12 Ekim 2015
“Anne dünyanın en büyük kahramanıdır.” Bu sözler, sürgünlerle şekillenen hayatının ilk yıllarında annesinin mücadelesine tanık olan, dünyaca ünlü bir sanatçıya, Paul Guiragossian’a ait. Bienal kapsamında eserleri Türkiye’de ilk kez sergilenen sanatçının çalışmaları, soykırım ve göçün şekillendirdiği bir yaşamı yansıtıyor.
‘Tuzlu Su’ başlıklı 14. İstanbul Bienali, yapıtları daha önce Türkiye’de sergilenmemiş, farklı kuşaklardan çok sayıda sanatçıyı bir araya getirdi. Bunlardan biri de, yaşamının büyük bir bölümünü Lübnan’da geçiren ve 1993 yılında hayata veda eden Paul Guiragossian.
Guiragossian 1925 yılında, soykırımdan kaçan bir ailenin çocuğu olarak Kudüs’te dünyaya geldi. Annesi, çocuklarının geçimini zor şartlarda çalışarak sağlarken, o, küçük yaşlardan itibaren ailesinden uzakta, bir yatılı okulda öğrenim gördü. Bu yüzden de, resimlerinde hep annesini aradığını söyler.
Çocukken arkadaşlarının uçurduğu uçurtmalara renkli desenler çizen Guiragossian, 1940’ların başında ailesiyle beraber Kudüs’ten Yafa kentine taşındıktan sonra resim dersleri almaya başladı. Guiragossian ailesi, 1948 yılında Arap-İsrail savaşlarının patlak vermesiyle İngilizler tarafından Filistin’den gemilerle tahliye edilerek Lübnan’a getirilenler arasındaydı.
Guiragossian, Der Zor’u anlattığı resminde (1963-1964), sürgüne çıkarılan Ermeni ailelerin sefil halini, acıyla gerilen bedenleri, sahipsiz kalmış bebekleri ve şiddeti tasvir eder. Ailesinden dinlediği soykırım hikâyeleri, sanatçının göçe ve savaşa dair anılarıyla birleşerek, çarpıcı birer imgeye dönüşür.
Guiragossian, Der Zor’u anlattığı resminde (1963-1964), sürgüne çıkarılan Ermeni ailelerin sefil halini, acıyla gerilen bedenleri, sahipsiz kalmış bebekleri ve şiddeti tasvir eder. Ailesinden dinlediği soykırım hikâyeleri, sanatçının göçe ve savaşa dair anılarıyla birleşerek, çarpıcı birer imgeye dönüşür.
Resimde açılan yara
1950’lerde, Lübnan’daki Ermeni okullarında ders verirken bir taraftan da illüst-ratör olarak çalışan Guiragosian, erkek kardeşiyle birlikte bir iş kurdu ve film afişleri hazırlamaya, kitaplar için illüst-rasyonlar yapmaya başladı. 1952 yılında, resim dersi verdiği öğrencilerinden biri olan Juliette Hindian’la evlendi. Altı çocuğu olan sanatçı, oğullarından birinin doğumdan kısa bir süre sonra ölmesiyle, resimlerinde izlerine rastlanan bir yara aldı.
1956’da İtalyan hükümetinin bursunu kazanarak Floransa Güzel Sanatlar Akademisi’ne giden sanatçı, bu tarihten itibaren çok sayıda sergi yaptı. 1960’ların ortalarında Lübnan’ın en tanınmış sanatçılarından biri haline gelen sanatçının işleri, 1972 yılında Yerevan’da sergilendi.
‘70’li yılların başında geçirdiği bir asansör kazasında bir bacağını kaybeden Guiragossian’ın Lübnan’a bağlılığı 1975’te başlayan İç Savaş yıllarında daha da perçinlendi. Sanatçının savaş yıllarında yaptığı resimlerde, âdeta umut dağıtmak için, canlı renkleri cömertçe kullandı.
Kadının rolü
Gerçeklerden ve yaşadıklarından ilham alan bir sanattır Guiragossian’ınki. Çalışmalarında sık sık, sürgüne yollanmış, nereye gideceğini bilmeyen, sıkışık insan topluluklarına; Beyrut’un sefalet içinde yaşayan halkına; savaşın ve açlığın uğradığı yerlerden sahnelere rastlanır. Çoğunlukla belirgin bir yüzü olmayan, silueti andıran insan figürleri, baktıkça birbirine karışır. Sanatçının işlediği temalarda, hem Lübnan’daki savaşın, hem de Ermeni Soykırımı’nın etkileri hissedilir.
Guiragossian, dünyayı bir çocuk gibi, sanatı aracılığıyla deneyimlemekten ve sorgulamaktan hiçbir zaman vazgeçmez. Konularını gerçekçi ve duygusal bir yaklaşımla ele alır. Yaşamının son dönemlerinde, soyutlamalara daha sık başvurur.
Sanatçı, Anadolu’dan zorla göç ettirildikten sonra hayata tutunmayı başaran ve çocuklarına kendilerine ait birer gelecek sağlayan annesinin de etkisiyle, toplumun devamlılığında merkezî rolün kadınlarda olduğunu düşünüyordu. Doğayı, güzelliği, denizi, aşkı, kıskançlığı, ölümü kadınlar aracılığıyla algıladığını ise her fırsatta belirtiyordu: “Resimlerimde, desenlerimde kadın sürekli vardır, çünkü o aşk, çocukluk, acı ve barıştır. Oğlunu ve kocasını savaşa göndermeye karşı çıkan da odur.”
Ressam Paul Guiragossian’a 1974’te Almanya, 1984’te ise Fransa, şövalye unvanı verdi. 1985’te Ermenistan’da Mardiros Sarian Güzel Sanatlar Ödülü’nü alan sanatçı, 1993’te, ölümünün ardından Lübnan tarafından Onur Madalyası’na değer görüldü. Yerevan’daki Modern Sanat Müzesi, Ermenistan Ulusal Galerisi ve Viyana Mekhitarist Müzesi gibi kurumlarda eserleri bulunuyor.
Agos