12 Mayıs 2016
Türkiye bölgede, komşularına istikrarsızlık ihraç eden, mezhepçilik yapan, ABD emperyalizminin sözcüsü olarak davranan bir ülke olarak görülüyor...
Başvekilin istifasının ardından asıl konuşulması gerekenleri konuşmak gerekiyor. Çünkü başdanışmanlığından başvekilliğine dek, dış politikaya yön veren isimdi. Büyük bir medya rüzgârıyla geldi. Sadece kendi cenahından değil, özde o cenahta olup değilmiş gibi görünenlerden de, Mensur Akgün, Fuat Keyman, Hasan Bülent Kahraman gibi liberallerden de destek aldı. Fakat yön verdiği diplomasi iflas etti. İran, Irak, Suriye, Rusya, Ortadoğu, Ermenistan, Kıbrıs, İsrail gibi tüm başlıklarda stratejik derinlik değil, büyük bir hezimet yaşandı. Son döneminde Obama’dan randevu almadaki gayreti ve AB ile Türkiye arasında vize muafiyeti müzakereleri de bu başarısızlığı örtemedi. Kendi ifadesiyle“yeni şekillenmekte olan Ortadoğu’nun sahibi, öncüsü ve sözcüsü” olan Türkiye, “değerli yalnızlık” içinde şimdi.
Başvekil, Türkiye’nin siyasi, iktisadi, askeri, yumuşak güç unsurlarını hesaplamadan, devlet kapasitesini dikkate almadan, Osmanlı’nın sonunun acı deneyiminden ders çıkarmadan, Cumhuriyet’in birikimini tamamen dışlayarak, hatta küçümseyerek, çok iddialı sözler ediyordu. Yeni Türkiye diyordu. Yeni Osmanlıcılık yapıyordu. Sonuç ortada: Stratejik derinlik ile başladı. Komşularla sıfır sorun ile devam etti. Değerli yalnızlık ile bitirdi. “Ulus devletle hesaplaşma zamanı geldi” diyordu. Çok yönlü, çok boyutlu, pro aktif, dinamik, çok merkezli bir dış politika izlediğimizi söylüyordu. Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözünü, Cumhuriyet’in dış politika ilkelerini korkak, pısırık, içe dönük, edilgen, statükocu buluyordu. Gerçekte ise kendisinin hırslı, hınçlı ve hırçın bir politika izlediğinin farkında değildi.
Madde madde açalım:
1) Cumhuriyet’e ve onun müttefik olarak gördüğü mazlum milletlere karşıydı. Türk dünyasına, Avrasya’ya uzaktı. ABD’nin işbirlikçisi, sözcüsü olmayı önemsiyordu. Bölgesel güç, küresel aktör olmanın ABD’nin bölgedeki taşeronu olmaktan geçtiğine inanıyordu. ABD’nin küresel düzenine, Türkiye’nin alt bölgesel sistemler kurarak katkı vereceğini söylüyordu. Türkiye’yi bölgesel güç olmanın ötesinde, dünya politikasında merkez aktör olarak görüyordu. Gerçekçi değildi. Çünkü dünya tarihinde, orta ölçekli, ekonomisi kırılgan, çok önemli iç sorunları olan, bölgesinde dışlanmış bir ülkenin, bu kadar kısa sürede bu kadar ölçek büyütüp, kapasite artırıp, merkez aktör olduğu görülmemiştir.
TÜRKİYE KİME, NASIL, HANGİ ARAÇLARLA ROL MODELİ OLACAK?
2) Türkiye’nin model ülke olduğunu söylerken altını doldurmuyordu. “Hangi Türkiye, kime, nasıl, hangi araçlarla rol modeli olur?” sorusu yanıtsızdı. Anımsanacağı üzere; 1990’larda SSCB dağıldıktan sonra da Türkiye, Türk Cumhuriyetlerine (Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan) model olmaya çalışmış, başaramamıştı. O dönemde ABD; hem İran modelinin öne çıkmasını engellemek, hem de Orta Asya’da Rusya’nın yeniden nüfuz sahibi olmasının önüne geçmek için Türkiye’nin rol model olacağını söylerken, gerçekte Türkiye’yi Truva atı olarak cepheye sürüyordu. “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne büyük Türk dünyası” veya “21. yüzyıl Türk asrı olacak” sloganını bizdeki siyasetçiler kadar ABD başkanları da kullanıyorlardı. Gerçek kısa sürede görüldü: Türkiye’nin devlet kapasitesi yetmedi. Türkiye’nin Orta Asya’da Rusya’yla rekabet edip edemediği görüldü.
