19 Nisan 2016
İnsanın durup dururken ünlü akrabalarından söz etmesinin, hele de övünmesinin görgüsüz bir davranış olduğunu daha çocuk yaştayken öğrendim aile büyüklerinden. Ama bazen dayanamayıp yenik düşüyorsun duygularına işte. Hani kırk yılın başı, “Yosiv Visayonoviç Stalin dayım olur” derken şöyle biraz kasılıyormuşum. Ne diyebilirim doğrudur zahir.
Daha önce yazmıştım, annesi Oset’tir, çok yakın akrabam olur kendisi. Biz dayı diyoruz. Dayımın sözüdür:
Bu bir tesadüf mü yoldaşlar?
Yani İstanbul’da Meşrutiyet’e karşı yapılan 31 Mart gerici ayaklanmasından, yeni takvime göre 13 Nisan; bir gün sonra Adana’da baş gösteren kanlı kargaşa, bazı kaynaklarda “iğtişa” olarak geçiyor, bir tesadüf olabilir mi?
Selanik’ten kalkan Hareket Ordusu İstanbul’da Derviş Vahdetti’nin azdırdığı gerici güruhla dehşetli bir boğuşmanın içine girdiği günlerde, evet, tam da o günlerde Çukurova tutuştu… Adana, Misis, Ceyhan, Tarsus, Osmaniye, Kozan, Halep’e varıncaya kadar köyler kasabalar ören yerine döndü. Nisan ayı sonunda isyan bastırıldığında ayakta kalanlar bir yandan ölülerini sayıyor öte yandan Türk, Ermeni, Kürt, Keldani, Süryani, Arap kendi dillerinden ağıtlar yakıyordu.
Daha önce pek de uzak olmayan bir coğrafyada Erzurum’da (1890), Van’da (1896) ve hemen az ötelerinde sahiden de burunlarının dibinde Maraş, Zeytun’da (1895) Ermeniler ve Türkler arasında kanlı olaylar yaşanmasına karşın, Çukurova gibi Ermeni nüfusun yoğun yaşadığı bir bölgede yıllardır süren sükunet ne olmuştu da bir sabah birdenbire bozulmuştu? Çukurova’nın Müslüman ahalisi ile gayrimüslim ahalisi sabah yataklarından kalkıp ne demeye birbirlerini kesmeye başlamıştı?
Bilmez değilsiniz; insanoğlunu dini inançları üzerinden kışkırtma “kalu bela”dan beri kullanılan bir yöntemdir. “Komünistler camileri bombalayacak!” lafzı yeni döneme aittir, 1909 söz konusu olduğunda hüküm icra etmesi beklenemez, ancak “…camilerimize şey yapıp pisliyorlar” söylentisinin her dönemde getirisi olmuştur. Buna ilave edilecek “…kadınlarımızın başlarını zorla açacaklar” lafzı ise aliyyül âladır. Bunu Adana’da en üst seviyede yapan İtidal gazetesi olmuştur. Gazetenin “Ermeniler Klikya krallığı kurmak istiyor” sözünü manşete taşıyarak Ermenilere karşı ayaklanma çağrısı yapan da aynı gazetedir.
Buradan devam etmeden önce 1915 yılı başında yayınlanmış pek değerli bir kitaptan söz etmeme izin verin: “1909 Adana Katliamı: Üç Rapor.” Kitap, Osmanlı Mebuslar Meclisi’nin Adana Faciası’nı araştırmak üzere bölgeye gönderdiği biri milletvekili, üç Ermeni “akil adam”ın gözlem ve görüşlerini içeren raporlardan oluşuyor.
