15 Eylül 2015
Hrant Dink 15 Eylül 1954´de Malatya´da dünyaya geldi. Beş yaşında ailesiyle birlikte geldiği İstanbul´da anne ve babasının ayrılması üzerine iki erkek kardeşi ile birlikte Gedikpaşa`daki Ermeni Protestan Kilisesi`nin çocuk yuvasında yatılı olarak yaşamaya başladı. Üç kardeş ilköğretimini bu kiliseye bağlı İncirdibi İlkokulu´nda sürdürürken, yazları da okulun Tuzla´daki kampında barındılar. Hrant Dink ortaokulu Bezciyan, liseyi ise Üsküdar`daki Surp Haç Tıbrevank yatılı okulunda okudu, Şişli Lisesi`nden mezun oldu.
İlkokulda tanıştığı Silopi doğumlu Ermeni Varto aşiretinden Rakel Yağbasan ile evlenen Hrant Dink´in üç çocuğu oldu. İstanbul Fen Fakültesinde Zooloji ve ardından da Felsefe eğitimi alan Dink, "biyoloji felsefesi" kürsüsü hayallerini, Türkiye´de gelişmekte olan sol siyaset içerisindeki aktif mücadelesine terketti. Siyasi faaliyetlerinin Ermeni kimliği ile ilişkilendirilmesi ve cemaatin bundan zarar görebileceği endişesiyl ismini mahkeme kararı ile "Fırat" olarak değiştirdi.
Hrant Dink ve eşi Rakel, bu dönemde içinde yetiştikleri Tuzla Çocuk Kampı´nın yönetimini üstlenerek pek çok kimsesiz Ermeni çocuğuna sahip çıktılar. Tuzla Kampı´na "Ermeni militan yetiştirildiği" suçlaması ile Devlet tarafından el konulması sonrasında Dink siyasal görüşleri nedeniyle de üç kez gözaltına alındı ve tutuklandı.
Kardeşleriyle birlikte bir kitapevi işleten Dink, 90lı yıllarda Ermenice günlük Marmara gazetesinde "Çutak" (Erm: Keman) rumuzuyla Ermeni tarihine ilişkin Türkiye´de çıkan kitaplara yönelik eleştiri yazıları yazmaya başladı. 5 Nisan 1996 tarihinde ilk sayısı yayınlanan haftalık Agos gazetesi, İstanbul`da Türkçe-Ermenice yayımlanan ilk gazete olarak tarihe geçti. Adını iki dilde ortak olan ve "sabanın toprakta açtığı, içine tohumun konulduğu ve bereketin fışkırdığı yer" anlamına gelen Agos deyişinden alan gazete, bu bereket ve ortaklık simgesi ışığında bir yayın politikası benimsedi. Ana hedefler; Türkiye Ermeni toplumunun anadilini bilmeyen kesimi ile dayanışmak, Türkiye Ermenilerinin devlet nezdindeki sorunlarını kendi sesinden dile getirerek geniş kamuoyunun desteğini almak ve Ermeni kültür ve tarihini ana kaynağından Türk toplumu ile paylaşmaktı.
Sol, muhalif kimliği ile dikkat çeken Agos, Türkiye Ermeni toplumu içerisinde de var olan aksak yapıya eleştiriler getirirken sivilleşmenin ve şeffaflaşmanın önemini vurguladı, bizzat Hrant Dink´in ağzından alternatif toplumsal projeler önerdi.
Agos´un yayın hayatı içinde ufuk açıcı söylemleri ile giderek kamuoyunun dikkatini çeken Hrant Dink, Yeni Yüzyıl ve Birgün gazetelerinde de köşe yazarı olarak görev aldı. Türkiye ile Ermenistan arasında komşuluk ilişkilerinin tesisi, sınırın açılması, Türkiye´nin demokratikleşme sürecinin desteklenmesi ve 1915 olaylarının ölenler üzerinde acıtıcı rakamsal bir anlayış yerine kalanlar üzerinden, karşılıklı iki halkın onurunu gözeten empatik bir üslupla konuşulur kılınması, konuya ilişkin resmi tez dışında alternatif yayınların da yaygınlaşması konularını gündeme getirdi. Amerika, Avustralya, Avrupa ve Ermenistan´da çok sayıda konferansa katılan Dink, Ermeni kimliği ve Türk-Ermeni ilişkileri konusunda gerek Ermeni dünyası içinde gerekse tarihteki rolleri açısından çeşitli Batı ülkelerinde sorgulayıcı süreçlerin başlamasına vesile oldu.
