20 Mayıs 2016
Ülkemizdeki insanların çoğunun, çözüm süreci, akil adamlar, Alevi açılımı vb. adımlara kadar Kürtlerin, Ermenilerin, Alevilerin, dindarların vb.nin geçmişte neler yaşadığı hakkında en ufak bir fikri bile yoktu.Dün, dünyanın en eski kadim yasası gereği kendisine sığınanlara ve birlikte yaşadıklarına kapısını ve kalbini hangi dinden ve milletten olduğuna bakmaksızın açan ve –buhranlara rağmen- bir arada yaşatan bir medeniyet havzasının çocukları olarak bugün bu topraklarda her türlü farklılığı dostça bir arada yaşatacak yeni bir paradigmaya ihtiyacımız var.
Bozgunlarla geçen son iki yüz yılımızda seçkinlerimiz vatanı kurtarmak uğruna bizi biz yapan değerleri birer birer safra gibi atarken; Batı’nın egemen paradigmalarına karşı yeni bir değerler dizisi inşa etmek yerine Batı’yı taklit etmekten başka çare üretemedi. Kurtulmak isterken; her geçen gün küçüldük, zayıfladık, kendimiz olmaktan çıktık ve son tahlilde katillerimize benzedik.
Osmanlıcılık, İslamcılık derken son kertede korkunç Balkan yenilgisinin de etkisiyle İttihatçılığın sığ milliyetçiliğine demir attık. Cumhuriyet’e de sirayet eden bu anlayış ‘sınıfsız ve imtiyazsız bir toplum’ hedefiyle çıktığı yolda toplumu tek tipleştirebilmek için her kesime bir suç atfetti: Ermeniler vb. topraklarımıza göz dikmiş, Araplar hain, Kürtler vahşi, Aleviler yoldan çıkmış, dindarlar yobaz ve Türkler dahi medenileştirilmesi gerekenler.
Aslında paradigma çok basit; bölünmemek için tüm farklılıkları yok et ve bir potada erit.
İstenilen tam olarak gerçekleştirilemese de sonuçta herkesin herkesten çekindiği, şüphe duyduğu; anlayışsız, duygudaşlıktan aciz ve bir o kadar da bilgisizliği ile kendine güvenen bir toplum üretildi.
Ülkede zenciler olmadığı ve zencileri çok sevdiğimiz(?) ve ırkçılığın aslında ne olduğunu tam olarak bilmediğimiz için gündelik hayatımıza sinen ırkçılığımızı bir türlü fark edemiyoruz. Köle İzaura’yı sevişimiz de kovboy filmlerinde Kızılderilileri tutuşumuz da bazılarımız için beyaz efendiler gibi yeterince muktedir olamamaktan geliyor.
Çöküşü ve her türlü olumsuzluğu hala “hainler ve dış güçler” üzerinden okuyor, sorumluluk kabul etmiyor ve başka yollar olabileceğine inanmıyoruz. Geçmişin günahlarını o denli içselleştirmişiz ki zorda kalırsak hataları İttihatçılara, padişahlara, dönmelere vb. yıkarak kurtuluyoruz.
Balkanlar’da camiler meyhane yapılıyor diye öfkelenirken kiliseler yıktığımızı; bir yerlerde Müslümanlara ve Türklere eziyet ediliyor diye kızarken memlekette doğru düzgün bir gayrimüslim cemaat bırakmadığımızı unutuyoruz; Alevilere, Kürtlere, dindarlara reva görülenleri çoğu kez duymak bile istemiyoruz.
Ve bugün, İttihatçı zihniyetten büyük zarar gören Alevi ve Kürtlerin bir kısmının Suriyeli muhacirlere bakışındaki İttihatçılık izlerini görmek gerçekten çok ürkütücü ve yine pek çok konuda muhafazakâr dindarların da benzer bir çizgiye sahip olmaları ümit kırıcı.
Kurtuluş, kurtulmak için içtiğimiz zehri damarlarımızdan temizlemekten ve bu toprakların ruhunda var olan birlikteliği yeniden inşa çabasından geçiyor. Batı’dan ve özellikle liberal gelenekten bu toprakların fıtratına uyanları almak şartıyla öğrenecek çok şeyimiz var.
Ve Resulullah’ın buyurduğu gibi bir düzen inşa edebilmek için özellikle muhafazakârların daha çok cehdetmesi gerekiyor; yeni anayasa sürecine biraz da bu gözle bakmakta fayda var:
“Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.”
Karar