14 Temmuz 2016
Tehcir zorla göç ettirmek, sürmek demek. İnsanları yerlerinden yurtlarından, tarlalarından topraklarından, evlerinden ocaklarından, dostlarından akrabalarından, atalarının mezarlarından zorla koparacaksınız; yabancı iklimlere, yabancı topraklara, yabancı dillerin, inançların, törelerin hüküm sürdüğü yerlere zorla iskân edeceksiniz. 1915 Ermeni soykırımı dendiğinde hop oturup hop kalkanlar, atalarımız suç işlemez diye bangır bangır bağıranlar, Ermeni tehciri dendi mi rahatsız olmazlar, gururla kabullenir, olayı gerekçelendirir, devletin gücünün yansıması olarak savunurlar. Oysa her tehcir -doğrudan veya dolaylı, küçük veya büyük çapta- ölümdür, kırımdır, yıkımdır.
Bu toprakların siyasî ve demografik tarihi Osmanlı’dan bu yana, çeşitli insan gruplarına yönelmiş tehcirler tarihidir. İmparatorluğun geniş toprakları üzerinde yaşayan halklar, kavimler, aşiretler, topluluklar dinî, siyasî, askerî, iktisadî gerekçelerle, yüzyıllar boyunca oradan oraya sürülmüştür. Türk ulus devletinin inşa sürecinde de İttihat Terakki döneminden başlayarak günümüze kadar irili ufaklı iskân ve tehcir politikaları; iç tehdit ve isyanları önlemekte/bastırmakta, ulusu Sünnî-Türk varlığı üzerine inşa etmekte en önemli silahlardan biri olmuştur. Tehcir ve iskân, tekçi asimilasyonist devlet zihniyetinin olmazsa olmazıdır.
100 yıldır değişmeyen ceberrut devlet aklı
Bırakalım Osmanlı’yı bir yana, Türk ulus devletinin son yüz yılında da: 1914-23 Pontus Rumlarının tehciri, 1915 Ermeni tehciri, Süryanî-Asurî tehciri, 1934 Trakya Yahudi tehciri, 1937-38 Dersim tehciri, 1964 Rum tehciri, Kürt isyanlarından sonra bir sürü irili ufaklı tehcir, ayrıca 1923-24 mübadelesi… Hepsi belgeli ispatlı, çoğu anılara, romanlara konu olmuş, milyonlarca insanı kırıp geçirmiş insanlık suçu niteliğinde olaylar… Resmî tarih ve resmî ideoloji bunların öğrenilmemesi, bilinmemesi, toplumsal bellekten kazınması için kitlelerin ilkel milliyetçi duygularını körükleyen yalanlar üretmekten tutun da baskı ve korkutma yöntemleri uygulamaya kadar her yola başvurmuştur.
Yıl 2016. Gözlerimizin önünde, terörle mücadele kisvesi altında resmen ilan edilmemiş fiilî bir tehcir yaşanıyor: Güneydoğu Kürtlerinin tehciri… Kürtlerin tehciri baştan beri mi planlanmıştı yoksa Kürt siyasî hareketini bitirip bölgeyi Tayyip Erdoğan iktidarı için dikensiz gül bahçesi haline getirirken işin KDV’si olarak mı ortaya çıktı, kestiremiyorum. Şöyle ya da böyle; bölgedeki ölümler, yıkımlar, yerle bir olmuş şehirler, mahalleler, yakılıp kül olan ormanlar, meralar, baskı, korku, yıldırma, güvensizlik, yüzbinlerce insanı göçe zorladı. Ufukta, yakın gelecekte çözüm görünmüyor. Yakılıp yıkılan şehirlerin, mahallelerin, evlerin ve de tabii mahvolmuş hayatların, yüreklerin nasıl onarılabileceğini kimse bilmiyor. Atılan nutuklar, verilen sözler, çocukları bile kandıramayacak sözde kalkındırma projeleri hepsi palavra, hepsi yalan ve hayal. Sonuç: bölgenin olabildiğince Kürtsüzleştirilmesi.
Suriyeli mültecilerin ne günahı var?
Osmanlı’dan beri böyledir bu; yerli halk göçe zorlanarak tehcirle boşaltılan yerlere devletin/iktidarın bekçileri olacakları umulan/hesaplanan kandaşlar-dindaşlar yerleştirilir. Asimile olmaya direnenler, kendi hak ve kimliklerini talep edenler sindirilir, iktidarın hedeflediği demografik denge sağlanır. Kürt nüfusun bölgedeki üstünlüğünü kırmak, en azından dengelemek için şimdi de Suriyeli mültecilerin kullanılacağı anlaşılıyor. Savaş ve şiddet kurbanı masum Suriyelilerin ve “kandaş-dindaş” Türkmenlerin yanında selefî cihatçılar da bölgeye resmen iskân edilirse, bir de makbul görülenlere vandaşlık verilirse, gel keyfim gel.