3) 2002’de iktidar olan AKP, Orta Asya’yı tamamen sırtını döndü. Ortadoğu’ya yöneldi. Dünya ve bölgedeki gelişmeler de bu yönelimle örtüşüyordu. 11 Eylül 2001 saldırıları, devamında ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleri, Büyük Ortadoğu Projesi, bu proje kapsamında “ılımlı İslam” modeli, emperyalizmin Kürt devleti projesi AKP’nin dış politika yönelimleriyle uyumluydu. Gelinen noktada dış konjonktür değişti. ABD’nin gücü aşınıyor. Ortadoğu’da Rusya’nın etkisi arttı. Suriye’de Esad kazandı. Nükleer anlaşmayı imzalayan İran bölgesel bir aktör olarak daha da öne çıktı. Suriye ve Irak üzerindeki etkisi daha da arttı. Türkiye’nin ise müttefikleri şunlar: Kuzey Irak’ta Barzani, Mısır’da İhvan, Körfez’de ise Katar ve Suudi Arabistan.
HANGİ TÜRKİYE ROL MODELİ OLACAK?
4) Dış politika coğrafyadan, devlet kapasitesinden, bölgesel ve küresel dinamiklerden bağımsız değildir. İkili ilişkiler, mutlaka üçüncü taraflara yansır. Bir ülkenin tek taraflı adım atması yetmez. Muhatabının da adım atması gerekir. Dahası konuyla ilgili üçüncü tarafların da buna onay vermesi, en azından tepki vermemesi şarttır. Bunlar da yetmez; bölgesel ve küresel dengelerin de uyumu zorunludur. Tüm bunları yönetmek çok iyi strateji, jeopolitik, tarih, iktisat, siyaset bilgisi gerektirir. Tarihimizden birkaç örnek verelim: Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcında Türk – Sovyet dostluğu, Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Hatay’ın anavatana katılması, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı başarılı örneklerdir. Davutoğlu’nun eseri olan Ermenistan açılımı ise Azerbaycan’la ilişkileri bozmaktan başka işe yaramamıştır. Suriye politikasında durum vahimdir. Rus uçağını düşürdükten sonra Türkiye’nin yaptığı açıklamalar, ne kadar hesapsız davranıldığının kanıtıdır.
5) Tarihi iyi bilmek gerekir. Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözünü küçümsemek, O’nun dış politikasını edilgen, pasif, içe dönük, korkak, pısırık bulmak, büyük hatadır. Bu dış politika, dünyanın önde gelen dışişleri akademilerinde ders olarak okutulur. Cumhuriyet için “parantez”, “travma yarattı”, “enkaz bıraktı”, “tarihimizle, kültürümüzle, geçmişimizle, dinimizle, alfabemizle, komşularımızla, İslam dünyasıyla bağımızı kopardı”, “80 yıllık zulüm rejimi”diyenler, Cumhuriyet’in dış politikasını çok boyutlu değil tek boyutlu, iddialı değil statükocu bulanlar, gerçekte kendi yaptıklarının hayalci, hesapsız, tutarsız olduğunu görememişlerdir. Kendilerini dev aynasında görmüşlerdir, o kadar.
6) Büyük sözler söylemek, bir ülkeyi büyütmez. Diplomasi hamaset üzerinden değil, akılcılık, gerçekçilik ve nesnellik üzerinden yapılır. Türkiye’nin gücünün sınırları bellidir. Ne dün, Orta Asya’ya yönelik olarak Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in sözleri, ne bugün Ortadoğu’ya yönelik olarak AKP’nin sözleri, Türkiye açısından tutulabilir niteliktedir. Çünkü böyle bir gücü yoktur. Bölgesel ve küresel dengeler lehimize değildir. Muhataplarımızın bu yönde talebi bulunmamaktadır. Dahası, bu yönde iddiası olan, bunu uluorta dillendirmez, gereğini yapar. Konuşmaz, icra eder.
