15 Nisan 2016
Dağlık Karabağ sorunu geçtiğimiz hafta yeniden bir alevlendi, bir söndü. Buzlukta olan sorun birkaç yılda bir Rusya’nın arkadan güç göstermesi ve tarafları kışkırtmasıyla parlıyor ve yeniden eski pozisyona dönüyor. Bu meselenin özel olarak ilgimi çekmesinin 2 nedeni var:
Birincisi: Konuyla ilgili Türkiye medyasında kullanılan dilin çok sorunlu olduğunu düşünüyorum.
İkincisi: Bu konu beni sahada muhabirlik yaptığım ve özlediğim yıllara götürüyor. 2009 Kasım’ında Karabağ’ı karış karış gezmiş, işgalci pozisyonundaki Ermeni yönetimle röportajlar yapmış ve kapsamlı bir yazı dizisi hazırlamıştım. Hatta o gezi daha sonra Ermeni basınında çıkan bir çarpıtma nedeniyle benim Azerbaycan tarafından persona-non-grata ilan edilmeme neden olmuştu.
Bizdeki problemli dil ve gizli ırkçılık
Dağlık Karabağ meselesine medyadaki yaklaşım bir türlü atamadığımız etnik milliyetçilik hastalığımızın aynen yerinde durduğunun net bir kanıtı. Öncelikle hatırlatayım: Dağlık Karabağ ve etrafındaki 7 Azeri rayonu Ermenilerin kontrolünde. 1988’de Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlı bölgenin, Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlanmasını isteyen Ermeniler ve buna karşı çıkan Azeriler arasında başlayan savaş, Sovyetler’in dağılması sürecinde Rusya’nın ‘böl-yönet’ ilkesine uyumlu bir şekilde Ermenistan ve Azerbaycan arasında bir çatışmaya dönüştü. 94’te Ermenilerin kontrolü ele geçirdiği bir ateşkes sağlandı. Azeriler ciddi zulümler gördüler, iki taraftan toplam 30 bin kişi öldü. Tabii bu durumdan Azeriler haklı olarak hep şikâyetçi oldular ve Ermenilerin işgal ettikleri topraklardan çıkmasını istediler. Bu meselenin çözümü için MİNSK Grubu kuruldu, Ermenilerin 5 Azeri rayonundan çekilmesi ön şartıyla Karabağ’ın durumunun müzakere edilmesi için çalıştı ancak Ermenistan boykot etti ve sorun günümüze kadar geldi.
Kısacası, Ermeniler Azerilerle ortak yaşadıkları, Sovyet Azerbaycan’ına bağlı bir coğrafyada işgalci durumundalar. Yani hatalı taraf Ermenistan. Ancak... Durumu bu şekilde izah etmek başka, Ermeniler ve Azerilere yönelik apayrı iki dil kullanmak başka! Bakıyorum bizim medyaya, ama yalnızca tek bir tarafa değil, bütün medyaya.. Hepsinde Azeriler kardeşimiz, Ermeniler düşman! 5 Azeri şehit verildi, bunun karşılığında 100 Ermeni asker öldürüldü vs vs... E hani Türk milliyetçiliği bu topraklara ait her etnisiteyi kapsayan bir şemsiye idi? Ermenistan açılımı vardı? Türkiye taraflar arasında objektif arabuluculuk yapabilirdi? 1915’le ilgili cumhuriyet tarihinde ilk kez iki tarafın acılarını paylaşan, Ermenilere taziyelerini sunan bir siyasi irade varken bu dil çok arkaik değil mi?
Maalesef yıllarca Irak Kürdistan’ına yönelik oradaki Kürtlere düşman, Türkmenlere bizden muamelesinin aynısı şimdi de bir kez daha Azeriler ve Ermeniler üzerinden hortluyor. Bu, iliklerimize işlemiş bir gizli ırkçılık. Kâh Kürtler üzerinden kendini gösteriyor, kâh Ermeniler, kâh Rumlar, kâh Yahudiler...
Bir garip topraklar ve benim hikâyem
Gelelim Karabağ’ın bende çağrıştırdıklarına... Bundan 7 yıl önce Ermenistan’ın başkenti Erivan üzerinden Karabağ’a bir haftalık bir seyahat yaptım. Ermenistan üzerinden gittim çünkü Azerbaycan üzerinden erişim olasılığı yoktu. Derme çatma bir dolmuşla 4 saatte varmıştık başkent Hankendi’ye. (Ermenilerin deyişiyle, Stepanakert’e) Yokluğun ortasında, bir zavallı caddeden oluşan küçücük bir yerdi Karabağ’ın merkezi. Azeri nüfus neredeyse yoktu, terk etmişti. Hele Şuşa bende derin izler bıraktı. Bir zamanların dillere destan Azeri kenti, olmuş bir hayalet...
Türkiye’de her birkaç yılda bir Dağlık Karabağ meselesi gündeme gelirken buranın nasıl bir yer olduğu nedense Türkiye basınında hiç merak edilmemiş. O güne kadar pek kimse gitmemiş.. O nedenle bizim gidişimiz (foto muhabiri arkadaşım Cem Türkel ile birlikte) büyük yankı uyandırdı. Karabağ’ın tek televizyon kanalı benimle röportaj yaptı ve daha sonra söylediklerimi çarpıtarak Bakü’yü ayağa kaldırdı. Yıllarca Azerbaycan’a giremedim, ta ki geçen yıl Azeri büyükelçiliği bana ulaşıp, bunu düzeltelim diyene kadar... Ancak bu nahoş hadiseye rağmen bende derin izler bırakan, daha sonra da Gazeteciler Cemiyeti’nin ‘Yılın Yazı Dizisi’ ödülünü getiren iyi bir iş olmuştu Karabağ...
Dövenin de senden olanı olur mu?
Bu ülkede oluyor. Tıpkı hakaret edenin senden olanı olduğu gibi. Nasıl ki Kemal Kılıçdaroğlu’nun Aile Bakanı Sema Ramazanoğlu’na yönelik çirkin sözlerini, Kılıçdaroğlu başta olmak üzere CHP’liler ve medyada birçok yazar savunmaya giriştiyse, Can Dündar ve Erdem Gül’ün mahkeme kapısında yumruk yiyen Sabah gazetesi muhabiri Dilek Yaman’ın Murat Sabuncu ve Erkin Acarer’den gördüğü zulmü de Dündar ve Gül taraftarları meşrulaştırmaya kalktılar. Görüntüleri defalarca izledim. Murat Sabuncu büyük bir hışımla Dilek Yaman’ın üzerine adeta koşarak geliyor ve yumruk sallıyor, Birgün gazetesi yazarı Erk Acarer de bu şiddete dahil oluyor. Üstelik hadise, Gürsel Tekin başta olmak üzere birçok kişinin gözlerinin önünde yaşanıyor!
Bu apaçık bir şiddet! Kadına karşı şiddet! Gazeteciye karşı şiddet! İnsana karşı şiddet! Ve bu şiddeti “Türkiye’de ifade özgürlüğü elden gidiyor” diye haykıranlar üretiyor. İfade özgürlüğü hoşuna gitmeyen şeyleri dinlemeyi de içerir! Varsayalım Dilek Yaman oradakilerin hoşuna gitmeyen bir şey sormuş olsun, bu şiddeti meşrulaştırır mı? O zaman bu tavrın “Hak ettiği için karımı dövdüm” diyen erkeklerinkinden ne farkı var?
Maalesef ilkeler üzerinden hiçbir meseleye yaklaşamıyoruz. Bu hastalık tek bir kesime özgü değil, her kesimde mevcut. Utanç verici hakikaten!
Milliyet