Aras Yayıncılık tarafından basılan kitabın önsözü de (17 sayfa) yeminli İttihat Terakki karşıtı olarak bilinen Taner Akçam tarafından yazılmış. Bu da kitaba ayrı bir değer katıyor. Zira bütün gayretine rağmen Taner Akçam’ın Adana olayları nedeniyle İttihatçılara yüklediği günah yerel yöneticilerin “aymazlığından” öte gidemiyor. Bu kısa nottan sonra devam edebilirim ve şimdi Garabet Çalyan’ın raporundan kısa bir bölüm aktarıyorum:
“Kurulan teşkilatta (Adana komisyonu, M.B.) görev alanlardan biri olarak üzülerek itiraf ederim ki, kapıyı çok fazla açık bıraktığımızdan, hırsız, despot, milliyetçi ve rüşvetçi şeraitçilerden birçoğu içeri girdi ve meşrutiyet taraftarları azınlıkta kaldı…” Çalyan burada 1908 devriminden sonra İttihat Terakki Partisi’ne doluşan çıkarcı çevrelerin çokluğuna dikkat çekiyor ve şöyle sürdürüyor:
“…Mesela olayları provoke eden İtidal gazetesinin sahibi, istibdat yanlısı olsa da İttihat Terakki içinde yer alıyor. İttihat Terakki çatısı altında Adana’da bir Ziraat Kulübü kuruyor.”
İtidal gazetesinin sahibi ve başyazarı İhsan Fikri’yi (Mehmet İhsan) kime benzetsem diye düşünürken; İstanbul’da 31 Mart gerici kalkışmasının fikri önderlerinden İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti kurucusu, şeriat çığırtkanlığı yapan Volkan gazetesinin sahibi ve başyazarı Derviş Vahdettinin sarık yerine fes, cübbe yerine “jaketay” önümden geçiverdi birden! Gazetesine attığı şu manşete bakar mısınız:
“ (Ermeniler) cami avlusuna pislediler…”
Çok açık, Adana’da gerici ayaklanma hazırlıkları Ermeni düşmanlığı üzerinden başlatılıyor. Ermeniler dahil diğer azınlıkları Müslümanlarla “eşitleyen” meşrutiyet rejimine karşı düşmanlık Ermeni karşıtlığı üzerinden yürütülüyor. Mesela; meşrutiyetle birlikte “Ermeni gençlerin Müslüman kızlarla evlenebileceği; Müslüman kadınların, kızların Ermeni dükkanlarında yüzlerini açmak zorunda kalacakları” türünden söylentiler çıkarılıyor İhsan Fikri’nin gazetesi İtidal aracılığı ile.
Olayları başlatanların ve süreci yönetenlerin İttihatçılarla hiçbir ilgisi olmadığını, İstanbul’da ayaklanma haberinin duyulmasıyla birlikte Adana’da meşrutiyet adına dikilmiş olan zafer takı “yaşasın şeriat”,”padişahım çok yaşa” bağırtıları arasında kışkırtılmış kalabalık tarafından yıkıldığını okuyoruz rapordan.
Adana’da ortaya çıkan ayaklanmanın çok açık olan gerici yüzünü görmeyerek onu “1915’in provası” diyerek İttihatçılara yüklemeye kalkanlara yanıtı Edirne’den Osmanlı Mebusan Meclisi’ne katılan Hagop Babigyan, Adana dönüşünde hazırlamış olduğu raporda veriyor. İlkin Adana olaylarını anlayabilmek için 1908’e, Meşrutiyetin ilanına kadar gidilmesi gerektiğini yazıyor Babigyan. Şöyle:
“Meşrutiyetin ilanı bazı ileri gelenlerin menfaatine aykırı idi. Çünkü evvelki yönetim bu gibi kişilere yasa dışı bir menfaat temin ediyordu. Haliyle bu büyük başlar kendi rahatsızlıklarını bir şekilde yeni yönetime karşı göstermeleri doğaldı. Tabii aynı zamanda da eski yönetime karşı kanlarını feda etmek isteyen Ermenilere karşı olmaları da doğaldı, çünkü Ermeniler meşrutiyeti muhafaza etmek istiyorlardı. Öyle ki insanlar düşündüler ki yeni rejime karşı başarı kazanmak için önce Ermenileri ortadan kaldırmaları gerekti. Tabii kendi cahillikleri de birleşince halkı galeyana getirmek kolaylaştı. Sebep yalnız bu değildi. Ermeniler İslamları, kadınlarını elde etmek için katledecekler diye bir şayia yayıldı. Tabii bu yalan bir söylemdi. Ermeniler güya İslam dinine karşı bir eylem gerçekleştirecekler diye sakin halkı ayaklandırdılar…”
İstanbul’da gerici ayaklanmanın başlamasından bir gün sonra Çukurova’da iki halkın birbirine girmesi, yani şimdi ne demeli, sevgili dayımın o ünlü sözü geliyor aklıma :
“Bu bir tesadüf mü yoldaşlar?”
