28 Ağustos 2015
İstanbul Bienali`nin açılışı yaklaştıkça, bienalde Ermeni Soykırımı ve onun sonrasında gelişen süreçlere gönderme yapan çok sayıda iş olduğu açığa çıkıyor.İstanbul Bienali öncesinde bu yıl başka türlü bir heyecan yaşanıyor. Çalışmaları büyük bir gizlilik içinde yürütülen ve 5 Eylül’de halka açılacak olan bienalde bizleri nelerin beklediğini anahatlarıyla kestirmek mümkün olsa da, çok sayıda sürpriz projeyle karşılaşacağız.
Yaraya tuzlu su basmak
14. İstanbul Bienali, ‘Tuzlu Su’ gibi geniş bir başlıkla yola çıktı. Hayatın kaynağına, coğrafi bağlantılara, İstanbul Boğazı’na ve daha birçok duruma gönderme yapan bu başlığa, küratör Carolyn Christov-Bakargiev ve bienal ekibinin ser verip sır vermeyen tutumları eklenince, önümüzdeki hafta başlayacak olan etkinlik iyice gizemli bir hal aldı.
İstanbul’un bir ucundan diğerine yayılacak, adalara, hatta denizaşırı coğrafyalara sıçrayacak olan 14. İstanbul Bienali etkinlikleri, güncel ve politik meselelere dair söyleyecek sözü olan işlerle birlikte kurgulanmış. Küratör Bakargiev’in söylediği gibi, Türkiye’nin sarılmamış birçok yarası var. Ve bu yılki bienal yaraları tamamen iyileştiremese de, en azından onların varlığına işaret etmeyi hedefliyor. 18 Ağustos’ta Blouin Artinfo’ya verdiği söyleşide “Bu, neredeyse ruhani bir sergi. Bu ruhlar tarihten, Ermenilere ve Rumlara karşı yapılan etnik temizlikten geliyor” diyen Bakargiev, 2012’de küratörlüğünü üstlendiği ‘dOCUMENTA (13)’ sergisinden sonra bir süre büyük çaplı projelerde yer almamayı tercih etmişti.
Açılış yaklaştıkça, bienalde, Ermeni Soykırımı ve onun sonrasında gelişen süreçlere gönderme yapan çok sayıda iş olduğu açığa çıkıyor.
14. İstanbul Bienali başlığı ‘Tuzlu Su’, Hayatın kaynağına, coğrafi bağlantılara, İstanbul Boğazı’na ve daha birçok duruma gönderme yapıyor. Küratör Carolyn Christov-Bakargiev ve bienal ekibinin ser verip sır vermeyen tutumlarıyla 5 Eylül`de başlayacak etkinlik iyice gizemli bir hal aldı. Ancak, Açılış yaklaştıkça, bienalde, Ermeni Soykırımı ve onun sonrasında gelişen süreçlere gönderme yapan çok sayıda iş olduğu açığa çıkıyor.
İstanbul’u San Lazzaro’ya bağlayan deniz
Bienalin büyük bir bölümü, farklı yerlerde konumlanmış bireysel sunumlardan oluşuyor. Yani Bakargiev, kişisel projelerden oluşan bir grup sergisi yapmayı tercih etmiş. Bienal mekânları arasında, güncel sanat rotasının alışılmış noktaları olan müze ve sanat kurumlarının yanı sıra, Büyükada’daki Troçki Evi, Rumeli Feneri, dükkân, tekne, otopark gibi sıra dışı mekânlar bulunuyor. Bu mekânlar arasındaki bağlantı, hem serginin genelinde farklı şekillerde işlenen kavramlar, hem de İstanbul’un ortasından geçen tuzlu sular aracılığıyla kuruluyor.
Bu yılki İstanbul Bienali’nde, hâlâ devam eden 56. Venedik Bienali’nin Ermenistan Pavyonu’nda işleri sergilenen Haig Aivazian, Anna Boghiguian, Hera Büyüktaşçıyan, Rene Gabri & Ayreen Anastas ile, Türkiye Pavyonu’nda da kişisel sergisi bulunan Sarkis’in yer aldığını düşünürsek, tuzlu suyun İstanbul’un iki yakasını birleştirmekle kalmayıp, ta Venedik’e, San Lazzaro Adası’ndaki Mıhitaryan manastırına kadar ulaştığını söylemek mümkün.
Agos bienal mekanı oldu
Açılış yaklaştıkça, bienalde, Ermeni Soykırımı ve onun sonrasında gelişen süreçlere gönderme yapan çok sayıda iş olduğu açığa çıkıyor. Bunlardan biri, Michael Rackowitz’in, Yıldız Sarayı, Emek Sineması gibi yapıların süslemelerini yapan kartonpiyer ustası Garabet Cezayirliyan’dan esinlenerek yaptığı çalışma. İstanbul’da Cezayirliyan’ın izini süren Rackowitz, işini, Türkiye’nin son Ermeni köyü olan Vakıflı’dan gelen kalıntılarla birleştiriyor. Yaşamını Mexico City’de sürdüren sanatçı Francis Alys ise, Kars’ın Ani ilçesinde yaşamış olan kuşların seslerini taklit ederek, artık o bölgede görülmeyen kuş türlerini çağırırken, bölgeden göçe zorlanan Ermenilere de sesleniyor. Udi Hrant üzerine uzun soluklu bir araştırma yapan ve bu araştırma sonucunda ortaya çıkan kavramsal heykeli Venedik Bienali Ermenistan Pavyonu’nda sergileyen Haig Aivazian, İstanbul Bienali için bir performans işi hazırlamış. Performans dâhilinde Beyoğlu Üç Horan Kilisesi’nin korosu, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu’nda Udi Hrant’ın da okuduğu bir geleneksel şarkı seslendirecek. Aslı Çavuşoğlu’nun bienal için ürettiği projede, artık kullanılmayan eski bir Ermeni tekniğiyle, böceklerden kırmızı boya elde ediliyor. Agos gazetesi ve Hrant Dink Vakfı’nın eski binasını proje mekânı olarak kullanan Ayreen Anastas ve Rene Gabri, binanın geçmişine de gönderme yaparak, burayı bir hakikat merkezine dönüştürecekler. Hrant Dink Vakfı’nın yeni yeri olan Anarad Hığutyun Binası’nın da bienal duraklarından biri olduğunu da not düşelim.
Agos