03 Eylül 2015
Üzerinde yaşadığımız topraklar, sayısız milletten insanın hayat hikâyelerine konu oldu. Pek çok acı, mutluluk, özlem, keder bu topraklarda yaşandı. Doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine ülkemiz, farklı tarihlere sahip kişilerin yaşanmışlıklarını içerisinde taşıdı. Adetler, gelenekler, görenekler ve bunlara bağlı beklentiler birbirinden ayrıldı belki ama ‘insan’ malzemesi, bu toprakların üzerinde ortak duygular etrafında bir araya geldi. Milliyetin, ırkın, dinin, dilin adının olmadığı yerde ortaya insan çıkıyor, en saf haliyle.
Nuran Akkaya, bu topraklarda tarihi olan Ermenilerin unuttuğumuz, belki de aklımıza bile getirmediğimiz hikâyelerini Alef Yayınları’ndan çıkan ‘Ermeniler’ isimli fotoğraf kitabıyla bizlerle paylaşıyor. Proje koordinatörlüğünü Haluk Çobanoğlu’nun yaptığı kitap; Ermenice, İngilizce, Türkçe ve Fransızca olarak bir arada metinlerle destekleniyor. Kökleri sekiz yıllık incelikli bir çalışmaya dayanan Ermeniler kitabı bize, portreler üzerinden kişisel hikâyeleri aktarıyor.
Haluk Çobanoğlu ve Nuran Akkaya ile ‘Ermeniler’ kitabı üzerine konuştuk.
Nuran Akkaya ile bir araya nasıl geldiniz?
Haluk Çobanoğlu: Nuran Akkaya, 2006 yılında Fotoğraf Evi’nde “Haluk Çobanoğlu ile Belgesel Fotoğraf Atölyesi”ne ve 2008’de düzenlenen “Basılmış bir işim olsun” başlıklı atölye çalışmalarına katılmıştı ve bu atölyeler sonucunda bir araya geldik.
Ermeniler kitabı fikri ortaya nasıl çıktı?
Nuran Akkaya: Yaşadığımız topraklarda kadim bir kültüre sahip olan Ermenilerin hayatlarını daha görünür kılmak ve aradaki “tül perdeyi” biraz olsun aralamak istedik.
Fotoğraflamaya geçmeden evvel, çalışmanın geçmişi nedir? Proje nasıl şekillendi? Nasıl bir ön çalışma yaptınız?
N.A.: Yaklaşık yedi yılda tamamlanan bu projeye başlarken, önce Ermeni toplumunu görsel olarak anlatabilmek adına ön çalışmalar yapıldı. Hangi bölgelerin, kimlerin nerede ve nasıl fotoğraflarını çekmenin anlamlı olacağı yönünde yol haritası oluşturuldu. Ancak yaşayan, dinamik bir konu üzerinde çalışıyor olmamız dolayısıyla ön çalışma sürecinin tamamlanması şu kadar zaman sürmüştür şeklinde bir ifade kullanmak yanlış olur. Bu yedi yıllık süreçte, projemiz sürekli güncellendi, fotoğraflanacak konular ve kişiler zaman içerisinde değişiklik gösterdi.
Böyle bir çalışmaya başlamanızda sizi en çok etkileyen ne oldu?
H.Ç.: Kuşkusuz Hrant Dink’in katledilmesi ve onun kaybının sadece Ermeni toplumunda değil; tüm toplumsal sınıf ve katmanlarda uyandırdığı tepkidir. Bence Hrant Dink’in öldürülmesi aynı zamanda bir çeşit aydınlanmaya yol açmıştır. Çok üzülerek söylüyorum sevgili Hrant yaşarken “yapamadığını”, ölerek başarmıştır...
Kitapta portrelenilen kişilere nasıl ulaştınız?
N.A.: Dürüst olmak gerekirse, proje süresince en çok zamanı portresini çekeceğimiz insanlara ulaşmak için harcadığımızı söylemeliyiz. Bazı kişilerin yaklaşımı son derece yapıcı ve motive ediciydi, bazılarına ise meramımızı anlatacak bir beş dakikamız bile olamadı… Bu vesileyle portrelerinin çekilmesine izin veren kişilere bir kez daha sizin aracılığınızla teşekkürlerimizi iletmek isteriz.
Kitabın editörlüğü sırasında en çok zorlandığınız ne oldu?
N.A.: Çok farklı coğrafik parçalara yayılmış, kökleri çok eskilerde olan ve büyük bir kadim kültüre ait bir hikâyeyi, buna dair bir projeyi nereden başlayıp nerde biteceğinize dair karar vermek başlı başına bir meseleydi.
Sarkis’in portresi örneğin dikkatimi çekti, Büyük Londra Oteli’nde uzun süre kalmıştı. Ve çok kuvvetli bir figürdü, otelle neredeyse simgeleşmişti. Onu nasıl buldunuz? Kitaba olan tepkisi nasıl oldu?
H.Ç.: Sarkis’in yaz aylarında Kayseri’nin ilçesi olan Talas’ta, kışları ise genellikle İstanbul’da olduğunu biliyorduk. Kendisine ulaşabilmek için Ermeni toplumunda Sarkis ile temasta olabilecek kişileri bulmaya çalışırken aynı zamanda farklı dönemlerde Kayseri’ye seyahatler yapıldı… Sarkis Bey’in fotoğrafını çekmek için Talas’taki evini ziyaret ettiğimizde, göstermiş olduğu misafirperver tutumu ve samimi tavrı hafızlarımızda yer etti ve kendisinin kitaba olan tepkisi de son derece sevecen oldu.
Sarkis gibi, çok ‘simgesel’ diyebileceğimiz başka kimler var kitapta?
N.A.: Fotoğraflarını çektiğimiz herkesin kendine ait, aile büyüklerine ait farklı farklı hikâyeleri mevcut.
Kitaba gelen eleştiriler ne yönde?
H.Ç.: Şimdilik bize ulaşan herkes beğendiklerini ve kalıcı bir iş olduğuna dair yorumlarını ilettiler. Kitabı inceleyip gözleri dolu dolu bizlere sarılanlar oldu.
Kitabın tasarımı da çok anlamlı olmuş. Tasarımda kiminle beraber çalıştınız? Nasıl bir fikir vardı kitabın tasarımı sırasında kafanızda?
H.Ç.: Tasarım öncesi, projeyi ve amacımızı anlatmamız sonucu tasarımcı arkadaşlarımız kalben projeye “müdahil” olmuşlardır. Tamamen kolektif bir üretim süreci ile hazırlanan kitabın tasarımı Açık Ofis’ten Dilek Türkmen ve Deniz Çorbacıoğlu tarafından gerçekleştirildi.
Türkiye’de Ermeni olmak ne demek?
H.Ç.: Tül perdesi arkasında konumlanarak hayatı göz önünde olmadan yaşamak ve Hrant Dink’in dediği gibi bu hayatı güvercin tedirginliğiyle sürdürmektir.
N.A: Çocukken, sokakta oyun oynarken, ebeveyni tarafından “Aman çocuğum adını sakın söyleme, Ermeni olduğunu sakın söyleme” yönergesi ile büyümek zorunda kalan bir neslin, hayatta kalabilmek için çok ciddi mücadeleler veren kişilerin torunları olan günümüz Ermenilerinin bu topraklardaki yaşam mücadelesi ne yazık ki kolay olmuyor. Aslında bu durumun sadece Ermeni olmak ile ilgili değil, “azınlık” veya büyük toplumda “öteki” olan tüm bireyler için geçerli olduğunu belirtmek de yerinde olacak.
Birgün