OBAMA İSTEYİNCE, AÇILIM YAPMIŞLARDI
7) Şu soruların yanıtı, sadece dış politikayla değil, iç politikayla, ekonomiyle, toplumla, kültürle de ilgilidir. Toplumun çok geniş kesimlerinin uzlaşmasıyla yanıt verilmesi gerekir. Türkiye kime rol modeli olacaktır? Orta Asya’daki Türk dünyasına mı? Suriye’yi mi? Suudi Arabistan mı? Katar’a mı? Hangi Türkiye rol modeli olacaktır? Laik Cumhuriyet Türkiye’si mi? AKP Türkiye’si mi? Batı ülkeleri ve kurumlarıyla ilişkileri güçlü, NATO üyesi, AB adayı Türkiye mi? Bölgesinde yalnızlaşmış, dışlanmış Türkiye mi? Spor takımları dünyada derece alan, televizyon dizileri Ortadoğu’da, Latin Amerika’da, Azerbaycan’da izlenme rekorları kıran, sporcuları, bilim insanları, müzisyenleri dünya çapında ödüller kazanan Türkiye mi? Yoksa Araplara öykünen, hayranlık duyan, Arap olmadığı için üzülen, Arap alfabesi kullanmadığı için utanan, Ortadoğu’nun otoriter yönetimlerine özenen Türkiye mi? Dünyayla bütünleşmek isteyen, demokrasi, özgürlük, hukuk devleti, insan hakları, siyasal katılım, örgütlü toplum, kadın – erkek eşitliği, gelir adaleti, ekonomik kapasite, bilimsel nitelik, teknolojik altyapı çıtasını yükseltmek isteyen Türkiye mi? Atlantik’e, ABD emperyalizmine bağımlı Türkiye mi? Avrasya’da etkili, Türk dünyası, mazlum milletler, Ortadoğu, Arap alemiyle eşit, karşılıklı güvene, saygıya, faydaya, çıkara dayalı ilişkiler yürütebilen Türkiye mi?
"NE İŞİ VAR NATO`NUN LİBYA`DA"
8) Yıllardır izlenen dış politika, her durumda, her gelişmede ABD emperyalizmine bağımlı, ona ayarlı, ona duyarlı, ona odaklanmış bir dış politikadır. Libya’da önce Kaddafi’nin elinden ödül alan, Libya’ya NATO saldırmadan önce “Ne işi var NATO’nun Libya’da” diyen, sonra da Libya’ya saldıran ABD ve müttefiklerine destek veren politikadır. 1 Mart 2003’te tezkere TBMM’den geçmediği halde, ABD ordusuna her türlü yardımı, kolaylığı sağlayan politikadır. Irak’ın bölünmesi için ABD ve İsrail’le birlikte Kuzey Irak’ta Barzani’ye her türlü desteği veren politikadır. ABD Başkanı Obama, TBMM kürsüsünden “Ermenistan’la aranızı düzeltin, ilişkilerinizi normalleştirin” deyince, Ermenistan açılımı başlatan politikadır. “Milletle beraber dış politika yapıyoruz” derken, Ermenistan açılımını, Türk Milleti’nden, TBMM’den gizli yürüten politikadır. Suriye’de ABD’yle birlikte, Suriye’yi bölmeye, rejimini değiştirmeye çabalayan politikadır. Kıbrıs’ta Rauf Denktaş’ın tüm uyarılarına rağmen ABD ve AB istiyor diye Annan Planı’nı destekleyen politikadır. Kuzey Irak’ta Başika’daki askeri üsse, Irak hükümetine bilgi vermeksizin, ek asker yollayan, Irak, İran, Rusya ve ABD’den tepki gelince geri çeken politikadır.
Sözün özü: Türkiye bölgede, komşularına istikrarsızlık ihraç eden, mezhepçilik yapan, ABD emperyalizminin sözcüsü olarak davranan bir ülke olarak görülüyor. Türkiye’nin Ortadoğu’da etkisini artırdığını öne sürenler, Ortadoğu açısından stratejik önemde olan Kıbrıs’ta Türkiye’nin etkisinin azalmasının nedenlerini açıklayamıyorlar. KKTC’yle dahi sorun yaşayan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne koyduğu vizeyi kaldırmaya, liman ve havaalanlarını Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin deniz ve hava araçlarına açmaya hazırlanan Türkiye’nin kime, nasıl, neyle rol modeli olabilir?
Oda Tv