21 Kasım 2016
5 Aralık akşamı 21.00’de Zorlu PSM’de sahne alacak olan Amerikalı caz vokalisti ve şarkı yazarı Madeleine Peyroux’nun İstanbul konseri, sadece Leonard Cohen anısına bile olsa dinlenmeyi hak ediyor.
7 Kasım’da kaybettiğimiz ozan, şarkıcı, besteci, sıradan birkaç sıfata sığdırılması imkânsız olan büyük sanatçı Leonard Cohen’in geride bıraktığı o derin boşluğu doldurmak pek de kolay olmayacak. Ondan miras kalan harika şarkılar uzun yıllar çalınmaya, söylenmeye devam edecek. Garanti Caz Yeşili kapsamında 5 Aralık akşamı 21.00’de Zorlu PSM’de sahne alacak olan Amerikalı caz vokalisti ve şarkı yazarı Madeleine Peyroux’nun en güzel yorumladığı şarkılardan biri, Cohen imzalı ‘Dance me to the End of Love’. İkinci solo albümünde yer verdiği bu şarkıyı hemen her konserinde söylüyor sanatçı. Cohen’in eserlerinin bugüne kadar binden fazla müzisyen tarafından kaydedilip yorumlandığı düşünülecek olursa, bu çok büyük bir tesadüf sayılmaz ama yine de Peyroux’nun yorumu dinlenmeye değer.
Peyroux, müzikle, ‘hippi’ olarak tanımladığı eğitimci anne ve babasının kendisine dinlettiği eski kayıtlar sayesinde tanışmış. Annesinin ukulelesi, çalmayı öğrendiği ilk enstrüman olmuş. Billie Holiday, Bessie Smith, Patsy Cline, Edith Piaf, Johnny Mercer, Charlie Chaplin, Serge Gainsbourg ve Bob Dylan gibi isimlerden ilham aldığını söyleyen sanatçı, 15 yaşındayken Paris’te sokak müzisyenleriyle zaman geçirdikten sonra, Riverboat Shufflers grubuna katılarak kariyeri açısından önemli bir adım attı. Ardından, Avrupa’daki önemli caz festivallerinde sahne almasını sağlayacak olan The Lost Wandering Blues and Jazz Band’e katıldı ve birkaç yıl süren bu macerası boyunca Avrupa’yı boydan boya kat etti.
1996 yılında büyük övgüler ve prestijli ödüllerle başarısını taçlandıracak ilk albümü ‘Dreamland’i çıkaran Peyroux, müzik otoriteleri tarafından ‘21. Yüzyılın Billie Holiday’i’ olarak gösterildi. 1996’da, Time dergisi tarafından ‘yılın en heyecan verici sesi’ olarak seçildi. Solo kariyerindeki başarısını 2004’te çıkan ‘Careless Love’ adlı albümüyle devam ettiren sanatçıya üçüncü albümü ‘Half the Perfect World’, 2007’de ‘BBC En İyi Uluslararası Caz Sanatçısı Ödülü’nü getirdi.
Son olarak 2013 yılında altıncı stüdyo albümü ‘The Blue Room’u yayınlayan Peyroux, cazın yanı sıra akustik blues, country ve pop türlerine yakın besteler üreterek müzik yelpazesini genişletirken, sürpriz cover’larla ilham kaynaklarına ve müzik tarihine saygı duruşunda bulunmayı ihmal etmiyor. Sanatçının İstanbul konseri, sadece Leonard Cohen anısına bile olsa dinlenmeyi hak ediyor.
Bir Çehov güzellemesi
Çok ilginç bir ismi var oyunun: ‘Vanya, Sonya, Maşa ve Spike’. İlk okuyuşta bir çağrışım yapıyor ama insan emin olamıyor. Oyunun yönetmeni Yücel Erten şöyle diyor, “Çehov’un sırtına binip yol almaya çalışan kolajlardan biri değil. Bir parodi asla değil. Bir arkeoloji araştırması gibi de değil. Bir rekonstrüksiyon çalışması hiç değil. Amerika’da, Pensilvanya’nın bir küçük kasabasında, bir göl kıyısında, bir köy evinde geçiyor olmasına rağmen çok perspektifli bir oyun. Uzantıları, dipnotları var, Çehov’a göndermeleri var. Ama bunlar seyircinin ille de Çehov oyunlarını bilmesini gerektiren şeyler değil. Hiç bilmeyen birinin de oyundan zevk alacağını düşünüyorum, umuyorum. Ama biraz Çehov’la haşır neşir olmuş insanların daha çok keyif alacaklarını tahmin ediyorum.” Christopher Durang’ın kaleme aldığı, Nesrin Kazankaya’nın Türkçeleştirdiği, Tiyatro Pera tarafından sahneye konan eserde Şerif Erol, Tilbe Saran, Nesrin Kazankaya, Doğan Akdoğan, Başak Meşe ve Gamze İpek rol alıyor. İki saat otuz dakika süren oyunda zaman su gibi akıp gidiyor. İsminden de tahmin edileceği gibi, oyunda Çehov’a ve oyunlarına bol miktarda gönderme var. Temsilde, Çehov’a özgü mizah anlayışını hissetmek mümkün.
Hikâyenin merkezinde üç kardeş bulunuyor: Bir sinema yıldızı olan Maşa, kirasını ve masraflarını Maşa’nın karşıladığı evde onunla birlikte yaşayan Vanya ve küçük yaşta evlat edinilmiş olan Sonya. Maşa kariyerinin ve hayallerinin peşinden koşarken, Vanya ve Sonya evde oturup yaşlı anne babalarıyla ilgilenmek zorunda kalıyorlar. Bir başka deyişle, Maşa hayatını doya doya yaşarken, diğer ikisi bir köşede günlerini tüketiyorlar. Bu durum kardeşler arasında sürtüşmelere yol açıyor. Oyunda, ekonomik çatışmadan gerilime, kehanetten entrikaya her şey var. Yönetmeni bununla ilgili çok güzel bir tespitte bulunmuş: “Çehov ‘Martı’ oyunu için Stanislavski’ye yazdığı bir mektupta ‘Yeni oyunumda bir göl ve çok aşk var’ demiş. Ben de diyorum ki, bu oyunda da bir göl var ama hiç aşk yok. ”
‘Vanya, Sonya, Maşa ve Spike’ 30 Kasım - 11 Aralık arasında, Çarşamba, Cumartesi ve Pazar günleri Tiyatro Pera’da izlenebilir. Detaylı bilgi için: www.tiyatropera.com
Agos