Ancak; Cumhurbaşkanı Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık verileceğini açıkladığından beri Suriyelilere yönelen öfke ve saldırılar önümüzdeki günlerin tatsız olaylara gebe olduğunun ilk işaretleri. Halklardan iğrenen elitistler, aydın, yazar, çizer kisvesi altında yabancı düşmanlığı ve şoven milliyetçilik mikrobunu topluma saçmayı misyon edinmiş insanlar, kitleleri Suriyelilere karşı kışkırtmakta yarışıyorlar. Vurulup öldürülen Kürt kızının çıplak bedeninin sokaklarda teşhir edilmesine ses çıkarmayan, bodrumlara sığınmış insanların bombalanmasına, yakılmasına gözyuman, bunca zulmü görmezden gelen necip Türk milletinin lumpen tosuncukları da Suriyeli’nin biri köpeği tekmeledi diye Suriyeli sığınmacıları linç etmeye kalkışıyor.
Suçlu, sorumlu kim?
Tayyip Erdoğan, Suriyeli mültecilere vatandaşlık verileceğini açıklarken mültecilere karşı öfkeyi kabartıp yeni bir çatışma ve ayrıştırma alanı yaratmayı hesaplamış olabilir mi? Mümkün, çünkü bütün siyasetini ve iktidarını çatışmalar üzerine kurmuş durumda. Öte yandan, güneydoğu sınırlarımızda yoğunlaşan Kürt nüfusumuzu dengeleyip denetim altında tutacak bir Sünnî Arap (veya Türkmen) kuşağı yaratma planı da yapıyor olabilir.
Türkü ile, Kürdü ile, Alevîsi Sünnisî ile bu millet Erdoğan iktidarının bir sürü oyununa geldi, bu defa da mayınlı arazide dolaşıyoruz. Aralarında iktidarca varlıklarına göz yumulan, devlet birimlerince kullanılan IŞİD’cisinden El Nusra’cısına bir kısım muzahrafat varsa da, Suriyeli mültecilerin yaşanmakta olan toplumsal felakette suçları, günahları yok. Onlar sadece kurban.
Sorumlu ve suçlu kim, diye soruyorsanız: yüzbinlerce insanın ölümüne, milyonlarca insanın yerinden yurdundan edilmesine, bölgenin on yıllar boyunca onarılamayacak bir felakete sürüklenmesine neden olan bu savaşı kimler kışkırttıysa, yangına kimler benzin döktüyse, IŞİDvarî yapıları kimler desteklediyse onlar… Savaşın bu boyutlara varmasında Davutoğlu’nun Osmanlıcı hayallerinin, Erdoğan’ın bölge hakimiyeti ve Sünnî Müslüman dünyasının halifeliği ihtirasının, AKP iktidarının yanlış hesaplarının payını bütün dünya biliyor. Sonunda kendileri de ne halt ettiklerinin farkına vardılar ki, “Esat’la konuşamayacağımız bir şey yok, Suriye politikası gözden geçirilecek, vb.” demeye başladılar.
Varılan noktada Suriyeli mültecilere kızmak, saldırmak, sınırdışı edilmelerini istemek, onlara düşmanlık beslemek, aşağılamak; asıl suçluyu, sorumluyu bırakıp mazlumu, mağduru dövmektir. Kitlelerin öfkesinin, tepkisinin hedefini şaşırmasıdır. Muhalefete düşen; yabancı düşmanlığını, şoven milliyetçiliği vaaz ederek kitleleri tahrik etmek yerine Suriyelilerin sorunlarını çözebilecek insanî ve toplumsal politikalar önermektir. Bu aşamada mülteci statüsünün tanınması bir sürü soruna çözüm getirebileceği gibi, 3 milyon kişinin arasına karışmış teröristlerin, suçluların, cihatçıların, şer unsurlarının ayıklanmasına da yardımcı olabilir (Tabii olması isteniyorsa).
Suriyeli sığınmacıları, bu toplumsal facianın sorumlularının eline teslim etmemek; onların Kürtlere, Alevîlere, başka halklara karşı kullanılmalarını engellemek, onlara sahip çıkmak da bizim görevimiz.
T24