Hedef Gösterme Kampanyaları ve Davalar
2002 yılında Urfa`da bir konferansta yaptığı konuşma nedeniyle açılan dava 9 Şubat 2006´da beraatiyle sonuçlanan Hrant Dink için asıl yoğun yargı sürecinin başlangıç noktasını, kendisi doğrudan dava konusu olmasa da, Atatürk´ün manevi kızı Sabiha Gökçe´nin Ermeni kökenli olduğuna ve Ermenistan´da akrabalarının bulunduğuna yönelik 6 Şubat 2004´te kendi imzasıyla AGOS´ta yayınlanan "Sabiha Gökçen" haberi oluşturdu. "Sabiha-Hatunun sırrı" başlığıyla verilen haberde Antep asıllı Ermenistan vatandaşı Hripsime Sebilciyan Gazalyan, kendisinin Gökçen`in yeğeni olduğunu ve Atatürk`ün manevi kızı Sabiha Gökçen`in aslında yetimhaneden alınmış bir Ermeni yetim olduğunu iddia ediyordu.
Bu haberin 21 Şubat 2004´te AGOS´tan alıntılanarak Hürriyet´in manşetinden "Sabiha Gökçen mi, Hatun Sebilciyan mı" başlığıyla verilmesinin ardından 22 Şubat 2004´te Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği, sert bir açıklama yayımlayarak "Kendisi Türk Silahlı Kuvvetleri´nin ilk kadın savaş pilotu olarak Türk havacılığının onursal bir ismidir. Sabiha Gökçen aynı zamanda Atatürk´ün Türk kadınının Türk toplumu içinde bulunmasını istediği yeri gösteren değerli ve akılcı bir sembolüdür. Böyle bir sembolü amacı ne olursa olsun tartışmaya açmak milli bütünlüğe ve toplumsal barışa katkısı olmayan bir yaklaşımdır. Bir iddiayı, milli duygu ve değerleri de kötüye kullanarak bu şekilde yayımlamanın habercilik olarak nitelendirilmesini kabul etmek mümkün değildir. Ulusal birlik ve beraberliğimizin en güçlü olması gereken bu dönemde milli birlik ve beraberliğimize ve milli değerlerimize yönelik bu tip yayımların ne amaçla yapıldığı Türk toplumunun büyük bir kesimince artık anlaşılmakta ve endişe ile izlenmektedir" görüşlerine yer verdi.
Bu bildirinin hemen ertesinde İstanbul Valiliği´ne çağrılarak Vali Yardımcısı Erol Güngör´ün makamında, kendilerini Vali Yardımcısı´nın yakınları olarak tanıtan ve bugün halen kimliği belirsiz iki kişi tarafından "uyarılan" Hrant Dink hakkında bu görüşmenin hemen ertesinde radikal sağ basında hedef gösterme kampanyası başladı. Şapparigce köşesinde Ermeni Kimliği üzerine yazdığı 8 bölümlük yazı dizisinin 13 Şubat 2004 tarihli bölümü içerisinden cımbızlanan ve Diaspora Ermenilere yönelik eleştirel yaklaşım içeren bağlamından koparılarak, "Hrant Dink, Türk kimliğine hakaret ediyor" tavrıyla sunulan "Türk´ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni´nin Ermenistan ile kuracağı asil damarında mevcuttur" cümlesi, yeni bir davanın konusu oldu.
Hrant Dink hakında "Türklüğü neşren tahkir ve tezyif etmek" suçundan açılan dava sonunda, mahkeme tarafından tayin edilen bilirkişinin yazıda herhangi bir suç unsuru olmadığı yönündeki lehte raporuna karşın, Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi´nin 7 Ekim 2005 tarihli kararı ile Hrant Dink 6 ay hapis cezasına mahkum edildi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi kararı onadı ve böylece Hrant Dink hakkındaki hapis cezası kesinleşmiş oldu. Yargıtay Cumhuryet Başsavcılığı bu karara itiraz etti, ancak itirazı Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından reddedildi. Hrant Dink´in karara ilişkin açıklamaları üzerine de "yargıyı etkilemeye çalışmak"tan yeni bir dava açıldı.
Davanın ilk duruşmasına gerek adliyenin dışında, gerek koridorlarda ve duruşma salonunda davaya müdahil olmak isteyen kişiler protesto gösterilerinde bulundu. Hrant Dink, adliye salonuna polisin oluşturduğu bir koridordan polis ve avukatı eşliğinde girebildi. Bu sırada ona saldırmak isteyenler, hakaret edenler, tükürenler oldu. Duruşma salonunu dolduran grup Hrant Dink´in avukatlarına bozuk para ve kalem fırlattılar, hakaret ve tehdit ettiler. Duruşma sonrasında Hrant Dink bir polis aracı ile adliyeden ayrılırken, avukatlar da adliye önüne çekilen polis otobüsüne bindirilerek bu öfkeli kalabalığın saldırılarından kurtarıldı.
