22 Nisan 2016
Ermeni Soykırımı konusuyla ilgili herhangi bir kitabı okumak, her bir Ermeni için son derece ağır olmakla birlikte, Soykırımla ilgili yazılmış sayısız ve çeşitli ciltler arasında en ağır olanı, şahitlik edenin sadece yazar olmayıp, aynı zamanda personaj olarak, okuru yaşadıklarına iştirak ettirip, tek bir kelimeyle Ermeni acısı olarak tanımlanabilecek olan, tarifi mümkün olmaya acıları yaşattığından dolayı, belki de anıların okunmasıdır.
Ermeni okur, benzer kitaplarda, gayriihtiyarî olarak mücadele satırları, Türklerin vatanlarını kaybetme taleplerine karşı koyan Ermenilerin kendi topraklarında var olma hakkı adına son nefesine kadar mücadeleleriyle ilgili bölümler arar.
Var olma mücadeleleri, Ermeni tarihinin en karanlık sayfası olan Soykırım bağlamında sönük de olsa, Ermeni halkının ebediliğinin güvencesini teşkil eden birer küçük ışıktır. Van, Şebinkarahisar, Musa Dağı, Urfa ve daha başka yerlerdeki Ermenilerin kahramanlık mücadelelerini hepimiz de gayet iyi bilmekteyiz.
Anılarını kaydetmiş olan Sedrak Pağtoyan’ın “Cennet cehenneme dönüştüğünde… yedi dehşet yılları (1915-1922)” başlıklı kitabında, “Köyün etrafında dövüşüp, kutsal toprağına düşerek, o toprağın aziz kucağında kaybolmaktan daha güzel bir şey olabilir miydi?» diyerek ayrıntılar sunduğu Karin (Erzurum) Vilayeti’nin Kıği (Kiğı-çev. notu) Kazası’ndaki Khubs Köyü’nün öz savunma hikâyesi, az bilinip, genelde dar uzmanlık alanına girmektedir.
Kısa bir tarihi bakış atarak, Sedrak Pağtoyan’ın, var olma mücadelesine ayrı bir bölüm adamış olduğu Khups Köyü hakkında bazı veriler sunalım. Nüfus açısından Kıği köyleri arasında Darman veya Temran’dan sonra üçüncü sırada bulunan Khubs veya Khubus Köyü, asiliğiyle tarihte yer edinmiştir. Khubs Köyü, 1616 depremi sonrasında, Keleğekyan manastırının yıkıntıları üzerinde kurulmuştur.
Bazı Türk beyleri 1650’li yıllarda, 25 hane Kürt’le birlikte gelip, Ermenilerin yanı başına yerleşerek, Keleğekyan manastırının yıkıntılarının yakınında bir cami inşa etmişlerdi. Khubs Ermenilerinin sayısı zaman içinde Kharberd (Harput), Balu (Palu) ve Dercan’dan (Tercan) gelen Ermeniler sayesinde artar. Ermenilerin burada hem maddi, hem de sayısal açıdan hayli güçlendiğinden dolayı Kürtler varlarını yoklarını terk edip veya Ermenilere satarak, Khubs’u terk eder. Türk beyler de 1850’lere kadar Khubs’ta kaldıktan sonra Hoğas ve Şoğ köylerine çekilir. Böylece, Khubs Köyü, tekrar sadece Ermenilerle meskûn şekle döner.
Khubsluların, tarih boyunca Osmanlı yönetimine isyan etmiş olduğundan dolayı, hükümet görevlileri tarafından Karadağ, Gümrük, Zeytun ve Asiköy olarak adlandırılır.
Khubs Köyü, varlıklı durumundan dolayı Türkler ve Kürtler tarafından Küçük İstanbul olarak da anılır.
Khubs 1914 yılında, tamamı Ermeni olan 2138 nüfuslu 317 haneye sahipti.
