru giden yolları bulma gereğini ve zorluğunu
Bu haber Ermeni Haber kaynağından gelmektedir.
Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (Ermeni Haber) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.
Opinions expressed are those of the author(s)-(Ermeni Haber). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com