Bu arada 26 Şubat 2004´te İstanbul Ülkü Ocakları İl Başkanı Levent Temiz´in başını çektiği bir grup AGOS´un kapısına gelerek "Ya sev ya terk et", "Kahrolsun ASALA", "Bir gece ansızın gelebiliriz" sloganları attılar. AGOS´un önünde benzer bir gösteri de birkaç gün sonra kendilerini "Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Federasyonu" olarak adlandıran grup tarafından yapıldı.
Hrant Dink, Birgün gazetesinde yayınlanan "Hoş Gidişler Ola" başlıklı yazısı sonrasında ise Yeniçağ gazetesinin 9 Ekim 2004 tarihli nüshasında "Ermeniye Bak" başlıklı manşetle hedef gösterildi. Bu manşet sonrası Basın Konseyi Yüksek Kurulu Yeniçağ gazetesinin kullandığı hitap tarzıyla yazara karşı zorbalığı özendirme tehlikesi yaratabileceği gerekçesiyle Yeniçağ gazetesinin uyarılmasına karar verdi. Son olarak Agos`un 21 Temmuz 2006 tarihli nüshasında yayınlanan "301`e Karşı 1 Oy" başlıklı haber nedeniyle de Hrant Dink, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Arat Dink ve İmtiyaz Sahibi Sarkis Seropyan hakkında dava açıldı. Söz konusu haberde Dink´in Reurters ajansına verdiği demeçteki "Elbette bu bir soykırımdır diyorum. Çünkü sonuç kendisini zaten tanımlıyor ve adını koyuyor. Dört bindir yıldır bu topraklarda yaşayan bir halkın bu olanlarla birlikte artık ortadan yok olduğunu görüyorsunuz" alıntısının TCK 301 uyarınca Türklüğü aşağıladığı iddia edildi.
Tüm bu mahkeme süreçleri Hrant Dink´in 19 Ocak 2007´de gazetesinin önünde kurşunlanarak öldürülmesinin ardından da devam etti. Suikast sonrası Hrant Dink hakkındaki davalar düşerken, söz konusu son davada Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi, 11 Ekim 2007de Arat Dink ve Sarkis Seropyan´ı 1er yıl hapsi cezasına mahkûm etti. "Arat Dink ve Sarkis Seropyan´ın Türk Milleti´ne soykırım isnat eden haber yayınladıkları mahkemelerce sabit görüldüğünden sanıkların ayrı ayrı kişilikleri, eylemlerin özellikleri dikkate alınarak cezalandırılmalarına" ifadesi ve söz konusu demeci alıntılayan hiçbir ulusal basın ve medya kuruluşuna dava açılmaması büyük tartışmaları da beraberinde getirdi.
(Kaynak: www.hrantdink.org)
Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
Hrant Dink, 19 Ocak 2007 tarihinde, Agos gazetesinin Şişli`de bulunan binasından çıkarken, Halaskârgazi Caddesi üzerinde silahla üç el ateş edilmek suretiyle öldürüldü. Bölgede bulunan işyerlerinin güvenlik kameralarından, Hrant`ı vuranın 19 yaşındaki Ogün Samast olduğu anlaşıldı. Samast, babasının ihbarı üzerine Samsun otogarında yakalandı.
Bundan sonrası ise tam bir rezaletler zinciriydi. Ogün Samast, götürüldüğü her yerde, jandarmada, poliste bir kahraman muamelesi gördü. "Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terk edilemez" yazan bir levhanın altında, eline bir Türk bayrağı tutuşturarak bol bol fotoğraflarını çektiler. Her biri ayrı birer suç olan bu fiiller nedeniyle bazı soruşturmalar açıldıysa da, cezalandırılan kimse olmadı.
Hrant`ı sevenler ise derhal Agos gazetesinin önüne akmaya, "Hepimiz Hrant`ız, Hepimiz Ermeniyiz" sloganlarını atmaya başladılar. Kısa sürede yüzlerce insan Agos`un önünde toplandı. 23 Ocak`ta Hrant`ın cenaze töreninde yüz binlerce insan sessiz bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yüz binler, ellerinde Ermenice, Kürtçe ve Türkçe "Hepimiz Hrant`ız, Hepimiz Ermeniyiz" yazılı dövizler taşıdılar. Hrant`ın eşi Rakel törende bir konuşma yaptı.