Yazar Sedrak Pağtoyan’ın sözleriyle “Kiğı’nın batıdaki nahiyesi Khubs, çok erkenden uyanmış olan bir kahramanlar yuvası olup, coğrafi konumuyla Dersim’in kalbine yaslanmıştı. Evlatları henüz 1870’te, gönüllü desteklerle varlığını zorlukla idame eden okullarına destek olabilmek amacıyla, İstanbul’da Khubs Köyü Eğitimseverler Derneği’ni kurmuştu. Bu derneğin çabaları ve köylülerin yoğun arzusunun neticesinde, 1880 yılında köyde Birleşik Dernekler’in ilk okulu açılır ve değerli öğrenciler yetiştirir. İkinci büyük eğitim hareketi 1900’de Providence’da, Khubs Köyü Vatanseverleri Derneği kurulup, Ermenilerin yoğun olarak ikamet ettiği birçok şehirde şubeleri açıldıktan sonra gerçekleşir. Khubs, Karin-Kharberd-Yerzınka (Erzincan-çev. notu) hattı üzerinde bayındır bir kasaba olup, Ermeni tarihinde parlak bir yer edinmiştir.
1895 ve 1915 yılları, onlarla ilgili olarak, gerçek bir gururla anılacak yıllardır”.
Osmanlı İmparatorluğu’nun, Birinci Dünya Savaşı’na katılmasından kısa bir süre sonra Khubslular, Ermeni ulusunu tehdit eden tehlikeyi hisseder. Khubs’ta oluşturulan askeri kurula Aram Arvanikyan, Mikayel Nalbantyan, Zakar Postoyan, Ğukas Paronyan ve Tigran Dilberyan üye seçilir. Oluşturulan beş grup, kendi yöneticileri ve yardımcılarını seçer. Tüm erkekler, belirtilen askeri kurula tabi olur. 4 Türk memur, 9 Mayıs 1915 tarihinde Khubs Köyü’ne gelip, köy halkını kaydettikten sonra, Khubs sakinlerinin Kharberd’e nakledileceği konusundaki, Osmanlı hükümetinin emrini açıklar. Köylülerin, hükümet görevlilerinin gitmesinden hemen sonra yaptığı toplantıda Arnavikyan ve Nalbandyan halka bir soru yöneltir, “Köyümüzde çatışarak ölmek ve öldürmek mi istersiniz, yoksa yabancı yollarda ve uzak diyarlarda katledilmek mi?” Tüm köy halkı tek bir ağızdan cevap verir “Çatışmak, bizim köyümüzde çatışmak, biz evlerimizden çıkmayız”. Bu toplantı sonrasında, aynı akşam, ünlü fedai Sargis Jamkoçyan, Khubs Ermenilerinin kararını bildirmek için, Khubslu iki kişiyle birlikte Kıği devrimci teşkilatları merkez organına gider. 14 Mayıs 1915 tarihli toplantıya 11 Ermeni köyünün temsilcileri katılır ve tehcir kararına karşı gelme konusunda oybirliğiyle karar alır. Lakin alınan bu karara, çeşitli sebeplerden dolayı, sadece Khubslular sadık kalır.
Osmanlı yönetimi, tehcir kararını gerçekleştirmenin aksine, 18 Mayısta ani bir şekilde, bir bölük Türk askeri eşliğinde, Kiğı ve Dersim’in Müslüman ve Kızılbaş Kürtleri ile Khubs’u kuşatarak bir muhtıra sunar. Pağtoyan’ın anlattığına göre, “Khubslular, muhtırayı okuduktan sonra, hep birlikte reddetmeye karar verir. Mutlu ve şerefli şahadetten ve kahramanlıktan neden taviz vereceklerdi ki? Bir saat içinde cevap verme sözü verip, mevzilerin gözden geçirilmesi, son ikrar ve bağlaşma için zaman kazanırlar. Tüm köyün üzerine Avarayr’ın (450 yılında İranlılara karşı verilen din savaşı-çev. notu) ruhu iner. İnsanlar, gözlerinde kızıl rüya ile gökle olan ahitlerini yeniler. Köyün, dört önemli mevziine ayrılmış olan 250 kişiden oluşan cengâverleri, çatışma başlamadan önce, subay ve astsubaylarının önderliğinde sırayla kiliseye gelip, kutsal mabede son ahitlerini ve sadakatlerini sunar”.
