21 Haziran 2016
Etyen Mahçupyan
Alman Parlamentosu’nun 1915’le ilgili herhangi bir kararının önemli bulunmaması mümkün değil. Çünkü Alman devleti ve arşivi, olayları takip etmenin ötesinde kararların nasıl ve niçin alındığının içerden tanığı… Umalım ki bu gelişme Türkiye’yi de gerçek tarih çalışmalarına sevk etsin.
İlk tepkilerin o yönde olmaması ise doğal… Milliyetçi refleks bu tür olaylar karşısında herkesi kuşatabiliyor ve ezberlenmiş klişeleri kendi üzerimize boca ederek anlamlı bir savunu yaptığımızı sanıyoruz. Ne var ki karşıdan bakıldığında hiç de saygın bir görünüme sahip değiliz… Türkiye’nin resmi itirazı Almanların aldığı kararın “tarihin objektif incelenmesini engellediği” tezi üzerine oturdu. Bunda haklılık payı yok değil. Tarihsel olayların parlamentolarda şu veya bu yönde ‘karara’ dönüştürülmesi o denli siyasi nitelikte bir olay ki, buradan objektif tarih bakışı yönünde bir teşvik çıkması mümkün değil. Hatta psikolojik olarak tam tersine, içe kapanma ve savunma çıkması daha olası.
Ancak bu durum işin özünü değiştirmiyor. Almanlara “bizim nesnelliğimizi engellemeyin” diyoruz ama olaydan yüz yıl geçmiş ve biz hala nesnellik yönünde anlamlı bir adım atmış değiliz. Sıkışınca sanki bıraksalar, fırsat verseler bu konuda samimi ve dürüst bir tarihçilik yapacakmışız gibi laflar ediyoruz. Ama bu fırsatların hiçbirini kullanmaya niyetimiz yok. Aksine olay deşilmesin, öğrenilmesin, bilinmesin istiyoruz.
Türkiye bunca yıl gerçek dışı bir retorik üretip bunu makbul vatandaşlığın şartı haline getirmiş, eğitimin parçası yapmış, bu konuda herkesin devlet gibi düşünüp konuşmasını istemiş, kendi halkını bilinçli olarak cehalete mahkum etmiş… Ve şimdi çıkıp başkalarına, hem de ancak zor durumda kaldığında, “engel olmayın da objektif olalım” diyor. Bu tavrı sergileyen bir ülkeye saygı gösterilmesini mi bekliyoruz? Nitekim saygı görmüyoruz. Türkiye ile şu konjonktürde kötü olmamak için gerçek düşüncelerini arka plana atıyorlar ama bu düşünceleri söylemedikleri her an, onun acısını bizi iç dünyalarında küçümseyerek, hatta açık konuşalım aşağılayarak çıkartıyorlar. Yabancılarla her göz göze geldiğimizde, onların bakışında ‘bu işi beceremiyorsunuz’ mesajı var. Becerilemeyen ise soykırımın kabulü falan değil, objektif olabilmeyi sindirmek ve kendimizle yüzleşmekten korkmamak. Günümüzde ‘adam’ olmanın olmazsa olmaz koşulu bu… İster basit bir birey olsun, ister devlet. Bu nedenle eğer samimi ise Türkiye’nin ilk yapması gereken bugüne dek nesnel olmadığı ve bunu devlet politikası haline getirdiği için kendi halkından özür dilemek olmalı.
Nesnellik bir tarihsel olayı olgusal bağlam içinde, hiçbir detayı dışarıda bırakmadan ve gördüğünü görmezden gelmeden betimlemeyi gerektiriyor. Bu durumda hala farklı betimlemeler mümkün. Ayrıca üretilen tarihsel ‘olguyu’ farklı teorik çerçevelere yerleştirmek ve böylece yorumlayıp açıklamak da mümkün ve meşru… Ama gerçek dışı olan ve bazı olayların sistematik karartılmasına dayanan açıklama çabalarının meşru kabul edilmesini beklemek bir hayal. Hele defalarca uyarılmaya rağmen aynı gerçek dışı anlatıyı sürdürmek ahlaki de değil.
Türkiye 1915 konusunda dünyaya “sana bugünü vereyim, sen de bana dünü ver” demiş oluyor. Ancak pragmatizmin işlevsel olması için asgari bir ilkesel zemin lazım. Öte yandan da “tarihimizde utanç duyacağımız tek bir olay yoktur” diyoruz. Bu iki beyanın birlikte nasıl sırıttığını fark etmeden… Bu tür cümlelerin söylenmesinden gocunmuyoruz. Bunların ahlaki zemini nasıl yıprattığını bile idrak etmiyoruz…
Daha ne kadar zaman yüzleşmeden kaçarak kimlik oluşturulabilir ki?
Karar