Yüz binlerce insanın "Hepimiz Hrant`ız, Hepimiz Ermeniyiz" diyerek yürümesi, Türkiye için bir dönüm noktası oldu. Türkiye devletinin en büyük tabusu olan Ermeni sorunu, parça parça edilerek çöplüğe atıldı. Türk egemenleri, ırkçıları, milliyetçileri şaşkına döndüler, dehşete kapıldılar. Cenaze, Türk milliyetçilerini o kadar korkuttu ki 27 Nisan 2007`de hükümete gece yarısı e-muhtıra veren Türk Silahlı Kuvvetleri, yayınladığı bildiriyi: "`Ne mutlu Türküm diyene` anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti"nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır" cümlesiyle bitirdi. Resmî ideoloji, en yetkili kurumunun ağzından Hrant`ın cenazesini hedef göstermiş oldu.
Yürüyüş, sıradan bir cenaze töreni değildi. Sıradan, matem dolu bir gösteri değildi. Bu yürüyüş, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en anlamlı gösterilerinden birisiydi. Bir hafta öncesine kadar, Hrant Dink`in öldürüldüğü saatlere kadar en ırkçı sözlere maruz kalan Ermeniler, sokaklarda kendileriyle birlikte "Biz Ermeniyiz" diyen on binlerce insanı gördüler.
Bu yürüyüş "Ermeni soykırımı yoktur" diyenlere, yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin en temel, kuruluş ideolojisine karşı halkın verdiği çok sert bir yanıt oldu. Bu yürüyüş, milliyetçiliğe atılan sert ve kitlesel bir tokat oldu. Halkın şovenistlere, yurtseverlere karşı olduğunu, halkların kardeşliğini, barışı istediğini ortaya koydu.
Bir süre sonra Hrant Dink cinayeti davası görülmeye başlandı. Dava kapsamında birtakım insanlar tutuklandı. Bunların bazılarının polis muhbiri olduğu iddia edildi. Bu kişiler kendilerinde duruşmalara götürülürken etraflarına tehditler savurmaktan geri kalmayacak kadar pervasız davranma cüretini bulabildiler. Aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. Hrant Dink cinayetinin aydınlatılmasında henüz bir arpa boyu bile yol alınamadı.
Ergenekon davasıyla birlikte olayın seyri değişti. Poyrazköy ve Kafes iddianameleri, Hrant Dink`in Ergenekon örgütü tarafından öldürüldüğünü açık bir şekilde ortaya koydu. Gizli tanıkların ifadeleri, cinayeti en ince ayrıntısına kadar aydınlattı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), dün (14.09) açıkladığı kararında Hrant Dink`in ailesinin yaptığı başvuruda Türkiye`yi suçlu buldu. Ancak 5,5 yıl süren ırkçı cinayet davasında mahkeme örgütü bulamadı. Karar temyizde. Dink ailesinin avukatları ve Hrant`ın arkadaşları, davanın yeni baştan, tüm deliller ve bilgiler gözönüne alınarak görülmesini istiyor. Hukuk mücadelesi sürüyor.
Türkiye devleti için bir Ermeni`nin, hele de Ermeni vakıfları meselesinin peşine düşmüş olan Hrant Dink`in katlinin aydınlatılması çok büyük bir sorun teşkil ediyor. Çünkü bu topraklarda neredeyse yüz yıl önce 1,5 milyondan fazla insan öldürüldü. 1,5 milyondan fazla Ermeni, bu toprakların kadim sahibi olan bir halk, çoluk çocuk, yaşlı genç, kadın erkek demeden katledildi. Mallarına, mülklerine, arazilerine, servetlerine el konuldu.
Bugünün egemenleri, varlıklarını ve güçlerini Ermeni soykırımına borçlu olanlar, Hrant Dink davasının çözülmesinden çok korkuyorlar. Çünkü dava burada bitmeyecek. Sıra Ermeni soykırımına gelecek. Bugün sahibi olduğunu söyledikleri devletin temelindeki masum insan kanları etrafa saçılacak, devletin temeli çürüyecek, çökecek, darmadağın olacak. İşte bu yüzden egemenler Ermeni soykırımının konuşulmasından, Hrant Dink davasının çözülmesinden ölesiye korkuyorlar.
Fakat korkunun ecele faydası yok. Yaptıklarının, işledikleri suçların hesabını mutlaka verecekler. Türkiye`nin adalet isteyen, vicdan sahibi insanları onların peşini asla bırakmayacaklar.
Çünkü artık hiçbir şey eskisi gibi değil.
Marksist