Aynı günün öğleninde, köyün etrafındaki kuşatma zinciri daraltılır. 236 Khubslu genç ve çatışmaya katılabilecek olan yaşlılar düşmana ateş açar ve düşman, arkasında 80-90 ölü bırakarak, kaçar. 22 Mayısa kadar süren çatışmalar esnasında Khubslular 1 ölü ve 3 yaralı verir, düşman tarafında ise çok sayıda kayıp vardır, yaklaşık 300-400 kadar. Kıği kaymakamı dahi bu çatışmaya şahit olmuştur.
Khubs’un varoluş mücadelesinin etaplarının anılmaya değer olanlardan biri, çatışmalar esnasında bir grup Khubslu kadının, yenilgi durumunda namuslarını koruyabilmek amacıyla diri-diri gömülmek amacıyla Gabrielyan’ların bahçesinde küreklerle büyük bir çukur açmış olduğudur. Birçok Khubslu kadının da, aynı amaçla evlerinde darağaçları hazırlamış oldukları bilinmektedir.
Askeri kurul, mermilerin tükenmeye yüz tuttuğu haberini verir. Khublular, çatışanları iki gruba ayırmaya karar verir. Birinci grup, ricat ederek dağı tırmanacak ve çatışmayı orada sürdürecek, kadın ve çocuklardan müteşekkil ikinci grup ise, şehrin yolunu tutacaktır. Düşmanın uzaklaşmış olduğunu sanan Khubs sakinleri 25 Mayıs gecesi köyü terk etmeye başlar, fakat pusuya yatmış olan güruh tarafından kuşatılır. Katliam ve kırım başlar. Khubsluların büyük bir kısmı, çok sevdikleri köylerinin tepelerinde can verir. Pağtoyan’ın belirttiği gibi,
“Köylerin henüz milliler tarafından çevrilmediği kahramanlık mücadelesinin o karanlık günlerinde, diğer Ermeni köylerin kalbi kırık sakinlerinden birçoğu, köylerine yakın tepelere çıkmış olarak, Khubs’un tepelerine, Surb Luys’a (Kutsal Işık-çev. notu) doğru bakarak, orada vuku bulan üzücü sahneleri tasavvur edip, derinlerden gelen silah seslerini duyarak seyretmekteydi.
Mümtaz ve aciz rençperler, ellerini gökyüzüne doğru uzatarak “Tanrım, sen onların imdadına yetiş, imansızların, masumların kanını içmelerine izin verme”,- diye mırıldanıyorlardı. Diğerleri, biraz daha genç ve Platonik aşkla gururlu olanlar, memnunlukla “Yaşayın Khubslular, siz Kıği’nin Zeytunlularısınız (günümüzde Süleymanlı-çev. notu), şerefsiz ölmek nedir bilmezsiniz… Vurun, kurban olayım size…”,- diyorlardı.
Pağtoyan’ın haklı olarak belirtmiş olduğu gibi, Ermenilerin imhasının sebebi, öz savunma ve çarpışma tecrübesinin eksikliğiydi.
“Ah tecrübe, öz savunma ve savaş tecrübesi, özellikle belirtmek isterim ki, halkımızın eksik tarafı sendin”.
Ermeni halkının hayatta kalma konusundaki dirayeti kırılmazdır. Sedrak Pağtoyan da, Ermeni Soykırımı’ndan hayatta kalmış diğer görgü şahitleri gibi, Soykırım’ın anılarına çok sayıda sayfa eklemek amacıyla kurtulacaktır.
Musul’daki yetimhane okulunun sorumlusu Sargis Çakmakçıyan, kitabın sonunda, Pağtoyan’a şöyle demektedir,- “Sen benim için, imha edilmemizin karanlık yıllarında hayal ettiğim dirilişin vücut bulmuş şeklisin. Senin de benim gibi, bu talihsiz ırkın yeniden doğuşu konusundaki kutsal görev için yaşayacağını biliyorum”. Türkçeye çeviren: Diran Lokmagözyan
Ortak Haber