Sonra ölülerimizi saydık.
Türk-Ermeni çatışması söz konusu olduğunda tarafların kendi ölülerinin sayısını yüksek tutarak bundan adeta mazohist bir tat almaları tarih yazımında artık bir usul haline geldi.
Ben onların hepsine ölülerimiz demeyi tercih ediyorum.
Bu toprağın insanlarıydılar. Ölü sayısı tam olarak bilinmiyor. Yirmi bin ile elli bin arasında değişen sayılar veriliyor. Taraflar kendileri için en ideal sayıyı seçip kullanıyor! Hagop Babigyan Ermeni sayısının 19.479 olduğu notunu düşerken buna 250 Rum, 850 Süryani, 422 de Keldani ilave ediyor. Cemal Paşa, olaylardan hemen sonra, Ağustos ayında vali olarak Adana’ya gidiyor. Sözünü ettiğim İttihat Terakki’nin ünlü “üçlü”sünden biri olan Cemal Paşa’dır. O da sayıyor ölüleri, hatıralarında yazıyor:17 bin Ermeni,1850 İslam. Onun bir de astıkları var. Ermeni bir yazar asılanların sayısını az buluyor,” sadece dokuz” diyor. Cemal Paşa itiraz ediyor, “yalan söylüyor” dedikten sonra devam ediyor: “Adana’ya gelişimden dört ay sonra yalnız Adana şehrinde Divan-ı Harp mahkumlarından otuz Müslümanı idam ettirdiğim gibi ondan iki ay sonra Erzin kasabasında on yedi Müslümanı idam ettirdim (…) Çok teessüf ederim ki, Adana vakasının ikinci günü bir ecnebi vapuruyla İskenderiye’ye kaçan Monsenyör Muşeg o zaman elime geçmedi. Yine haklı olarak divan-ı harb tarafından gıyaben idama mahkum edilmiş olan bu zat elime geçseydi, onu da Bahçe müftüsünün karşısına asardım.
Cemal Paşa Muşeg’i asamadığı için çok üzülüyor. Muşeg daha sonra Adana olaylarını yazıyor ve en yüksek Emeni ölü sayısını veren de o oluyor: 50 bin…
31 Mart gerici ayaklanması İstanbul’dan Çukurova’ya uzanıyor. Cemal Paşa hatıralarında yalnızca bir Ermeni idam edildiğini yazıyor. Bunun kasap Misak olup olmadığını bilemiyoruz. Bildiğimiz Misak için yakılan bir ağıtın olduğudur. Pek hüzünlüdür:
“A efendim!/ Tecellim bu, acap halim gün alır mı?/ Gaderim böyle yazıldı,gara bahtım uyanır mı?/ Mevtime sebep olan kendirler yağlanır mı?/ Başım açık,yalınayak,benim gibi sallanır mı?
Bu ne haldır Kasap Misak/Bu haline can dayanır mı/Goyun gibi asıldın sen/Seni gören inanır mı?”
Not: Bu ağıtın 60’lı yıllarda plağa okunduğunu öğrendim. “Kasap Misak ağıtı” diye girerseniz İnternete dinleyebilirsiniz. Sahiden hüzünlüdür.
Sol Haber